Konduğum/uz en kırık dal yine

Mahşer öncesi yitip gittiğim/iz meşakkatli bir süreç.

 

Özlemi var debdebeli vazgeçişlerimizden geride kalan koca bir sükûnet.

 

Düş pazarındayım terk eden huzurun mayasını çalarken gö(n)le ve rakımı kayıp şehirlerin soluksuz nidalarında saklı tuttuğum hatıratı yüklendim de geldim gecenin kor/kör vakti.

 

Elemle yıkadım ellerimi, esefle avuçladım yankıları ve teveccüh buyurdu evren: Her kıyamda kıyıldığımı gördüm şeytan ki müridi kötülük ve nefret ki en büyük ayıbı beşerin.

 

Sefil tınılarında evrenin, eremediğim hidayetin basireti bağlanmış sancısıyla doğdum akabinde doğurdum yetmedi benliğim doğrulmakla ölmek arasında gidip geldi hele ki şeceresini tuttuğum k/ayıpların da gölgelerini sıvıştırdım bir demlenip bir darlanıp bir de sarmalında ikilemlerin hicrana durduğum.

 

Sözsüz tüm suretler: Konuşsalar ne olacak ki hele yüzleri gözleri is içinde ve konuşlu nefretin de nidalarını sakınıp saklarlarken gerçek yüzlerini. Karayı da sevmem karalamayı da ama karalanmak en illet tahakküm iken gıybet pazarı yoksunluklarında artık biçemedikleri hangi kefen ise.

 

Dün gitti.

 

Bugünü yine yitirdik belli ki evrenin nabzı ölümlerde korelasyon geliştirmiş. Bir değil iki değil.

 

Daha dün bir bu gün iki.

 

Dahası da var mı? Duymak da istemiyorum öğrenmek de hele ki bilip bilmemek arasında gidip gelen destursuz hükümleri de duydumsa ne söz kalıyor söyleyecek ne de umut yarına dair.

 

Enkazı eski yılın ve nasıl da beklenti mahiyetinde dolambaçlı söylemler verdik yeni yılı kapıda beklerken oysaki takvimden düşen bir yaprağı milat bilip, dış mihrakların da oyununa geldik mi yok bizlerden efkârlısı.

 

Ölümlerden ölüm beğeniyoruz adeta.

 

Nasıl isterdiniz?

 

Dilemekten gayrisi ne ola ki? Öncelikle huzur ve barış akabinde dingin bir ahali yine korkuların esiri olmamış ve sükûta davetiye çıkaran niyazlarımız.

 

Elim kolum bağlı. Basiretim hepten teyakkuzda biraz da münafık bir lehçede soyup soğana çeviriyorlar öncelikle varlıklarımız heba olup gidiyor akabinde canımızdan oluyoruz: Bugün bana yarın sana!

 

Günahların da ayıpların de dirayeti çalındı.

 

Sevgiye meyletmekten de ötesi arzu ettiğimiz. Öncelikle sakin bir vicdanda ve her rükûda, cehaletimizi yargılamak derken mimlenmişken acıyla sadece dilek ağacında tokalaştığımız mutluluk ve huzur denen mefhumların yanına sayısız çentik atmak.

 

Doğurgan evren ve de buyurgan.

 

Her lütfü öpüp başımıza koymak belki de baş koymak yine ülkülerimiz iken bizi biz yapan ve inancımızın asla sonlanmadığı tam tersi gitgide güçlendiği.

 

Ölüme uyanmak nasıl bir kifayetsizlik hele ki Hakkın huzurunda asla makbul olmayan ve safsatalarını yine nefretin görmezden gelmek ama debelenmek de olası can pazarında. Bir adım ötemizi görememek ama yine de adımlamak ve adlandırmak gayretlerimizi üstelik ıskalanan yaşama sevincimiz.

 

Ansız ve ritmi olmayan.

 

Sonsuza meyledip an’da asılı kalan.

 

An’dan soyutlanmak ve sadece ömrün uzvu olan bilinmezin kollarında mağlup gelmek.

 

Kaygılar had safhada en çok da çöreklenen ölüm korkusu. Ne büyük yanılgı oysa! Kim dedi ki ölümden korktuğumuzdur tek gerçek. Hâşâ! Lakin vakitsiz ölümler de değil istenen sadece kaderin buyur ettiği ölümle randevunun zamanında tahakkuk etmesi.

 

Ne çocuk ne yetişkin.

 

Ne kadın ne de erkek.

 

Korkmadan yaşamak olmalı oysa desturumuz lakin huzur da ahenk de hak getire ve tüm lakayt gölgeler yine zan altında.

 

Özgürlüğümüz hepten çalıntı ve sancılı bir izdüşümü yine muğlâk ve yetim düşlerde düşüşe geçen ikrarı soyut imler kadar da göreceli.

 

Ölmek hiç bu kadar ucuzlamamıştı ve ölümlü imler de hiç bu denli konuşlanmamıştı her satır arasında nöbete duran nifak yüklü nidalarda bilfiil tehdit edilmekle yaşamak arasında gidip gelirken.

 

Kaybolmayı biz istemedik belki de hiç kaybolmayacağımızı garanti etmiştik tüm cehaletimizle ya bulamazsak yeniden.

 

Neden kaybolduk ki yoksa kayıp verdiğimiz başka şeyler de var da biz mi tanımlayamıyoruz?

 

Zamansız çalınan hayatlar, amansız bir kör dönüşü. Zan altında kalmaktansa kayıtsız olmak mı yoksa kayıtlara geçmeyen sözsüz tümceler mi acının bağrında kanayan benliklerimiz belli ki bağdaş kurduğumuz zaman denen düzeneğin aykırı uzamlarında nice gel-git yine ayyuka çıkan cimri benliklerimiz.

 

 

 

 

( Neden Kaybolduk? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 11.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.