HÖDÜK

Sen  ne  dersin  bu  işe  Duman?  İlk  defa  bir  kadın  bana  birlikte  bir  fincan  kahve  içmeyi  teklif  ediyor. O  hoooo Duman  verdiğim  balık  kafalarını  lüplemekle  meşgul.  Beni  duyacak  hali  yok  ama  yine  de  adam...Pardon kadın  (  Duman  bir bayan  kedi )  hiç  olmazsa   ''Hayırlı  olsun''  manasında  bir  '' Miyav''  der  di  mi?  Oysa  bizim  Duman  bebelerine  bol  süt  yapabilmek  için dalmış  balık  kafalarına.  O  da  haklı  aslında. 

Bir  fincan  kahve mi?  Allahtan  kadına  söyledim  midemde  ülser  olduğunu.  Ya  o  değil  de  bu  tanışma  merasimlerinde  ille  de  kahve  içmek  şart  mı?  Haydi  kahve  içmek  şart  diyelim  neden  ille  de  acı  kahve  olacak?  İçine  az  şeker  atılsa  kıyamet  mi  kopar?  

Kan ter  içindeydi  Halit  Emmi.   Terden  sırılsıklam  olmuş  yüzünü  bana  doğru  döndürdü  ve  her  biri  yol  yol  çiziklerle  dolu  nasırlı  elinin  şehadet  parmağını  adeta  gözümün  içine  sokarcasına  hayıfla  söylendi.  ''  Bak  oğul.  O  elindeki   çubuğa  takılı elmanın  üzerini  kaplayan  pembe  renkli  şey  var  ya. İşte  ona  şeker  derler.  İşte  o  şeker  de  şu  gördüğün  pancardan  elde  edilir. Eğer  okumazsan  senin  olacağın  da  bu?  

Saf  saf  sordum.  ''  Okumazsam  şeker  pancarı  mı  olacağım?''  Halit  Emmi  kah  kah  kaaahh  diye  güldükten  sonra  ''  Irgat  olursun  ırgattt''  Diye  cevap  verdiğinde  kendime  kendime  ''  Ben  okumayacağım''  Demiştim.  ''  Cahit  Irgat  olmayı kim  istemezdi  ki?''  

Yaa  işte  böyle  Duman...Şeker,  şeker  pancarından  elde  edilirmiş.  Neden?  Kahveye  katılsın  diye.  Ama  sen  kahveyi  de  bilmezsin  tabii  ki.  Sen  habire  doğur  dur  anasını  satayım.  Kızım  insan  biraz  nefsine  sahip  olur.  Ne  o  öyle  her  sene  en  az  dört  çocuk?  İnsan  doğurabildiği  kadar  değil bakabileceği  kadar  doğurmalı. Değil  mi?

Ama  sen  insan  değil  misin?  Ha  bak  orada  haklısın  işte.  

Neyse...Sen  beni  dinlemiyorsun.  Ben  çıkıyorum.  Ev  sana  emanet.  

Sen  köpek  değil misin?  Bak  işte  orada  da  haklısın. Sen  zaten  hep  haklısındır.  

Haklısın  hanım.  Bu  gemi  artık  yürümüyor.  Her  gün  bir  öncekinden  beter  batıyoruz.  İkimiz  birlikte  boğulacağımıza  ayrılalım .  Belki  içimizden  biri  yüzerek  sahile  ulaşır.  Boğulmaktan  birbirimize  tutunarak  kurtulmamız  mümkün  olmayacak.  Zira  ben  çırpındıkça  senin  boğazına  sarılıyorum,  sen  çırpındıkça  benim  boğazıma  sarılıyorsun.

Hiç  itiraz  etmedi.  El  ele  girdik   adliye  binasından  içeri.  Sadece  yarım  saat  sürdü  tüm  iş  ve  işlemler.  Dışarı  çıktığımızda  ellerimiz  de  yollarımız  da  ayrılmıştı.  Değişmeyen  tek  şey  boğulmaya  devam  ediyor  olmamızdı.  Ayrı  ayrı  da  boğuluyorduk.  Validem  sağ  olsaydı  üzüntüsünden  kahrolurdu  kadıncağız. 

-Şeyyy.  Valide  Camiini  biliyor  musunuz  Leman  Hanım?
-Üsküdardakini  mi?  Evet  Biliyorum.
-İyi  o  zaman.  Saat  tam  üç  gibi  onun  önünde  buluşalım.  Oradan  bir  cafeye  gideriz. Münasip  mi?
-Tamam  Sami  Bey  bence  de  münasip.

Ulan  oğlum  Sami. Şu  dünyaya  kalas  geldin,  kereste  olmadan  gideceksin.  Ulan  ''  münasip''  Kelimesi  için  Türk  Dil  kurumu  ''  ilişkiye  hazır  kadın  ''  açıklamasını  yapmamış  mıydı  davar?  ''Münasip''  ne?  Adam  gibi  ''Uygun mu''  Diye  sorsana...Neyse..Kadın  bilmiyor  galiba  kelimenin  bu  manasını. 

-Sami Bey
-Buyurun  Recep  Bey
-Apartman  aidatını  almaya  gelmiştim.
-Çok  acele  işim  var  Recep  bey.  Daha  sonra.  Tamam  mı?
-Münasip olduğunuzda  uğrayın  bırakın

Gel  de  ağzını  burnunu  dağıtma  yamuk  herifin.  Yok  Sami  sakın  öyle  birşey  yapmaya  kalkma.  Herif  ayı  gibi.  Bir  pençede  yere  serer  seni.  

Ne  demiş  Karacoğlan?

Naçar  Karacaoğlan  naçar
Pençe  vurur göğsün  açar.
Kara  gündür  gelir  geçer.
Gamlanma  gönül  gamlanma

Hem  Üsküdar'a  giderken  maraza  çıkartmaya  gerek  yok.  İnşallah  Cenab-ı  Rabbilalemin  de  maraza  çıkartıp  yağmuru  boca  etmez  tepemden  aşağı.  Zira  bulutlar  kümülonimbus  kimilonimbus    göz  kırpıyorlar.  Her  an  bizim  Dıgıl  Çelebi'nin (  2  No lu  oğlum. Asıl  adı Tuğruldur. Ona  2  No  lu  Kangalım  da  derim.)  Selvi  Boylum  Al  Yazmalım  fimini  seyrederken  döktüğü  göz  yaşları  gibi hüngürdeye  hüngürdeye  boşaltabilirler  ne  kadar  damlacıkları  varsa. 

-Merhaba  Leman  Hanım.  Davetimi  kabul  edip  geldiğiniz  için çok  teşekkür  ederim.
-Merhaba  Sami  Bey.  Merhaba  olmasına  merhaba  da  siz  beni  davet  etmediniz  ki.  Ben  sizi  davet  ettim.
-Haaa doğru.  Davetinizi  kabul  edip  geldiğim  için  teşekkür  ederim.
-Ay  ne  diyorsunuz  siz.
-Davete  icabet  sünnettir  diyorum.  

Of  be  kadın.  Anlatamıyorum  galiba.  Çocuğu  bu  sıkıntıdan  kurtarmak  için  sünnet  ettirmemiz  gerekiyor.  Neden  inat  ediyorsun?  Varsın  henüz  altı  aylık  bebek  olsun.  Abisi  de  bir  buçuk  yaşında...  İkisini  birden  çıkartalım  aradan.  Sünnet  düğünü  yapmak  şart  mı?  Yok  işte anasını  satayım.  Sünnet  düğünü  yaptıracak  param  yok.  Senin  mürüvvet  görme  hevesin  yüzünden  çocuk  hep  böyle  ağlaya  ağlaya  mı  işesin?

-Bir  şey  mi  dediniz  Sami  Bey?
-Diyordum  ki Osmanlı  Şehzadeleri  hep  oldukça  ileri  yaşlarda  sünnet  olmuşlarmış.  Hatta  içlerinde  16-17  yaşında  sünnet  olanlar  bile  varmış.
-Allah  Allah..İlginç..Ama  şimdi  nereden  aklınıza  geldi anlayamadım.
-Ben  de  on  altı  yaşımdayken  sünnet  olmuştum.  Haaa  biliyor  musunuz  ben  bu  olayı  bir  edebiyat  platformunda  ''  Ham  meyveyi  kopardılar  dalından  ''  Başlıklı bir  yazım  ile  anlatmıştım.
-Ciddi  misiniz?

Ben  hep  ciddiyimdir...Ah  baba  ahhh.  '' Oğlum  ciddi  ol.  Ciddi  adam  öyle  her  şeye  sırıtmaz''  Diye  diye  asık  suratlı  herifin  biri  yapıp çıkardın  beni.  Bir  tek  gülen  fotoğrafım  yok  biliyor  musun?  Millet  benim  yazdıklarıma  gülüyor ama  ben  hiç  gülemiyorum. 

-Sami  Bey.  Gidelim  mi  artık.  Hep  burada  dikilip  kalmayacağız  herhalde?
-Haklısınız.  Gidelim.  Kümülonimbuslar  her  an  tepemize   boşalabilirler?
-Ay  o  da  ne?
-Yağmur  bulutları  yani...
-Ben  de  onu  diyordum.  Hemen  bir  cafeye  gidip  oturalım.
-Yalnız  gitmeden  önce  ben  size  önünde  bulunduğumuz  şu  Valide  Camii  hakkında  biraz  malumat  vereyim.

Tam  adı  Valide-i  Cedid  Camii  olan bu  Cami,  Osmanlı  Padişahlarından  II.  Mustafa  ve  III.  Ahmet'in  anneleri  olan  Emetullah  Rabia  Gülnuş  Sultan  tarafından  yaptırılmıştır.  Caminin  yapımına 1708 yılında  başlanmış  ve  1710  da  tamamlanmıştır.  Caminin  mimarı  Kayserili  Mehmet  Ağadır.  Bu  arada  hatırlatayım:  Mimar  sinan  da  Kayserilidir. Hatta  Mimar  Sinan'ın yanında  yetişimiş  olan  ve  Yeni  Caminin  mimarı  olan  Mimar  Davut  Ağa  da  Kayserilidir.

Allah  Allah...Kadın  cep  telefonuna  kayıt  mı  yapıyor söylediklerimi,  yoksa  birine  mesaj  mı  yazıyor?  Neyse  ben  anlatmaya  devam  edeyim. Yağmur  da  başladı  ama  olsun.  Bu  bilgilerden  mahrum  kalmasın  kadıncağız.

Nerede  kalmıştım?  Evet...Rabia  Gülnuş  Sultan  aslen  Giritlidir. Asıl  adı  Evamania'dır.  1642 de  doğmuş  olan  Rabia  Gülnuş  Sultan  1715 de  73  yaşında  vefat  etmiştir.  Onun  inşa  ettirdiği  bu  caminin  mimari  özelliklerine  gelince: Cami  Kare planlıdır. Basık şekilli kubbesi dört kemerle dört yarım kubbenin meydana getirdiği sekiz köşe üzerine oturur. İkişer şerefeli iki minaresi vardır..

Hay  Allah.  Şimdi  kim  bu  muhabbete  limon  sıkan.  Leman  hanımın  cep  telefonu  çalıyor.

-Pardon  Sami  Bey.  Gördüğünüz  gibi  telefon  geldi.  Benim  çok  acil  gitmem  gerekiyor.  Ne  olur  kusura  bakmayın.  Bir  başka  sefer  yine  buluşuruz.  Bu  sefer  de  sizden  Mihrimah  camiinin  hikayesini  dinlemek  isterim.  Şimdi bana  müsaade.

Yok  arkadaş.  Bir  insanın  kısmeti  kesik  olmaya görsün.  Daha Üsküdardaki  sadaka taşlarını ,  Kız  Kulesini, Aziz  Mahmut  Hüdayi  dergahını anlatamadan  çekti gitti  kadın  iyi mi?  

( Hödük başlıklı yazı Sami Biber tarafından 9.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.