Değerli  dostlar  her  ne  kadar  ‘’  Hocam  mizaha dön,  bırak  bu  siyasi gündemi’’  deseler  de ve  dahi  ben  de  onlara  hak  vermiş  olsam  da bu  gün  sizlere  siyasi  olmayan  ama  aynı  zamanda  mizah  da  olmayan  bir  anımı  anlatmaya  çalışacağım.

Bu  bir  kurgu  öykü  değil,  aynıyle  vâki  bir  olaydır.  Olaydaki  şahıs  isimleri  tarafımdan  değiştirilmiştir  ancak  yine  de  eski  öğrencilerimden  bazıları  kimden  / kimlerden  bahsettiğimi  anlayacaktır.
-------------------------------------------------------------

Abdullah  Bey  her  zaman  ciddi  bir  insan  olduğu  için  yüzünün  güldüğünü  pek  göremezdik ama  yine  de  son  günlerdeki  hali  bu  ciddiyetinden  kaynaklanan  bir  durum  gibi  görünmüyordu.

Biz  bir  ayağı  camide  bir  ayağı  kahvehanede  olanlara  nazaran  daha  dindar  bir  insandı  Abdullah  Bey.  O  da  sık  olmasa  bile  kahveye  gelir  ama  oyun  filan  oynamaz,  bizlere  yancı  filan  da  olmazdı  ya  da  yanımızda  oturup  sohbetimize  katılırsa  daha  sonra  içtiği  çayın  kahvenin  parasını  mutlaka  öder,  yancılığı  haram  olarak  görürdü.

Evet  şimdi  bir  derdi  vardı  Abdullah  Beyin.  Sık  sık  dalıp  gidiyordu. 

-  Heeeeyy.  Abdullah  Hocam.  Bu  ne  dalgınlık  yahu.  Bak  arkadaşım,  bu  dalgınlıkla  sakın  Fen  Bilgisi  laboratuvarına  girme.  Allah korusun   deney  yapayım  derken  bütün  okulu  havaya  uçurursun.

Sözde  espri  yapmıştım  ama  Fen  Bilgisi  Öğretmeni  arkadaşım  hiç  oralı  değildi. Sanki  beni  duymuyordu.  Çaresiz  dürtmek  zorunda  kaldım.

-Abdullah  Hocam. Uyan  yahu.  Bir  sıkıntın  varsa  anlat  da  paylaşalım.  Bakarsın devası  bizdedir.

Abdullah  Bey  nihayet  uyandı.  Kalın  gözlüğünü düzeltip  cevap  verdi.

-Sami  Hocam !  Bir  kaç  güne  kalmaz  aranızdan  ayrılabilirim.

Aramızdan  ayrılmak  mı?  Hasta  filandı  da  doktor  yakında  öleceğini  mi  söylemişti?

-Yahu  turp  gibi  adamsın.  Niçin  aramızdan  ayrılacaksın  ki?  Öğretmenliği  mi  bırakıyorsun  yoksa?  İstifa  mı  edeceksin?

Abdullah  Bey  oldukça  karamsar  ve  ümitsiz  bir  çehreyle  cevap verdi:

-Hayır  hocam.  İstifa    etmeyeceğim.  Allah’a  şükür  hasta  filan  da  değilim  ama  ben  istesem  de  istemesem  de  artık  öğretmenlik  yapamayacağım  gibi görünüyor.

Uzatmayalım..Deşince  biraz,  Abdullah  Bey  anlattı  derdini.

Bizim  Doğu  ve  Güneydoğu  Anadolu  Bölgelerimizdeki  aşiretleri  bilirsiniz.  Aralarında  husumet  eksik  olmaz. Abdullah Bey  de  bir  aşiret  mensubuydu  ve mensubu olduğu  aşiret  içinde nadir  okumuş,  tahsil  görmüş  insanlardan  biriydi.

Abdullah  Beyin  erkek  kardeşi ,  husumetli  oldukları  aşiretten  birine  bir  tehdit  mektubu  yazmış. Mektubunda  açık  açık  karşı  taraftan  birini  öldürmekle  tehdit  etmiş.  Ancak  kendi  aklınca  da  şöyle  düşünmüş:  ‘’ Bunlar  bu  tehdidi  alsınlar  ama  olur  da  dava  ederlerse  ben  hapse  girmeyeyim.  Bunu  da  nasıl  sağlarım:  Mektubun  altına  abimin  adını  yazarak…’’  Yani  tehdit  mektubunun  altında  Abdullah  Bey’in  adı  var. İmza  filan  yok..Karşı  taraf   dava  açarsa  Abdullah  Bey’e  dava  açacak  ama  neticede  yazı  incelenince  bu  mektubu  Abdullah  Bey’in  yazmadığı  ortaya  çıkacak,  mahkeme  hakimi  de  ‘’Siz  kendi  kendinize  tehdit  mektubu  yazıp  masum  bir  insan  hakkında  iftirada  bulundunuz’’  diye  karşı  tarafı  suçlayacak,  hatta  Abdullah  Bey’in  kardeşi  hakaret  ve  iftira  davası  açarak en  azından  bir  de  tazminat  alacak karşı  taraftan..Olayın  özü  bu.  Yani  Abdullah  bey’in  kardeşi  abisinin  başına  gelebilecekleri  hiç  hesaba  katmadan aklı  sıra  tilkilik  yapmaya  kalkıyor. Fakat  olay  Abdullah  Bey’in  kardeşinin  beklentilerinin  çok  çok  ötesinde  bir  şekil  alıyor.

Abdullah  Bey  karşı  tarafın  açtığı  davanın  mahkeme  celbi  kendisine  geldiğinde  olaydan  haberdar  oluyor. Kardeşine  kızıp  bağırıp  çağırsa  da  olan olmuş.

Daha  sonra  Abdullah  Bey  mahkemeye  çıkıyor.

İşte  bundan  sonrasında  kabus  başlıyor.

Hatırladığım  kadarıyla  Abdullah  Bey’in  kara  kara  düşünüp  dünyadan iyice  elini  eteğini  çektiği  dönem  işte  bu  mahkemeye  çıktığından  sonraki dönemdi. Çünkü  mahkeme  okul  idaresinden  resmi  olarak  Abdullah  Bey’e  ait  olan  yazı  örneği  istemişti.  Bu  yazı  örneği  gönderilmiş,  ayrıca  Abdullah  Bey’in  bizzat  kendisinden  de  yazı  örneği  alınmış  ve  tehdit  mektubuyla  karşılaştırılmıştı. Uzman  ve  bilirkişi  raporları  ile  de  Abdullah  Bey  için  kara  günler  başlıyordu.  Tabii  ki  ailesi  için  de.  Çünkü  tehdit  mektubunun  Abdullah  Bey’e  ait  olduğuna  karar  verilmişti.

Hani  olmazdı  ama  mahkemeye  ben  çağrılmış  olsaydım  -  gözlerimle  görmediğim  halde -  kesinlikle  yemin  ederdim  ‘’O  mektubu  Abdullah  Bey  yazmadı’’  Diye.  Çünkü  Abdullah  bey  kesinlikle  böyle  bir  tehdit  mektubu  yazabilecek  karakterde  bir  insan  olmadığı  gibi  aşiretinde  gönüllü  hapis  yatacak  bir  sürü  işsiz  güçsüz  insan  varken  ne  diye  böyle  bir  mektubu  o  yazsındı  ki?

Dahası  karşı  taraftan  birileri    açık  açık  Abdullah  Bey’e  ‘’ mektubu  senin  yazmadığını  biliyoruz ama  kardeşin  olacak  geri zekalıyı hapse  attırıp  da  elimize  ne  geçecek,  seni  attırmalıyız  ki  bu,  sizin  tarafa  bir  darbe  olsun’’  Demişti  (  Tabii  ki  Abdullah  Bey’in  daha  sonra  bize  anlattıklarına  göre )

İşte  bundan  sonra  Abdullah  Bey  için  son  çare  temyiz  ve tabii  ki  Abdullah  Bey’in  yazısının  adli  tıbba  gönderilmesi  aşamasıydı.  Bu  arada  kardeşi  de  mahkemede  ‘’Tehdit  mektubu  ben  yazdım’’  Diye ifade  vermişti, Abdullah  bey  de  yine  mahkemede  karşı  tarafın  kendisine  ‘’  Bu  mektubu  senin  yazmadığını  biliyoruz’’  dediklerini  söylese  de  hiç  biri  kâr  etmedi.  Kardeşinin  ifadesi  bir  işe  yaramadığı  gibi  karşı  taraf  da  kabul  etmiyordu  Abdullah  Bey’e  ‘’ Bu  mektubu  senin  yazmadığını  biliyoruz’’  Dediklerini.  Hoş  kabul  etselerdi  de  değişen  bir  şey  olmayacaktı.  Çünkü  Adlı  Tıp  da (  ya  da  bu konulara  hangi  birim  bakıyorsa ) verdiği  raporunda  Yazının  Abdullah  Bey’e  ait  olduğunu  söylemişti.  Yani  Abdullah  Bey’e  hapishane görünüyordu  ve  bunun  dönüşü yoktu. 

Adım  kadar  emindim o  tehdit  mektubunu  Abdullah Bey’in  göndermediğinden.  Okuldaki  herkes  de  karıncayı  bile  incinmekten  çekinen  bu  zarf  ve  ince  ruhlu  insanın  böyle  bir  tehdit  mektubu  yazmayacağına   son  derece  emindi  ama  adli tıb ‘’ Tehdit  mektubu  Abdullah  Bey  tarafından  yazılmış’’  Diye  karar  bildirmişti.

Abdullah  Bey,  altı  ay  hapis  cezası  aldı. Tabii  ki  öğretmenlikten  atıldı.  Cezası  altı  ay  idi  ama  3,5  ay  kadar  yattı  hapiste  yanlış  hatırlamıyorsam.

Gerek  hapis  hayatında gerek  hapisten  çıktıktan  sonra  ziyaretine  gittiğimizde  artık  Abdullah  Bey  canlı  bir  cenaze  durumundaydı.  Zaten  zayıf,  nahif  bir  insandı.  Şimdi    gibi  adam  eriyip  gitmiş,  tam  bir  iskelete  dönmüştü.    Kara kara  ne  iş  yapacağını  düşünüyordu.  En  son  çare  olarak  akrabalarının  yardımıyla  mini  bir  bakkal  dükkanı  açmaya  karar  vermişlerdi. Ancak  o  bakkal  dükkanı  hiç  açılamadı.  Zira  Abdullah  bey çok  fena  hastalanmıştı.  Kafasını  yastığa  bir  koydu,  bir  daha  da  kaldıramadı. Üzüntüden  kanser  olmuştu.  Ya  da  zaten  hastaydı  ama  hapse  düşmenin  verdiği  üzüntüyle  hastalık  daha  da  ilerlemiş ve  hapisten  çıktıktan  iki  üç ay  sonra  Abdullah  Bey’i  alıp  götürmüştü  bu  fani  ve  canına  yandığımın  dünyasından.  ‘’ Dükkan  açtı ‘’  haberini  beklediğimiz  Abdullah  Bey’in  ölüm  haberi  geldi  bize.

Çok  sevdiğim  bir  arkadaşım,  evlatlarımın  öğretmeni,  üç  öğrencimin  babası  Abdullah  Bey.  Hakkın  rahmetine  kavuşmuştu.

Evet…Üç  çocuğunun  da  öğretmeniydim  Abdullah  Bey’in.  Büyük  kızı  Ayla  orta  okulu  yeni  bitirmiş,  liseye  başlamıştı.  Onun  küçüğü  Semra  da  öğrencimdi  ve  Semra’nın  bir  küçüğü  Sadullah  da  oğlum  Cihangir’in  sınıf  arkadaşıydı.

Sonra?

Sonra  benim  tayinim  çıktı  oradan.  Onlar  da  zaten  şehir  merkezine  taşınmışlardı  ta  Abdullah  bey  hapis  cezası  aldığı  andan  itibaren.   Abdullah  Bey’in  ölümünden  sonra  ailesiyle  sık  görüşebildik  dersek  yalan  olur.

Oradan  1996  yılında  tayinim  çıktı…. Aradan  aylar  yıllar  geçti.  Bir  gün  internette  o  görev  yaptığım  ile  ait  bir yerel  gazetede  ‘’Plaza  Cinayeti ‘’  başlıklı  bir  yazı    dikkatimi  çekti.  Yazıyı  okuduğumda ise   gözlerim  fal taşı  gibi  açıldı.

Öğrencim  Sadullah  Yani  Abdullah  Bey’in  oğlu,   2007  yılında  bahsi  geçen  ilde  bir  plaza  önünde  iki  arkadaşı  ile  birlikte  bir  lise  3.  Sınıf  öğrencisi  genci  bıçaklayarak  öldürmüştü. 

Daha  sonra  bazı  öğrencilerim,  -babası  Abdullah  Bey’in  ölümünden  sonra - Sadullah’ın  çok  kötü  işlere  bulaştığını,  uyuşturucu  satıcılığı  bile  yaptığını  söylediler.  Kısaca  tam  bir  mafya  elemanı  olmuştu  Sadullah.

Ürperdim,  korktum,  dehşete  kapıldım.  Bir  adlî  cinayet,  (  Abdullah  Bey’in  hapis  yatmasını  kast  ediyorum- Yanlış  anlaşılmasın.  Adli  Tıbbın  raporu  üzerine mahkemenin  verdiği  hapis  cezası  elbette  doğru  bir karardı  ama  adli  tıb  öyle  bir  kararı  nasıl  vermişti. ?  Abdullah  bey,  onu  tanıyan  herkesin  vicdanında  masumdu.  İşte  o  yüzden  adli  cinayet  diyorum.) Evett  bu  adlî  cinayet,  yıllar  sonra  çok  adi  bir  başka  cinayete  sebep  olmuştu.  Eğer  Abdullah  Bey  öyle  bir  cinayete  kurban  gitmeseydi  oğlu  yıllar  sonra  gencecik  bir  insanı  bıçaklayarak  öldürmezdi.  Ya  da  şöyle  düşünebiliriz:  Eğer  aynı  şey  benim  başıma  gelmiş  olsaydı  Sadullah’ın  yerinde  oğlum  Cihangir  olabilirdi  pek  âla.

Peki  Ayla  ve  Semra’ya  ne  olmuştu  acaba?

Sadullah  bir  katil  olduğuna  göre  Ayla  ve  Semra ‘ın  akıbeti  de  hiç  iyi  olmamıştı  mutlaka.  İşin  doğrusu  korktum  ve  araştırmadım.  Allah  korusun  o  can parelerim  kızlarım  karşıma  ???  Anladınız  işte…Karşıma  o hüviyetle  çıkma  ihtimallerinden  korktum  ve  araştırmadım  onlara  ne  olduğunu.

Evet…Mizah  güzel,  iyi,  hoş  da  şu  sineyi  bir  deş  de bak  ne  yareler  var.

Selam  ve  sevgilerimle.

( Bir Adlî Cinayet Ve Sonrası başlıklı yazı Sami Biber tarafından 22.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.