Teyit ediyorum yalnızlığımı
yazmakla mükellef kılındığım bir şiir daha damlarken yüreğin pompası sayesinde
biriken hüzün çanağından, andığım bir aşka rahmet okuyup, resital verecek iken
çaldırdığım mutluluğun kaçıncı dalyası ise hüzün.
Tehir ediyorum; belki
de ölümü ve kırağı çalan bir imde nükseden en nüktedan dokunuş iken aşka dair
çaldığım her şarkı ve çaldırdığım yaşama sevincimin tınısında kayıp bir beyit
iken ötelenmiş bir varlıktan arda kalan.
Katmerli bir sancı, adı
olmayan bir buhranda adı olmayan kadınlar ve adamlar örselerken benliği.
Kirli duvağı gelinin.
Kayıp ruhu ölü çocuğun.
Doğmamış bebeğe biçilen
don kadar da anadan üryan bir sancı tüm gölgeler kıyama durmanın ötesinde
kıyıma meyletmiş bir cinnetle soyup soğana çevirirken lahitteki çürük ve lanet
tufanı üstelik delerken mahremi ayrıştırırken öbek öbek.
Kara gölgeler ne çok,
saklı isyanlar ise ayyuka çıkmış.
Her yer ölü ruh dolu
üstelik bedenleri leş oysaki yeni çıkmıştı kuvözden(fırından) o doğmamış bebek
kadar masum addedilen bir benlik iken rötuşlarken alabildiğine ifrata kaçan.
Sayısız ve emsalsiz.
Sıradan ama sıra
dışılığa haris bir gözle bakan.
Tanzimi dünün ve bu
günün ki kopuk bir tezahürat sandık sandık hüznü mutlulukla devşirme ihtiyacı
ve ihtiyar bir sayaç yine ömrün gel-gitlerine rahmet okumak kadar da meşakkatli
iken dünü yarına taşıyacak olan ama elinde sancak, yüreğinde kor, bağrında
yoksunluk.
Tekdüze tüm insanlık ve
tek sıra haris bir bilinmezlik iken yüreğin yongasını yok sayan ama ebediyete
uğurlamayı da marifet bellemiş.
Kırgın çiçeklerin
cüreti belki de hala aşkı doğurgan bildiğimiz ya da on üçün laneti hele ki
Cumaya rast gelmişken aralığın on üçü.
Kan revan mı insanlık
yoksa mutluluk fora mı?
Sevici bir tahayyülü mü
beşerin yoksa bir kandırmaca mı yine teknolojinin insan ırkını ihlali belki de
akıllı cihazları bizzat yaratıp da aklını çoktan yitirmiş çoğunluğun isyan
bayrağı; hayli hoyrat hayli de yorgun.
Hezeyanlar biriktiriyor
yoldaş şiirler ve törpülüyor lanetini ruhların derken ayıklıyor ihlal edilmiş
hangi imge ise ve tezahür eden kara delikte yok oluyor önce dünya sonra da
ayyuka çıkan isyan.
Sözsüz tümceler kurmak
mı olası bunca seyrindeyken kuş bakışı yazmadığımız hikâyelerin ve kurmaca
aşklar kadar da efsunlu bir yoksunluk varlığın mahremine yerleşik matem.
Sonsuz belki de
yarınsız… Nasıl bir ikilem ise yine de ne gam ruhum!
Sorunsuz olsa keşke
yeni gün: Hiç güleceğim yoktu, demek mi yoksa yine Tanrı’ya isyan üstelik
başımıza geleceklerin tahayyülü iken düne gömdüğümüz ve öldürmeye
doyamadığımız, besledikçe semiren egolarımız.
Sağalttıklarımız bir
yanda onulmaz yaralarımız kefe’nin diğerinde: Nerede eşitlik? Nerede adalet?
Nerede kayıp hegemonyaların devrik müritleri iken sağa sola dağılmış ve tüm
yanlı imgeleri tek dokunuşla yok eden bir mizaç yine dökümlü giysileri o rahvan
bedenlerde tutuklu bir rota mı da nereye gittiğinden bihaber?
Külfeti belli ki
yoksunluğun ya da hamurumuzda var nice gel-git akıllı üstelik med-cezir kıvamında
sayısız rötuşla donattığımız portre bozuntusu mizaçlarda illa ki ters giden bir
şey olmalı mı, demek mi o buyurgan tınısı yine varlıksız bir günde varyemezin
malını yerler, demek iken en zaruri eleştiri ve dip sancısı evrenin hele ki
çatık kaşlı bir kelama düşmüşken yolu şeytani bir güç iken masumiyeti öldüren o
tınısında saklı iken dış sesin, sizlere ömür bir gölge kadar da patavatsız ve
kıymete binmişken.