HAYATA DAİR 1

Kaç ülkemi yangın yerine çevirdin ey gönül? Bu kalbim kaç defa ama kaç defa faili bilinmeyen, meçhul(!) kurşunlarla delindi ey hayat. Kaç çocuğun gözyaşları kartopu misali yuvarlandı yanaklarımın engebelerinden. Sana soruyorum ey hayat! Bana verebileceğin cevabın da mı kalmadı? Ne acınacak bir hal değil mi. Adına da mı yakıştıramıyorsun? Adı sanı hayatken, kendine bile hayat verememek ne kötü değil mi?

Hayat bana da mı vereceğin cevabın kalmadı? Koca bağrına kimleri gömmedin ki? Kim bilir ne acılar sığdırdın elek misali gönlüne. Hep biz mi kaldık o eleğin, eleğinin artıklarından.

Bize bunu mu nasip gördün? Aslında anlayacağın senle benim, senle bizim yaşadığımız, sıradan bir oyundan ibaret. Sıradan bir oyun diyorum anla işte anla. “Tam seni yakaladım, sonuca ulaştım derken” hevesimi kursağımda bırakıyorsun. Her ne hikmetse oyunun bütün kuralları bu son hamlemde birdenbire değişiveriyor. Anlayacağın oyunu kurallara göre değil, kurallarına göre oynuyorsun.

“ Senle maceramız soğuk bir kış günü başlamıştı. Yıllar yılıdır da devam ediyor. Kıştı; ama inan daha ilk anda o sıcacık tebessümün yanaklarıma bir öpücük kondurmuştu. Nereden bilebilirdim ki bu tebessümün, soğuk kış gecesinin bu sıcak anlarının, yıllar geçtikçe buz misali kristallere dönüşeceğini. Dudağının izleri alnımdan çok erken silindi. Ne mi oldu? Aslında ne olmadı ki? Hakkımda verdiğin fermanların, dizdiğin cümlelerin imlasını, noktalamalarını değiştirecek güçte değildim. Kimi zaman soru işareti oluyordun, kimi zaman da ünlem.

Bunlar bir yana bana dayattığın noktalara da kızmadım hiçbir zaman. En kötü imlan ne oldu benim için biliyor musun? Üç nokta… Evet bunu yazarken de bu son sözlerimin ardına da diziyorum çakıl misali o noktaları. Adeta bağrıma saplanan taşlar gibi acı veriyor bana tüm bu söylediklerim.

“Yedi yaşımda boyumun kısalığına, yaşımın ufaklığına aldanıp tıpkı her eşya gibi seni de çok büyük hayal etmiştim. Bütün renklerini yeşil, mavi görüyordum mesela. Senin gecenin karanlığı bile tatlı bir huzur veriyordu bana. Bu gübreyle zamanla büyüdüm. Büyüdüm, doğru ama tersine giden bir şeyler vardı adeta sende. Ben büyüdükçe etrafımdaki her şey ama her şey gibi sen de küçülüyordun. Kucağında büyüttüğün evler, ağaçlar, yollar… Hatta dağlar bile boyumla ölçüşebilecek seviyeye geliyordu.

Anlayacağın her çocuk gibi ben de büyüyordum. Acılarımı, sorunlarımı da büyüterek. Benim hakkımda dizdiğin fermanları, imlası bozuk cümleleri, hep parantez içine almayı öğrendim çok sonraları; yani ertelemeyi. Bir süre sonra ne gördüm biliyor musun? Hep baştan sona kapaklanmış, konuşmayan, konuşamayan cümleler. Anlaşılan dilsiz de olmuştum. Kalemi, silgisi başkalarında olan bomboş bir sayfaya çevirdin beni. Ne kendi defterim olabildim kendimi yazabileceğim, ne de kendi kitabım olabildim beni başkalarının okuyabileceği.

“ Ne kendim oldum, ne de bir başkası olabildim. Asıl acısı, can sıkanı da bu oldu.



( Hayata Dair 1 başlıklı yazı atilla-can tarafından 10.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.