Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 27.04.2017
Okunma Sayısı : 2349
Yorum Sayısı : 0


Yukarıdaki  isim  aslında  tüm  dünya  tarafından  tanınır  bilinir.  

Adından  da  anlaşılacağı  üzere  bir  Ermeni  kızı  olan  Agnes  Gonca  Boyacıyan'ın  babası Cole  Ermenistan'dan küçük  yaşlarda  göç  etmiş ve  Osmanlı  Topraklarından  olan  Üsküp'e kadar  gelmiş ,ilerleyen  yaşlarında  burada Drane   adında  bir  Arnavut  kadınla  evlenmişti.  Bu  evliliğinden  doğan  iki  kız çocuğundan  büyüğüne  Aga,  küçüğüne  Agnes  Gonca  adı  verilmişti.

1910  Yılında  Prizren'de  dünyaya  gelen  Agnes  Gonca  Boyacıyan, yedi yaşındayken babasını kaybetti. Koyu  bir  Katolik  olan annesi  terzilik  yaparak  aileyi  ayakta  tutmaya  çalışırken  bir  taraftan  da  kızlarına  dini  hikayeler  anlatıyordu.  İşte  bu  hikayelerden  çok  etkilenen Agnes  Gonca daha  12  yaşındayken rahibe  olmaya  karar  verdi . On  sekiz  yaşına  geldiğinde  ise  Tanrı tarafından Katolik bir misyoner rahibe olarak görevlendirildiğine ilişkin ilahi bir mesaj aldığını söyleyerek, annesini bir daha görmemek üzere evden ayrıldı. Loreto Rahibeleri’ isimli bir misyoner grubuna katılmıştı.

İlk etapta İngilizce öğrenmek için İrlanda’ya gitti. Loreto Rahibeleri, Hindistan’daki misyonerlik faaliyetleri kapsamında, çocuklara İngilizce dersler veriyorlardı. Agnes de Hindistan’a geldi ve Himalayalar’ın yakınındaki Darjeeling’de `çıraklık’ eğitimine başladı. Rahibe olarak ilk yeminini ettikten sonra, ünlü bir misyoner ve azize ilan  edilmiş bir  rahibe olan Therese de Lisieux’ten esinlenerek adını Teresa olarak değiştirdi. 

1944’e gelindiğinde coğrafya ve temel Hıristiyanlık bilgisi dersleri verdiği Kalküta’daki St. Mary’s Lisesi’ne müdür olarak atanmıştı. Her ne kadar okulda çocuklara eğitim vermek çok hoşuna gitse de Kalküta’daki fakirlik Rahibeyi rahatsız ediyordu. Bir süre sonra şehirde kırtlık baş göstermiş, Ağustos 1945’te Hindu, Müslüman çatışmalarının başlamasıyla birlikte şehir umutsuzluğun ve korkunun ellerine teslim olmuştu. Bu süreçte sağlıksız yaşam şartları sebebiyle vereme yakalandı.

Tedavisi için trenle Darjeeling’e giderken, kendi ifadesine göre ikinci ilahi mesajı alacaktı. Bunu daha sonra ‘Hemşire Okulunu bırakmalı ve yoksullarla birlikte çalışmalı, onların arasında yaşamalıydım. Bu bir emirdi. Nereye ait olduğumu biliyordum; ama oraya nasıl varacağı’ mı bilmiyordum.'’ Şeklinde açıklayacaktı.

Vatikan 1948’de Rahibeye, aldığı mesaj gereği, Kalküta Başrahipliği’nin denetiminde, fakirlere yönelik misyonerlik çalışmaları yapması için izin  verdi.O  da artık  simsiyah  rahibe  kıyafetlerini  terketti  ve  üzerinde mavi şeritleri olan,  bundan sonra üzerinden hiç çıkarmayacağı o meşhur beyaz pamuklu elbisesini giydi. Bununla  da  kalmadı  Hindistan  vatandaşlığına  geçti.Ardından bir hastanede aldığı tıbbi eğitimle, kendisini Motijhil'in gecekondu mahallesinin cehennemine atan bir kadın olarak buluverdi.
 
İlk iş teçhizatları; çocukları, yara içindeki yaşlıları ve acı çeken kadınları yıkamak için su ve sabun oldu; ama bunun yanında, onlar için yemek ve ilaç bulmak üzere sokak sokak dolaşarak açtığı elleri de bunun bir aracıydı. Birkaç gün sonra Teresa, bir otelin altında derme çatma düzenlediği bir okul açtı, harfleri ve rakamları bir dal ile yere yazıyordu. Fakat en çetin sınanma, sokaklar oldu.
 
Kaldırımdan ilk kaldırdığı dışlanmış insan, hasta ve bir köşede ölüme bırakılmış bir kadındı.  Onu  bir  hastaneye  nasıl  aldırdığını  şöyle  anlatır  daha  sonra: "Yerde yatıyordu, neredeyse her yerinde fare ve karınca ısırıkları vardı; bedeninin kokusu öylesini ağırdı ki, neredeyse kusmak üzereydim. Onu bir sedyenin üzerinde hastaneye götürdüm: Onu kabul etmek istemiyorlardı, ama o hastaneye yatana kadar ayrılmayı reddettiğim için onu aldılar."

Genç  rahibenin  bu  canla  başla  çalışması  belediye  tarafından desteklendi sadece  5  Rupi  tutarında  bir  bütçe  ile..Evet  sadece  beş  rupi.  Ancak  beş  rupi  ile  tek  başına  başlayan  bu  uğraş  1950  yılına  gelindiğinde  yardım  sandık  ve  kutuları  ile 5.000.000.000 rupiye  ulaştığı  gibi    rahibenin  etrafında  aynen  kendisi  gibi  giyinen,  kendisi  gibi  hayatlarını  itilmiş  insanlara  adayan  on  iki  gönüllü  kıza  daha  ulaşmış;   Anes Gonca  Boyacıyan  artık  resmen  Rahibe  Teraza  olmuş  ve  Rahibe  Tereza  efsanesi  şekillenmeye  başlamıştı.

O yıllarda Rahibe Ana Teresa, hastanelerin kabul etmediği ve çare bulunamayan hastalıklar yüzünden ölmek üzere olanların kendi inançlarının geleneklerine göre haysiyetle son zamanlarını geçirebilecekleri, Kalighat Evi'ni (ya da Nirmal Hriday, yani "Temiz Kalpliler Evi"ni) inşa ettirdi. Şeytan evi denilen ve eskiden hacılık mekanı olarak kullanılan, Hint tanrıçası kara ve acımasız Kalì'nin pansiyonunun, Belediye tarafından hibe edilmesiyle Rahibeler, duvarları kandan ve pislikten temizleyerek beyaza boyattılar.

Zamanla, terk edilmiş çocukların yerleştirildiği bir yapı ve Shanti Nagar adıyla (anlamı "Esenlik Kenti") büyük bir cüzamlı bakımevi kuruldu. Yeri hibe eden hükümet oldu, ilk masraflarının karşılanması da dolaylı olarak olağanüstü bir sponsor tarafından, Papa VI. Paul tarafından ödendi. Nitekim kendisi, Bombay'a ziyareti esnasında Rahibe Teresa'nın eserleri karşısında beğeniyle hayran kalmış ve  oradan ayrılışında, onun ziyaretlerinde kullanılmak üzere tahsis edilmiş bir cabriolet marka lüks aracı Teresa'ya armağan etmişti. Tutumlu rahibenin yorumu şöyle oldu: "Kim bilir ne kadar benzin tüketiyor!" ve göz açıp kapayıncaya kadar, araç açık artırmaya götürüldü; elde edilen gelir ise yeni tedavi kurumu için yatırıldı.
 
Rahibe Teresa'nın ünü yine de henüz başlangıç evresindeydi ve diğer yandan o yıllarda rahibelerin faaliyetleri Kalküta'nın alt bölgeleri ile sınırlı kalmıştı. Fakat kısa sürede, bu rahibe, sürpriz bir şekilde güçlü bir aracı müttefike güvenebileceğini anladı: "Allah için güzel bir şeyler" adıyla, Malcom Muggeridge adlı bir İngiliz gazetecinin, 1969'da müjdeci faaliyetler üzerine hazırlamış olduğu belgesel...  Bu  belgesel  Rahibe  Teresa'nın  Hindistan  dışında  da  tanınmasına  ve desteklenmesine  çok  yardımcı  oldu.

Başlangıçtaki 12 Hayırsever Rahibeler'in sayısı artık binlerle ifade ediliyordu. Faaliyet daha sonra, kimsesizler yurdu, Aids hastalarına tedavi veren, evsizler, sığınmacılar ve sel kurbanları için yapıların inşa edildiği dört kıtaya yayıldı.
 
İmkanların çoğalmasının en güçlü nedenlerinden biri hiç kuşkusuz ünü olmuştu: Hayırseverlik faaliyetinde yıldız vazife, Rahibe Teresa'nın yeryüzünün önde gelenleri ile el sıkışması, fahri unvanların verilmesi, yağmur yağarcasına takdirler ve de amaca yönelik destek ve bağışlar idi. II. Jean Paul ona hayranlıkla bakıyordu, Reagan Beyaz Saray'da onu ödüllendirmişti, "Üzgün Prenses" Lady Diana gönüllü olarak onun yanında çalışmaya gitmişti.  Hatta rüyasında, Aziz Petrus ile münakaşaya girdiğini, ona "Cennet'i sokak insanlarıyla dolduracağı tehdidini" yönelttiğini  gülerek anlatıyordu.
 
Bu ziyaretler yalnızca önemli insanlarla karşılaşmalarla sınırlı değildi: Öyle ki 1982'de Lübran'da Beyrut'un ele geçirilmesi esnasında ortaya çıkan durum, İsrailli ve Filistinlilerin ateşkes yapmasına zorlamıştı ki, ön cephede yer alan bir hastanenin küçük hastalarının hayatı bu şekilde kurtulmuştu. Yine, Chernobyl Nükleer Santrali'nin (SSCB) infilak etmesinden sonraki yardımlar, Etiyopya'da açlık çekenler için ve Ermenistan'da depremzedeler için faaliyetler süregelmişti.
O zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri'nin First Lady'si Hillary Clinton, Rahibe Teresa'yı Beyaz Saray'a kabul etmişti.

1979'da uluslararası alanda ününü taçlandıracak olan efsanevi armağan Nobel ödülü oldu: Kuyruklu takımlar ve gala kıyafetleri arasında, kendisi her zamanki gibi sandalet ve pamuktan sari( Hitli  kadınların  geleneksel  giysisi) elbisesi ile görünerek,Oslo'nun dondurucu havasına meydan okuyordu. Ancak göz alıcıydı: Nitekim ödüle ek olarak verilen bir milyon dolarlık çek ve duyduğu zaman hemen iptal ettirdiği onun şerefine hazırlanan 7 bin dolarlık ziyafet sofrasının geliri de eklenince bu meblağ fakirler için büyük bir şeydi.

Rahibe  Teresa  1997  Yılında  hayata  gözlerini  yumdu.  Papa, onun  ölümünden  iki  yıl  sonra  tüm  teamülleri  çiğneyerek  onu  azize  ilan  etme  girişimini  başlattı. Oysa  Vatikan  kurallarına  göre  ölümünden  beş  yıl  sonra  böyle  bir  süreç başlatılabiliyordu.  Öte  taraftan rahibenin  azize  ilan  edilmesi  için  iman  şehidi  olması  ya  da  mucize  göstermiş  olması  gerekiyordu.  Oysa  iman  şehidi  değildi.  Peki mucize?

Mucize  de  Hindistan'dan  geldi. 

Monica  Bestra  adında  bir  kadın  klinik  yönden  tedavisi  mümkün  olmayan  bir  hastalığa  yakalanmış  ve  bu  hastalık  sebebiyle  komada  bile  kalmıştı.  Ancak 1998 de Monica, kaldığı pahalı bir hastaneden çıkarak, karşılıksız bakan Hayırsever Müjdeci Rahibeleri'nin bir evine tedavi için yerleşmişti. Burada bir gün, Rahibe Teresa'nın bir resmini bedenine sürterek dua etmişti. Ertesi gün acıları dinmişti. İşte  bu  olay  Rahibe  Teresa'nın  mucizesi  olarak  kabul  edildi. İkinci   bir  mucizesi  olarak  da beyninde tümör olan bir  Brezilyalı  doktoru iyileştirdiği  söyleniyordu.

Ancak  Rahibe  Teresa'nın  azize  ilan  edilmesi  yine  de    öyle  kolay  olmadı  çünkü  bu  azizeliğin  önünde  önemli  bir  engel  vardı:  Ölümünden  çok önce  yazdığı  notlar...  Bu  notlarda  Rahibe  Teresa  Tanrının  varlığını  sorguluyordu.O,  Rahip Michael Van Der Peet adlı  dostuna  yazdığı  bir  mektupta '' “Cehennemde yaşıyor gibiyim. Tanrının ve cennetin varlığından şüphe eder oldum. Herkese kalbim Tanrı’nın aşkıyla dolu gibi davranıyorum. Ama yanımda olsan ikiyüzlülüğümü görürdün”  diyordu  ki  bu    sözleri  onun  ateist  olduğu  şeklinde  yorumlara  sebep  oluyordu.

Öte  taraftan  Rahibe  Teresa  ve  faaliyetleri  aleyhine  de  çok  şeyler  söyleniyordu.

Fakirlikle mücadele etmek yerine fakirliği kutsadığı iddia ediliyordu. Acı çekmeyle ilgili düşünceleri de eleştiri konusu yapıldı. Teresa, acı çekmenin insanları Hz. İsa’ya yakınlaştıracağını düşünüyordu. Zaten sık sık görüştükleri Prenses Diana’ya da Başkalarını iyileştirmek istiyorsan, kendin acı çekmelisin demişti.

Aynı zamanda ölümün eşiğindekiler için açtığı sığınma evindeki tıbbi uygulamalar da The Lancet ve British Medical Journal gibi ünlü tıp dergileri tarafından eleştirildi. Dergiler, bu sığınma evinde enjektörlerin birkaç defa kullanıldığını, yaşam şartlarının kötü olduğunu, hastaların soğuk banyolarda yıkandığını ve tedavide anti materyalist bir yöntem uygulandığını yazıyordu.

Bunların  yanında vakıf, fakirler için bağışlanan paraları başka projelerde andığı iddiasıyla da suçlanıyordu. Bir başka eleştiri konusu da Teresa’nın kazandığı uluslararası itibar sonucu kaçınılmaz olarak ilerle kurduğu ilişkilerdi. Bazı sol görüşlü kuruluşlar Teresa’yı, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ve ABD Başkanı Ronald Raegan gibi ‘sağ görüşlü’ politikacılara verdiği destekten dolayı eleştirdi.

Ayrıca Rahibe Teresa, 1983’te Roma’da, Papa II. John Paul’ü ziyareti sırasında bir kalp krizi geçirmişti. 1989’da bunu ikinci kriz izleyecek, kendisine bir kalp pili takılacak, ama o durmayacaktı; yardım bekleyen milyonlar vardı. İlginçtir, Kalküta Başpiskoposu Henry Sebastian D’Souza, Rahibe Teresa kalp rahatsızlığından dolayı hastaneye yattığında, kendisinden aldığı izinle rahiplerden birini Teresa’ya şeytan çıkarma ayini yapmakla görevlendirmişti. D’souza, Teresa’nın kalbinin şeytan tarafından ele geçirilmiş olabileceğini düşünüyordu. Tüm  bunlar  da  onun  azizeliğinin  önündeki  engellerdi.

Lehine söylenebilecek  çok  fazla  şey  olduğu  gibi  aleyhine  söylenen  pek  çok  şey de  olmasına  rağmen  Rahibe  Teresa  hem   kendisinden  beklenen  mucizeleri  göstermiş  olduğu  için(!)  hem  de Tanrının  varlığını  sorgulaması  '' Kilise bunu biliyordu. Hatta rahibeye ruhsal rehberlik eden Peder Albert Huart'a göre, yaşadığı kriz "Azizlik yolunda çok ilerlemiş ruhların sık sık tecrübe ettiği yalnızlık dönemleri ve huzursuzluklar" dır  denilerek  azizeliğinde  bir  mahsur  görülmedi  ve  4 Eylül 2016  Tarihinde  Papa  I.  Franciscus  tarafından -  ölümünden on  dokuz yıl sonra -resmen  azize  ilan  edildi. 


( Agnes Gonca Boyacıyan'ı Nasıl Bilirsiniz? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 27.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.