Kuruntu mahsulü her sözcüğü nadasa
bırakmadan evvel düşündüm uzun uzun: kursağımdan geçmeyen hecelerin yasına dahi
taliptim.
Uzun boylu bir kıvanç ile nakşetti
derya yüreğim ve gönlümde kopan bir fırtınadan nasiplenen fıtratımla en
doğurgan hüznü evlat edindim yaşımın yasımla boy ölçüştüğü enginliğin kutsal
dirayetine sokulmuşken usul usul.
Mahrem bölgelerdi aşkın teyakkuzuna
yenik düşen ve tipik bir hafıza kaybıydı aşkın minvalinde körebe oynayan
çocuklardan çaldığım neşeyi boca ettiğim satırlarda her halükarda görünür
olmayı reddeden varlığım…
Bir kıstastı içimdeki hadislerde
kıyama durduğum kadar kıyıma uğrayan ömrümden bir bir kesip dilimlerken
içimdeki coşku pastasını.
Bir kuram kadar karmaşık belki aşkın
devasa hüviyetine talip bir o kadar sunumu ile reddine hâkim olmuşken nefsim.
Ömürlük sıkıntıların sulu sepken
seyrinde bir yakamoza tutuldum gecenin şavkında esir düştüğüm göğün nispet
ettiği yeryüzü bitkilerine atıfta bulunan cennet bahçem.
Zamanla büyümüştü acılarım oysaki
kuruyan bir vaha idim önceleri.
Yaş aldım.
Yas aldım.
Kurak iklimlerden geçişine tanık
olduğum rahmetin de enginliğine şahit oldum aşk dilinde…
Bir Zühre idim.
Bir zümre idi arkamdaki bilinmezlik.
Varlık kayıtsız kalamazdı ve
yürekteki yangın asla sönmeyecekti.
İyi ki’leri topladım; oysa’lara
rağbet eden keşke’leri görmezden geldim.
Her devrik cümlede sen vardın ve her
yoldan çıkmış geçmişin güncesinde ergen aklımın yorgun teyakkuzu.
Göğün minnet ettiği buluttum;
bulutların rahmine düşen bir sevgi zerresiydim.
Büyüdüm günbegün.
Büyüttüm de kaygılarımı.
Küçümen öykülerinde sanrılar talep
etti evren belki boy ölçüşemeyeceğim yalnızlığın ikbalinde bir sure kadar
huzura davetiye çıkaran enginliğinde süklüm püklüm benlikten arda kalan
minnetini yüreğin aşka ve evrene buyur ettim.
Boyumdan büyük aşklara gebe…
Sanrılarımın ihlalinde kör hecelerin
devingen mahiyetinde yolsuz kalan iklimlerin nazarında bir çakıl taşıydım.
Ardım ben.
Arda kalan hazanla yetindim derken
büyüdü yorgun beyitlerim ve küçülen egomla barışmadım. Daha’sını talep ettim
Tanrı’dan: ya benden vazgeçecektim ya da mutluluğu ömür boyu tehir edecektim.
Sustum.
Susamıştım hem de nasıl.
Sular aktı geçen zamanın koynundan.
Su kadar duru yüreğimde bir virgüle
daha çentik attım: nokta olmayı reddetmiştim bir kez ve ünlem sayacında hep
soru imleçleri mağlup geldi oysaki mağdur hecelerden ördüğüm hikâyelerde ben kayıtsız
şartsız aşkın gözbebeği idim.
Ve büyüdüm.
Büyüdü gözbebeklerim.
Elemin tacirliğinde ölümü diledim bir
anlık ikrarlar şahit olduğum acılardan muzdarip öykündüğüm huzur deryasında bir
su damlası olmayı diledim bu kez.
Direndim.
Direncim sınandı.
Sabır ettim.
Coşkumu tehir etti evren bense
ikbalindeki o donuk tezahürü görmezden gelen meleklerin eşliğinde son bildiğim
her günü öğüttüm aklımca ve eğildim baş aşağı düşmeyi beklerken yükselen
ruhumun temaşasında safkan bir yarış atı gibi koştum ve geçtim engebeleri.
Lal dillerin son hecesiydim.
Sonların da ilk kelimesi.
Sondan doğdum.
Doğdum ve sonlanmasını ar bildim
acıların ve nefsin ölümü ile erdim huzura.
Aşkın İlahi sunumunda ben sundum
taziyelerimi içimdeki yetim çocuğa ve Rabbime dönük yüzümde acizliğimin keyfini
sürdüm ve sürüldüğüm dünyaya son kez dönük baktım.
Mabedimde öykündüğüm her şeye
kavuşmuştum sadece O’nun tanıklığında ve eşliğinde, şükürler olsun ki yaşarken
ölüp doğmayı becermiştim…
Sakil bir faniden ötesi değilken ben,
hiçliğin tema’sında sulh bilmişken acıyı ve sabrı doğamdaki dogmalardan
arınmıştım ve yeryüzündeki cennet ayaklarıma serilmişti sonunda: ben ki; aşkın
esiri iken goncası olmuştum ölen hüznüme sahip çıkan sadece rahmetin bereketi
ile devasa yangında bir damla su olmayı dilemiş ve becermişken…