Gel De Fıtık Olma / Ah Bellerim Belleriiimmm
Efendim, insanın aslında
bir beli vardır
ama her nedense
beli ağrıdığında ‘Ah
bellerim bellerim ‘’ der.
Evet..Lafa böyle başladığıma
göre bu gün
bel ağrısından bahsedeceğim.
Hani Türk erkek
ve kadınlarının neredeyse
yarısında var olan
bir rahatsızlıktır fıtık.
Hele bir de
benim gibi bir
ömür boyu vücudunuzun
tüm yükünü tek
ayağınız taşımışsa, hele
benim gibi mesleğiniz
ayakta icra edilen
bir meslekse ve siz o
mesleğe ömrünüzün otuz üç
senesini vermişseniz yaşınız
altımışı aşınca hatta
daha öncesinden belinizde fıtık oluşması
kaçınılmazdır..
Şimdi denilebilir ki ‘’Hocam !
Öğretmendiniz. Sınıfınızda bir
masa ve oturacağınız
bir sandalye vardı.
‘’ Doğrudur. Ama
eğer bir öğretmen
sınıfta oturursa öğrenciler
ayağa kalkar. O
bakımdan kendi hesabıma
ben hiç bir
zaman oturan öğretmenlerden olamadım.
Haa Öğretmen demişken: Bu
gün öğretmenler günüydü..
Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk ‘e 24
Kasım 1928 de Başöğretmen
Unvanı verilmişti ama
gel gör ki
1980 İhtilaline kadar
hiç kimsenin aklına
bu günü Öğretmenler
Günü olarak anmak
ve kutlamak gibi
bir şey gelmemişti. İhtilal cuntasınınmış
nasip ve kısmet.
1980 İhtilalinden sonra
paşa bir Milli
Eğitim Bakanımız oldu:
Hasan Sağlam. ( Yav hakket
bizim hiç öğretmen
Milli Eğitim Bakanımız
olmadı galiba.)
Sağlam paşa , sağlam
bir emir ( Ki biz
ona genelge diyoruz) gönderdi tüm
Milli Eğitim Müdürlüklerine. Milli
Eğitim Müdürlükleri de
okullara : ’’ Bundan kellü
24 Kasımlar, Öğretmenler
Günü olarak kutlana’’
İşte o sene yani
1981 de ben üç
senelik bir öğretmendim. 12 Eylül
1980 günü pek
çoğu toparlanarak analarından
emdikleri süt burunlarından
dökülmüş olan pek
çok sağcı ya
da solcu öğretmen
arkadaşım 1981 de de
mızıldanmaya başlamışlardı ‘’ Bu
ne ya.
Bu resmen dayatma’’
Diye ama dediğim
gibi bunlar dışarıya
kadar ulaşmayan mızıldanma
türü sessiz sitemlerden
öteye gidemiyordu. Daha
bir kaç sene
önce ‘’ Kahramanmaraş
olaylarını protesto etmek için
derslere girmiyoruz’’ Diye
doğrudan doğruya kaymakamlığa dilekçe veren
cesur arkadaşlar şimdi
süt dökmüş kedi misali
İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğünden gelen ‘’
24 Kasım 1981
Günü ilçemiz sinemasında
sahneye konmak üzere
Cevat Fehmi Başkut’un
Paydos adlı eserinde görev almak üzere her okuldan gönüllü öğretmenlerin
listesi yapıla ve
en kısa zamanda
bu liste İlçe
Milli Eğitim Müdürlüğüne
iletile’’ Emr-i Şerifi mucibince
‘’ Bennn..Ölümü öp
bennn.’’ Diye piyeste
görev kapmak ya
da doğrudan doğruya
rol almak için
yarışıyordu adeta.
Hay Allah. Yahu..Fıtıkla başladık
nerelere geldik… İnsan yaşlanınca
böyle dağıtıyor işte…
Evet efendim. Ne
diyorduk?
Evet hatırladım.
Çıkarın kağıtlarınızı. Yazılı yapıyorum.
Tek bir sorum
var bilene beş,
bilemeyene sıfır.
Yazın…Soru: Atatürk’e 24
Kasım 1928 de
Millet Mektepleri Başöğretmenliği verilmiştir.
Peki 24 Kasımın yine Atatürk'le
ilgili bir başka
önemli tarafı nedir ?( Bakalım bu sorunun cevabını bilen ya da merek eden olacak mı?)
Yok yaa.
Burada kalmamıştık. Neydi? Hah tamam hatırladım..
Avrupa Birliği Parlamentosunda Türkiye’nin
üyeliğine red kararı çıkmış
bu gün. Eyvah ki
eyvah… Gel de şimdi
fıtık olma. Namussuz
herifler. Bula bula
bizim Öğretmenler gününü
mü buldunuz red
kararı vermek için?
Şimdi korkum ne
biliyor musunuz?
Vatandaşın biri paylaşmış
bu haberi Bir
başka vatandaş da
altına yorumunu yazmış: ‘’ % 50
Koyun sürüsü sevinsin!!!’’
Bu demektir ki
sevinen bir %50
koyun sürüsü var.
Yani insan olan(!), İnsan sürüsü
bu habere son
derce üzülmüş. İşte
benim korkum da
burada başlıyor. İster
misiniz şimdi bu
%50 lik insan(!)
sürüsü ‘’ Hep
öğretmenlerin uğursuzlu yüzünden’’
desinler? İster misiniz
Avrupa Birliğine giremeyişimizin kabağı
da gelsin biz
öğretmenlerin başında patlasın.? Dahası
bu %50 lik insan(!)
sürüsü bu günü
yani Öğretmenler Gününü
‘’ Milli Yas Günü ‘’ ilan
etsinler?
Ah ulan
Avrupa Parlamentosu ben sana ne
diyeyim. Sürüm sürüm
sürün inşallah. Kaç tane gözün
varsa hepsi birden kör
olsun. Nan’a muhtaç
kalasın inşallah. Varımız
yoğumuz bir günümüz vardı
onun da içine
ettin.
Şeyyy..Bu arada söylemeyi unuttum.
Biz aslında çooook
uzun yıllar önce,
bundan tam 160 sene Önce Avrupa
Birliğine girmiştik biliyor musunuz?
Şimdi ‘’
Ohaaa be hocam !
160 sene önce
Avrupa Birliği mi
vardı?’’ Diyenleriniz olacaktır
ama vardı valla.
İnanmazsanız 1856 Tarihli Paris
Antlaşmasına bakın.
30 Mart
1856 da imzalanan Paris
Antlaşmasında bir madde aynen
şöyle diyordu:
‘’ Osmanlı Devleti
bir Avrupa devletidir. Toprak
bütünlüğü Avrupalı Devletlerin
garantisi altındadır.’’
Yani?
Yani 1856 da Biz
Avrupa Devleti olarak kabul
edilmişiz ve toprak
bütünlüğümüz Avrupalı Devletlerin
garantisi altına girmiş.
Daha da özeti.
1856 Yılında Avrupa
Birliğine ( Henüz
ismi olmasa da )
girmişiz.
Ama sadece 21 sene sonra
Ruslar o meşhur
93 Harbinde canımıza
okuyup taa Çatalca
önlerine kadar geldiklerinde
toprak bütünlüğümüzü garanti
altına almış olan
devletler sadece durup
seyretmişler.
O da
yetmemiş.
Bir Avrupa Devleti
olduğumuz ve toprak
bütünlüğümüz Avrupalı devletlerin
garantisi altında olduğu
halde
1915 İstanbul Antlaşması
1915 Londra Antlaşması
1916 Sykes- Picot Antlaşması
1916 Petrograt Protokolü
1916 Mac
Mahon Antlaşması
1917- . Saint Jean de Maurienne Antlaşması .
İle Osmanlı Devletini
nasıl paylaşacaklarını tasarlamışlar
aralarında.
İşte %50 lik
koyun sürüsü bunun
farkında olduğu için %50
lik insan sürüsünden
farklı olarak Avrupa
Parlamentosun bizi Avrupa Birliğine
almayacak olmasına ‘’ Çok
da tınnn’’ Diyorlar.
1981 yılında da
hiç aldırmıyorduk Avrupa
Birliğine mi giriyoruz
yoksa Avrupa Birliği
mi bize giriyor
diye. Çünkü o
yıllarda tamamen Kenan Paşa
girmişti alayımıza. Hem
de koluyla bacağıyla. Avrupa Birliği
diye bir şey de hiç
kimsenin gündeminde değildi.
Meğer kapısında bekleşiyormuşuz da
haberimiz bile yokmuş.
1981
de nerede öyle
babayiğit ki çıksın
‘’ Ne oyunu kardeşim.
Ben bu dayatmayı
kabul etmiyorum’’ desin.
Sıkardı biraz. Hatta
biraz değil bayağı
bayağı sıkardı… 24
Kasım 1981 günü sahneye
çıktık, seke seke oynadık
Paydos’u…
Yahu yine dağıttım
galiba. Konumuz fıtık
değil miydi?
Efendim fıtık aslında’’ iç
organlardan birinin bir parçasının, çoğunlukla da bağırsağın bir bölümünün,
bulunduğu boşluğun çeperlerinde doğal olarak bulunan ya da sonradan olma bir
delikten dışarı taşarak deri altında bir şişkinlik oluşturması.’’ na denirmiş.
Aslında tedavisi kolay
bir rahatsızlıktır.
Bacaklarınızdan ağaca asılıp güçlü bir
kişi tarafından hızla
aşağı doğru çekilmek,
keski ve tokmak
ile tam fıtığın
üzerine orta sert
şiddette vurarak dışarı fırlamış
olan bağırsağın içeri
girmesini sağlamak, elektrik
süpürgesinin vakum gücünden
faydalanmak başlıca tedavi
yöntemleridir. Bu kadar basit
bir tedavisi olmasına
karşın hâla bazı
vatandaşların evlatları ne
diye 6 sene
Tıp, altı sene
de ihtisas için
toplamda on iki
sene bu tedaviyi
öğrenmeye çalışırlar Tıp
Fakültelerinde, onu da
anlamış değilim.
Bu arada
ben bir şey
daha keşfettim.
Bilgisayar karşınında tuzlu-susamlı
kraker yeyip meşrubat
içerken bir taraftan da
işte böyle yazılar
yazmak fıtığa son
derece iyi geliyor.
Mesela sabahtan beri
ağrıyan belim, şu
anda hiç ???
Yok ara sıra zonklama
var ama sabahki,
ya da öğlenki
hele hele ikindi
üzeriki ( Türkçemi
seveyim ))))) ) kadar
değil. İkindi ile akşam
arası neredeyse düz
duvara tırmanacaktım belimin
ağrısından..
Sebep?
Ah onu
hiç sormayın.
Meslektaşlarımın pek çoğu
bu gün bir yerlerde
eğlenirken ve sanki
bana nispet yaparcasına
yediklerinin içtiklerinin fotoğraflarını yayınlayıp
beni daha da bir fıtık
ederken ( Sanki
Avrupa Birliğinden şutlanmanın
üzüntüsü yetmiyormuş gibi (!) ) Ben bu
gün, hemi de bu
mübarek günümüzde ne
yapsam iyi? Sabahtan
akşama kadar ev
temizliği yaptım efendim.
Bir elimde elektrik
süpürgesi, ötekinde paspas. Bir
mutfakta bulaşık yıkıyorum,
bir tuvaletin fayanslarını
ovuyorum. Döküntüleri toplama,
marleyleri silme, yağları
ovma derken… ‘’Ah
bellerim bellerimmmm’’
Bu ağrı
sızı içinde her
ne kadar saçmaladıysak affola.
(
Gel De Fıtık Olma / Ah Bellerim Belleriiimmm başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
25.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.