Bugün  ( 01.05.2018 )  çok  sevdiğim  bir  arkadaşımın daveti üzerine İstanbul'un  Ümraniye  ilçesinden  Kartal  ilçesine  doğru  yola  çıktım  sabah  sabah.

Aslında  Kartal'a  gidebilmek  için  oldukça  kestirme  yollar  vardır  ama  ben  oldukça  uzun  süren  bu  yolculukta  ayakta  yolculuk  yapmamak  için  işi  biraz  uzatırım. Mesela  minibüslerle  Yenisahra'ya  çıkmak  oradan  da  Kartal'a  giden  minibüs  ve  otobüslerle  yolu  bir,  bilemedin  bir  buçuk  saate indirmek  mümkünken  ben  Ümraniye'den  belediye  otobüsü  ile   bir  saatte  Kadıköy'e  iner,  oradan  minibüsle   bir  buçuk  saatlik  bir  yolculuk  daha yaparak  (  bazen  daha  da  çok )  Kartal'a  varırım.

Bugün  ayrıca  1  Mayıs  Kutlamalarının  Maltepe'de  olması  sebebiyle   Maltepe'de  tıkanan  trafik  dolayısıyla  yolculuğum  daha uzamış  olsa  da  neticede  randevu  saati  olan  12.00  da  Kartal'a  ve  orada  bekleyen  diğer  bir  arkadaşa ulaştım.

Derken  beklenen  arkadaş  da  geldi,  daha  sonra  iki  arkadaş  daha  geldi  ve  sahilde  oturup  çay  içerek  derin  mevzulara  daldık.

Hepsi  de  şair-  yazar  olan  bizler (  Mümin  Ağır,  Mehmetali  Işık,  Seher  Zerrin  Aktaş,  Nevin  Şaziye  Ekmekçioğlu  ve   beni  de şair-yazardan  sayarsanız ben dahil  beş  şair  ve  yazar )  ne  konuşuruz?  Elbette  ki  öncelikle  şiir.  Lakin  saatlerce  de  şiir  konuşulmaz  ki.  Neyse  ki  sağ  olsun  var  olsun  bizim  Mehmetali  konu  bulmakta  hiç  zorlanmaz.  Nitekim  Karabağ  sorunundan   girdi  ve  nasıl  etti  ben  de  anlamadım  hükümetin  memura  Ramazan  ve  Kurban  Bayramında  vereceği  1000  Tl  ikramiyeye  getirdi  konuyu.  Bizler  daha  o  konuda  bir şeyler  söylemeye  hazırlanırken  vergi  affından  daldı  Iğdır'da  düzenlemeyi  düşündüğü  ''Kayısı Festivali''nden çıktı. Bazı  şairlerin  dedikodularını  yaptık  bol  bol  ama  tabii  ki  top  genelde  Mehmet  Ali  Işık'taydı.  Nitekim   yine  Mehmetali - bizler güzel  güzel  şair-yazar  arkadaşların  dedikodularını  yaparken-  nasıl  becerdi  bilmem  niçin  bir  kitap  bastırmadığından  girdi  Suriyeli  mülteciler  konusundan  çıktı.  Eh  arada  siyaset  de  yaptık  ve  bu  arada  bana  bazı  dokundurmalar  da  olmadı  değil  hani.  Lakin  dostun  attığı  taş  değil  de  gül  bizi  incitir  kabilinden  atılan  bu  taşlar  elbette  incitici  olmadı.  Arıdan  bal  almak  istiyorsan  iğnesine  katlanacaksın  değil  mi? 

Neyse,  gayet  güzel  bir  Bahar  Bayramı  yaşadık vesselam  (  Unutmadan,  1  Mayıs  İşçinin -Emekçinin  Bayramı  olduğu  kadar  aynı  zamanda  bilindiği  üzere Bahar  Bayramıdır  da. ) 

Saat  15.30  gibi  hep  birlikte  kalkarken  Mehmetali  ''  Şimdi  sen  bugünü  kaleme  de  alırsın''  dedi.  İşin doğrusu  daha  dünden  hazırlamış  olduğum  bir  yazı  vardı.  Yazımın  konusu  da  senenin  altı  ayı  Fransa,  altı  ayı  da  İspanya  hakimiyetinde  olan  ve  bu  durumu  358  yıldır  bu  şekilde  devam  eden Phesant  adası  ile  ilgiliydi. Bu  gece  o  yazıyı  yayınlayacaktım. Lakin  bu  güzel  günün  güzellikleri  bitecek  gibi  değildi.   Nitekim  artık  1  Mayıs  Kutlamalarında  meydanlarda  Türk  Bayraklarını da  görmek, 1  Mayısların  korkudan  evlerimize  kapandığımız  günler  olarak  değil  de  gerçek  manada  toplumun  her  kesiminin  katıldığı  bir  bayram  coşkusu  içinde  kutlandığını  görmek,  gelecek  açısından  ümit  verici  bir  durumdu.

Diğer  dördü  benimle  aynı  siyasi kafada olmayan  arkadaşlarla  bir  masada  oturmak  ve  konuşabilmek  bile  apayrı  bir  güzellikti.  Lakin  tüm  bu  güzelliklere  rağmen  yine  de  aslında  bu  gece  için  yayınlanmayı  düşündüğüm  yazımın  konusu  bugün  yaşadıklarım  değildi.  Ta  ki  o  minik  kızla  karşılaşıncaya  kadar.

Saat  18.00  gibi  Ümraniye-Soyak  Yenişehir  mahallesine  yani  yaşadığım  mahalleme  vasıl  oldum.  Evimin  bulunduğu  caddeden ( Veya  sokak  diyebiliriz ) aşağıya  doğru  tin  tin  tini  mini  hanım  adımlarıyla  yavaş  yavaş  iniyorum.(Yokuş  aşağı  düşmemek için  böyle  yürüyorum.)   Cadde  çocuk  kaynıyor  adeta.  Keratalar havayı  güzel  görünce bodrumlardan  bisikletleri  çıkarmışlar.  Artık  akrobatik  gösterilerden  hız  denemelerine  kadar  her  türlü  numaralarını  sergiliyorlar.

İçim  kıpır  kıpır.  Hayatında  hiç  bisiklete binememiş  bir  insan  olarak  çocukların  bisiklet  sürmelerini  hayranlıkla,  ama  biraz  da  kıskançlıkla  seyrediyorum.

Derken  evime  sadece  on  adım  kaldı.  Yokuşun  aşağı  tarafından  yukarı  doğru  genç  bir  kadın  ve  yanında  yedi  sekiz  yaşlarındaki  dünyalar  tatlısı  kızı  el  ele  çıkmaktalar.  

Küçük  kız  bana  iyice  yaklaşınca  durdu  ve insanın  içine  içine  işleyen  o  sevimli  bakışıyla  '' Geçmiş  olsun  Amca  ''  dedi.

Hayatımda  ilk  kez  gördüğüm  bir  çocuktu.  Annesi  ''  Amcaya  geçmiş  olsun de''  filan  gibi  bir  telkinde  bulunmamıştı.  Tamamen  kendi  içinden  gelmişti  bana  ''  geçmiş  olsun''  demek.  Öyle  sanıyorum  ki  ayağımın  sakatlığını  bir  burkulma  ya  da  kırık  ya  da  ne  bileyim  yeni  olmuş   ve  geçebilecek  bir  şey  sanmıştı.  Nereden  bilsin   bir  yaşımdan  beri  sakat  olduğumu  ve  bunun  geçmesinin  mümkün  olmadığını.

O tatlı  çocuğun  bu  güzel  dileğinin  bende  uyandırdığı  duyguyu  nasıl  anlatabilirim  bilemiyorum.  Evet,  aslında  hiç  de  fena  bir  yazar  olmayan  ben  bu  duygu  patlamasını  anlatabilecek  kelimeleri  bulamıyorum  maalesef.  Ama  şöyle  diyebilirim:  Mesela  o  anda  en azılı  düşmanımı  öldürmek  üzere  olsaydım ( Allaha  şükür  böyle  bir  düşmanım  da  yok  ama  mesela  diyelim)  kesinlikle  o  ''  geçmiş  olsun  amca''  hitabından  sonra  elimdeki  silahı  bırakırdım  (  Çok  mu  çirkin  bir  örnek  oldu?  Evet,  olabilir.  Lakin  dedim  ya  o  duyguyu  anlatmaktan  acizim.)  

Şimdi  denilebilir  ki ''  Ne var  yahu?  Sana  ömründe  hiç  kimse  geçmiş  olsun  demedi  mi? Ne  var  bunda  bu  kadar  büyütecek?''

Elbette  çok  diyen  oldu  ''  Geçmiş  olsun ''  Ama  hep  tanıdığım  insanlardı.  Oysa  bu  çocuğu  hiç  tanımıyordum.  O  da  beni  tanımıyordu.  Üstelik  artık  ''Lütfen,  teşekkür  ederim,  affedersiniz  rica  ederim  ve  benzeri  nezaket  sözcüklerinin  neredeyse  unutulmaya  başladığı,  veya  verilen  bir  selamın  bile  ''Selam  verdim  ama  ama  bana  bir  getirisi  olacak  mı  acaba?''  diye  düşünülerek  verildiği  bir  dünyada  hiç  bir  karşılık  beklemeden  nezaket  ve  içtenlikle  söylenen  bir  ''  geçmiş  olsun  amca '' hitabı, bulutsuz  bir  havada  kafanıza  gökten  inci  tanesi  düşmesi  gibi  bir  şeydi. 

''Çok  teşekkür  ederim  hayatım''  diye  cevap  verdiğimde  baktım  çocuk  da  çok  mutlu  oldu. Pembecik  yanakları  daha  da  pembeleşti.  Işıl  ışıl  gözleri  daha  da  parladı  sanki.  

Şu  anda  bu  yazıyı  yazarken (1 Mayıs  2018 -  Saat  19.24 )   kulaklarımda  çınlayan  ses  ne  bugün  yaptığımız  dedikodular,  ne  gündeme  dair  siyasi  konuşmalarımız,  ne  1  Mayıs  göstericilerinin  ''  İşçiyiz,  haklıyız  kazanacağız ''  sloganları  ne  araba  klaksonlarının  sesi  ne  de  çayı  karıştırırken  bardağa  temas  eden  çay  kaşığının  çıkardığı sesti.  Tek  bir  ses  kalmıştı  kulaklarımda:  ''  Geçmiş  olsun  amca'' 

Evet,  şairin  dediği  gibi  :  Bâki  kalan  bu  kubbede  bir  hoş seda  imiş.  

Her  şey  silindi  gitti.  Bir  tek  o  ses  bâki  kaldı:  ''  Geçmiş  olsun  amca ''  

Çok  teşekkür  ederim  hayatım.  Allah  seni  ve  senin  gibi  nesilleri  yetiştiren  tüm  ebeveynleri,  öğretmenleri  korusun  ve  sayılarını  arttırsın  inşallah.  Sizlere  çok  ihtiyacımız  var  çünkü.  

RESİMDEKİLER: ( Soldan  sağa )  Ben,  Mümin  Ağır,  Seher  Zerrin  Aktaş,  Nevin  Şaziye  Ekmekçioğlu,  Mehmetali  Işık.  

( Geçmiş Olsun Amca. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 2.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.