Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 27.10.2017
Okunma Sayısı : 2069
Yorum Sayısı : 2
MEZHEPLER  NASIL  VE  NEDEN  ORTAYA  ÇIKTI?  MUTLAKA  GEREKLİ  MİDİR?-- 2.  BÖLÜM -


Mezheplerin  ortaya  çıkışında    en  önemli   sebep  dini  değil  siyasidir.  İlk  bölümde  isimlerini  yazdığım  mezheplerin  neredeyse  tamamı  yepyeni  bir siyasi  oluşum  oluşturmak  üzere  bir  araya  gelen  insanların  bu  mücadeleye  dini  de  katması  neticesinde  ortaya  çıkmıştır.  Zaman  içinde  siyasi  mücadele kazanılsa  da  kaybedilse  de  unutulmuş  ama  ortaya  çıkan inanç nesilden  nesile  aktarılararak  -  adına  her  ne  kadar  mezhep desek  de-  artık  yepyeni  bir  din  haline  gelmiştir. 

Şimdi  gelelim  diğer  sebeplere:

B)  Hz.  Ömerle  birlikte  İslam  devletinin  sınırları genişlemeye  başlamıştır.  Bu  genişlemeyle  birlikte  de  pek  çok  toplum  eski  dinlerini  terk  ederek  yeni  bir  din  olan  İslamiyete  girmiştir.  Girmesine  girmiştir  ama  eski  gelenek- göreneklerini  tamamen  terk etmek  de  istememiştir. Hatta  bu  konuda  bazen  ağır  baskılara  uğramış  olmalarına  rağmen  gelenekler  terk edilmemiş,  bunlardan  pek  çoğu  günümüze kadar  yaşatılmıştır.  Hemen  aklıma  gelen  bir iki  örnek  vereyim:  İslamda  Hıdırellez  Bayramı  diye  bir  bayram  yoktur  mesela. Ama  Türkler   Hıdırellez  diye  bir  bayram  kutlarlar.  Nevruz  bayramı  da  yoktur  İslamda  ama  Bu  bayramı  da  kutlar  Müslüman  Türkler...  İslamda  çalgı  çalarak  ibadet  yoktur  ama  Alevi  kardeşlerimiz  saz  çalarak  samah  dönerler. 

Bu  arada  şunu  da  belirtelim  ''  İslam'da  yoktur ''  Dememe  fazla  takılmayın.  Zira   bazı  Aleviler  için   tam  tersine  saz  çalıp  samah  dönmek  İslamın  ta  kendisidir. Anlamını  bilmediğimiz  bir  Kur'anı,  anlamını  ve  özünü  kavramadan  okumaktansa  Türkçe  ve  hikmetli  sözler  içeren  türkülerle  samah  dönmek  insanı  Allah'a  daha  çok  yaklaştırmaktadır.

İslamda  insanı  sarhoş  eden  her  türlü  içki  yasaktır. Ama  Aleviler  içki  içer. Kendilerine  '' İçki  haram  değil  mi''  Diye  sorduğunuzda ise  ''  Biz  içmeyiz.  Dem  çekeriz ''  derler.

Kısaca  Mezheplerin  doğmasında  bir  diğer  sebep  de  yeni  bir  din  olarak  İslamiyete geçen  toplulukların,  eski  din  ve  geleneklerinde  var  olanları  bu  yeni  dinle  harmanlamasıdır.

C)  Menfaat  da  mezheplerin  doğmasında  oldukça  önemli  bir  faktördür.  Bazı  kişiler  kendilerine  menfaat  sağlamak  için  hadisler  uydurmuşlardır. Uydurdukları  hadislerle  etraflarına  bir  sürü  insan  toplayan  pek  çok mezhep kurucusu mezhebine  bağlı  insanların  kendisine  sunduğu  pek  çok  hizmetten ve  nimetten  olabildiğince  yararlanmış,  hatta  bu  insanların  kralı,  hükümdarı, daha  da  ileri  giderek  tanrısı  olmuştur. (  Örneğin  Hasan  Sabbah...Hatta  Osmanlı  Devletinde   halifelik Osmanlı Hanedanı   uhdesine  geçirdikten  sonra  kendilerine ''Zıllullah-ı  fil  Arzeyn''  yani  ''Yer  yüzünde  ve gök yüzünde  Allah'ın  gölgesi'' Diyen  padişahlarımız  bile...Ayrı  bir  mezhep  ihdas  etmeseler  de... ) 

D)  Ve  bilgisizlik:  Okuma  yazma  bilen  insanların  sayısının  parmakla  gösterilecek  kadar  az  olduğu  dönemlerde  insanlar  kendilerine  anlatılan  her şeye  inanmaya  hazır  durumdadırlar.  Bu  konuda  en  güzel  örnek  henüz  peygamberimiz  hayata  gözlerini  yummadan  ortaya  çıkan  yalancı  peygamberlerdir.   Düşünün  ki   bazı  Müslümanlar  henüz  paygamberimiz  hayatta  olmasına  ve  kendisinden  sonra  bir  peygamber  gelmeyeceğini  açıkça  ifade  etmesine  rağmen bu  yalancı  peygamberlerin  gösterdikleri  bir  takım  hokkabazlıklara  kanarak  onların  arkasına  takılmışlardır.

Bilgiye  ulaşmanın  bu  kadar  kolay  olduğu  bir  dönemde  bile  pek  çok  insan  '' Bir  saat  bir  evliyanın  huzurunda  bulunmak,  1000  rekat  nafile  namaz  kılmaktan  daha  hayırlıdır''  Gibi  buram  buram  şirk  kokan  bir  söze  inanıp  Bir  şeyhin  yüzünü  görebilmek  için  saatlerce  ayakta,  onun  evinin  balkonuna  çıkıp  kendisini  müritlerine  göstermesini  bekliyorsa,  bir  başka  şeyh  için  müridleri  '' Gavs'a  tabi  ol  cehennemi  düşünme. Gavs  elimizden  tutup  bizi  cennete  götürecek''  diyorsa,  bundan  yüzlerce  sene  önce yaşayan  insanların  halini  düşünün  bir  de...

Evet,  sorular  ve  cevaplarla  devam  edelim.

Mezhep  ve  tarikat  aynı  şey  midir,  yoksa  farklı  şeyler  midir?

Tamamen  farklı  şeyler  olmakla  birlikte  iç  içedirler.

Burada  şimdi  oturup  uzun  uzadıya  tarikatın  ne  olduğunu  anlatmayacağım.  Ancak  hemen  şunu  belirteyim:  Tarikatların  yaklaşık  olarak  hiç  birinin  devletle  hiç  bir  zaman  sorunu  olmadığı  gibi,  devletin  de  hiç  bir  zaman  tarikatlarla  bir  sorunu  olmamıştır. Kısacası  tarikatlar  her  zaman  için  önemli  bir  dini  ve  siyasi  güç  oldukları  halde  yönetimi  ele  geçirme  gayesi  gütmemişler, ( Arasıra bazı  çatlamalar  olsa  da ) gerek  devlet  gerekse  tarikatlar  ''  Bana  dokunmayan  yılan  bin  yıl  yaşasın''  Demişlerdir.   [Ta  ki  Atatürk  dönemine  kadar (  Tabii  ki  Türkiye  açısından  söylüyorum ) ]  Buna  karşılık  mezhepler  böyle  değildir.  Mezheplerin  her  zaman  devletle  sorunu  olmuştur.  Yeni  bir  tarikatın  ortaya  çıkmasına  göz  yuman,  hatta  pek  çok  tarikatı  maddi  ve  manevi  açıdan  destekleyen,  daha  da  ileri  giderek  bir  tarikatın  mensubu  olan  hükümdar  ve  diğer  devlet  yöneticileri,  söz  konusu  yeni  bir  mezhep  olduğunda,  ya  da  mevcut  inançların  dışında  bir  takım  inançları  öne  sürenler  olduğunda  asmaktan,  kesmekten,  derilerini  yüzmekten  geri  kalmamışlardır.  (  Sebatay  Sevi'den  Şeyh  Bedrettin'e,  Hallac-ı  Mansur'dan  Pir  Sultan  Abdal'a kadar  durum  budur ) 

Devletin  mesela  ''  Eline,  diline  beline  hakim  ol''  Diyen  Hacı  Bektaş  Veli  ile  hiç  bir  sorunu  olmazken  ''  Yolumuz  Hacı  Bektaş  Veli  yoludur''  Dedikten  sonra  ''  Dönen  dönsün  ben  dönmezem yolumdan  ''  Diyen  Pir  Sultan  Abdal  ile  çok  sorunu  olmuştur.  Aynı  şekilde  Haci  Bektaş'ın  devletle  bir  sorunu  yokken  Pir  Sultan  Abdal'ın  çok  sorunu  olmuştur. Hacı Bektaş  Veli  hiç bir  Müslüman  tarafından  ''  Hain ''  olarak görülmemişken,  Pir  Sultan  Abdal'a  bugün  bile  ''  Hain''  Diyenlerin  sayısı  bir  hayli  fazladır. 

Tarikatlar  ve  mezhepler  iç  içedir  demiştim.  Onu  da  kısaca  açıklayayım.  Mezhepler  hiç  bir  zaman  bir  tarikata  ihtiyaç  duymamışlardır. Ama  Tarikatlar  her  zaman  bir  mezhebe  ihtiyaç  duymuşlardır.  Mesela  Anadolud'aki  Hanefilik   ya  da  Şafilik  mezhebi  hiç  bir  zaman  Nakşibendilik,  Rufailik,  Kadirilik,  Mevlevilik  gibi  tarikatlara  ihtiyaç  duymazken  adını  saydığım  tarikatlar  ''  Bana  ne  lan  mezhepten.  Ben  işime bakarım''  diyememişler,  mutlaka  bir  mezhebe  (  Anadolu  için  Hanefi  ve  Şafi )  mensup  olma  zorunluluğu  hissetmişlerdir.  Daha da  özetleyecek olursak,  tarikatsız  bir  mezhep  söz  konusudur  ama  mezhepsiz  bir  tarikat  kesinlikle  söz  konusu  değildir. (  Bu  Hrıstiyanlıkta da  böyledir ) Mezhepler,  tarikatlardan  yüzlerce  sene  önce  vardı.  Yani  mezhepler,  tarikatlar  olmadan  da  varlıklarını  devam  ettirebilirler  ama  tarikatlar  mezhepsiz  bir  şekilde  varlıklarını  sürdüremezler. 

Bir  Rufai,  Kadiri,  Nakşibendi,  Mevlevi,  Melami, Bektaşi  mutlaka  Hanefi,  Şafi,  Maliki , Hanbeli  veya  Caferi  olmak  zorundadır ama  Hiç  bir  Hanefi,  Şafi,  Maliki,  Hanbeli,  Caferi mutlak  surette  Rufai,  Kadiri,  Nakşibendi,  Mevlevi,  Melami,  Bektaşi olmak  zorunda  değildir. 

Bugün  bile  mezhepsizlik  çok  büyük  bir  günahtır (!) Hatta  mezhepsiz  olmak  demek  kafir  olmak  demektir (!) Bugün  bile ''  Ulan  mezhepsiz!''  en  büyük hakaret  ve  hatta  küfür  ifadesidir.  

Peki   bir  Müslüman  mezhepsiz  olabilir  mi?

Bu  sorunun  cevabını  yazı  dizisinin  sonlarına  doğru  vermeye  çalışacağım.  

Şimdi  gelelim    Mezheplerin  doğmasına:

İlk  Mezhebin  Hz.  Osman  döneminin  sonlarında  ortaya  çıktığını  söylemiştim.  O  halde  oradan  başlayıp  devam  edelim.

Hz.  Ebubekir  ve  Hz.  Ömer  dönemlerinde  de Müslümanlar  arasında  zaman  zaman  doğrudan  doğruya  dini  olmayan  konularda  ihtilaf  çıkmış  ama  bu  ihtilaflar  hep  meşveret  ile  (  yani  toplanıp  konuşmak,  deliller  ortaya  koymak  ve  çoğunluğun  aldığı  karara  uymak )  çözülmüştü.  Hatta ölümünden  sonra  Peygamberimizin  nereye  gömülmesi  gerektiği  bile  tartışma  konusu  olmuş  ve  Hz.  Ebubekir'in  ''  Peygamberler,  öldükleri  yere  defnedilirler ''  sözü  genel  kabul  görmüştü  sonunda. 

Hz.  Ömer  Dönemi,  genelde  fetihlerin  yapıldığı  bir  dönem  olduğundan  ve  herkes  yeni  fetihlere  odaklandığından  öyle  dikkate  değer  ihtilaflar  söz  konusu  olmadı.  Ancak  Hz.  Osman döneminde  ihtilaflar  birden  şiddetli  bir  hal  almaya  başladı.

Bu  dönemde  de  İslam  Devletinin fetihleri  devam  ediyor,  elde  edilen  her  yeni  toprak  Müslümanlar  nazarında  sevinçle  karşılanıyordu.  Ele  geçirilen  topraklar,  elde  edilen  ganimet  iyiydi,  hoştu,  güzeldi ama  zaferlerin  kahramanları  hep  Ümeyyeoğullarıydı  (  Yani    bizim  söylemimizle  Emeviler )  Ordu  komutanları,  valiler  genelde  hep  Ümeyyeoğullarındandı.  Ümeyyeoğulları  ise  özellikle  de  kazanılan  bu  zaferlerden  sonra  gurura  kapılarak  artık  kendilerinden  olmayanlara  ''  Mevali'' ( Yani köle  )  demeye ,  halka  kötü  davanmaya,  Ümeyyeoğullarından  olmayanları  aşağılamaya  başlamışlardı.

İşte  bu  durum,  İslamiyet  öncesinde  zaten  var olan  ama  Peygamberimiz,  Hz.  Ebu  Bekir ve  Hz.  Ömer  dönemlerinde  artık  son  verilmiş  Ümeyyeoğulları-  Haşimoğulları  çekişmesini  yeniden  alevlendirdi.  Her  an  büyük  bir  iç  karışıklık  patlak  verebilirdi.

İşte  her  an  çok  büyük  bir  fırtınanın  kopması  beklendiği  bu  dönemde   anası  zenci,  babası  Yahudi  olan Abdullah  bin  Sebe  adlı  biri Hz.  Ali  ve  Ehl-i  Beyt'e  aşırı  sevgi  ile  işe  başlayıp  daha  sonra  Hz.  Ali'nin  Uluhiyetini (  Yani  ilah  olduğunu ) iddia  eden  bir  mezheple  ortaya  çıktı. Bu  mezhebi  ilginçtir  ki  Mısır  ve  Elcezire'de  hayli  taraftar  da  buldu. ( İslamiyete girmeden önce Yahudi dininde olan Abdullah b. Sebe, H ıristiyan Dinini de iyi bildiğinden, uluhiyetin bir insanda tecellisi (incarnation) kabul ediyor ve bu sebeple uluhiyyetin Hz. Ali'de tecelli ettiğini söylüyor ve bu fikri cahil Araplar arasında yayıyordu. )

Yani  İslam  dünyasındaki  ilk  mezhep, Abdullah bin  Sebe  tarafından  ortaya  çıkarıldı (  Sebeiyye )   ki Şiiliğin  menşeinin  aslında  buradan  başladığı,  dolayısıyla  ilk  mezhebin  zannedildiği  gibi  Sünnilerin  hak  mezhep  dedikleri  Hanefilik,  Şafilik,  Hanbelilik  ya  da  Malikilik'den  herhangi  bir  olmadığı  söylenebilir..

Ancak  İslam  dünyasındaki  ayrılıkların  ve   bir  sürü  mezhebin  ortaya  çıkmasının  en  önemli  sebebi  Hz.  Osman'ın  şehit  edilmesinden  başlayıp  Hz.  Hüseyin'in  Kerbela'da  şehit  edilmesiyle devam eden süreçte  yaşanan  çok  üzücü  ve  akıl almaz  olaylar  olduğu  kesindir.  

Hz.  Osman'ın   öldürülmesi  mezhepler  tarihi  açısından  kırılma  noktasıdır. 

DEVAM  EDECEK.

( Mezhepler Nasıl Ve Neden Ortaya Çıktı? Mutlaka Gerekli Midir?-- 2. Bölü başlıklı yazı Sami Biber tarafından 27.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.