Nazenin bir çiçeği ihbar edebilirim;
göz süzen her laleyi koparıp içimin aksanında sır tutan bir methiye gibi
sonlandırırım göğün kayıp Tanrısını yüreğinde sonlandıran asil bir düş ertesi
düşerim yollara.
Her arazı.
Her arızayı.
Her sanrıyı da yüklenirim beynamaz
gölgelerden alıp da ağzımın payını savunurum ikbalimi.
Kuş cennetine düşüp de yolum,
hayatımın hangi çeyreğine müdahil etmem gerektiğini bilmeden yeniden dalarım.
Nöbetlerden geçer yüreğim ve
uçurumlardan kurtarır felek beni.
Fırça yediğim günlerime dönerim ve
metanet yüklü kâbuslardan yeniden firar ederim.
İçten pazarlıklı olmadığım her
düşüngeç aslında sivri bir yankıdır ve açmaktan vazgeçmediğim yeni bir
parantez.
İmlecin boyutsuzluğunda savrulan
ikonlar.
Aşkın yüzü suyu hürmetine yeniden
dününe çentik atan nöbetçiler.
Kaygıların saf tuttuğu her ayrıntı ve
ölümün korkutucu yüzüne tebessümle baktığım gibi bir safsata bilfiil kendimi
kendime ihbar ettiğim…
Kayıtsız bir izlekte mağdur bir
kelebek gibi 25. Saatini kollayan bir at sineğine attığı o kayıtsız bakışla
kendi mezarını kazan müstakbel ölü…
Hangi fetvadır sizi kabir azabından
kurtaracak?
Hangi aşktır sonsuzluğa uğurlayan?
Ve hangi fırsat eşitliğidir eğer ki
dünyaya bir kadın olarak ayak basmışsanız üstelik ayak basmadığınız tek bir
mecra kalmamışken hangi akla hizmetle hayal kurarsınız?
Kundaklanan hayallerde hep penaltı
hakkıdır karşı takıma verilen son söz oysaki son sözü söyleyecek olan Tanrı
değil midir üstelik hayatının hâkimi de savcısı da aynı karede buluşmuşken…
Susma hakkımı kullandığım takriben 40
senenin ardından son sözü söylemezden evvel evren, sevgiyle yıkayıp sevgiyle
duruladığım ve sevgiye astığım tüm cümlelere bir de yumuşatıcı ekleyip aklımın
eklemlerinde bir bir yola sokuyorum gün özürlü düşlerimi belki hayal babında
içimden geçenleri ve hatta geçme ihtimali olanları.
Köprüden geçme hakkım var ya da yok
belki de en başta düştüm köprüden ve can simidi kullanma deneyimime binaen can
vermeyi pek bir seviyorum her uykuya yatıp uyku sonrası güzellikleri hayal
ederken.
Kestirmeden gittiğim hiçbir yol yok
hele ki çalışma hayatında; sallabaşını al maaşını, yenilgisine uğramadığımdan
mıdır hep yok sayıldığım topluluklar.
Bir şeyin mundar olduğu gerçeği ya da
en gerçekçi gözle sivrilmek ve sevileni ifa etmek artık nasıl oluyor da kabahat
addediliyor çoğu zaman ve ne zamanki meşakkatle yola başınızı koymuşsanız…
Söz öbeklerinin her birini tek tek
silip çöp kutusuna boşalttığım gibi zihnimi de boşaltma hakkım olduğu gerçeğine
ve inancına sığınıp kendi halinde yaşamaktan men ettiğim kendimle olan
savaşımda zabıt tutmasını emrediyorum kelimelere.
Ne emir eri olduğum ne de düzene ters
düştüğüm gerçeği aslında gerçeklerin boyutsuzluğunda gerekçelerin ne olduğunu
bir türlü anlamadığım insan izlekleri.
Sorumlu tutulduğum belki de sorunlu
addedildiğim hatta ve hatta gözümün üstündeki kaşın mevcudiyetinden dolayı
bilfiil suçlu addedildiğim.
Dünü dünde bırakmak sanırım aklın
mafyasında tefeci bir sistem ne de olsa peşinen ödediğim bedelleri bu sefer
faiziyle ödüyorum ve sanrıların gazabına uğrayan şeytana bile pabucunu ters
giydirenlerden olmadığım için kendimce mutluyum.
Tatar yüzlerinde sabah düşlerinin…
Kazan kazan ısıttığım geçişlerde…
Zamanın tarhında nöbetçi zihniyetler
gibi belki de…
Sükûn bilinen süreçten asla
geçmediğim gibi belki de bu yüzden kendimi serdiğim o rahlede sadece ve sadece
huzuru talep ettiğim.
Bir yanım bahar iken…
Solan yaprakları da nüfusuma geçirip
belki de bir ağacın propagandasını yaptığım hele ki kırık dallarına yuva yapmış
kumrular gibi yumurtladığım değil yumrukladığım göğsüm ve otağ kuran
meziyetlerden bıkkın yeniden defterimi dürecek iken evren ve bilinmez üstelik
umudun ayak izine iz sürüp belki de baş koyduğum kadar başından savan kim ise
üstelik muteber bir dilde çürüyen kozamda saklı kehanetleri gün yüzüne çıkarma
telaşım…
İkna etmekle ikna olmak arasında
gidip geldiğim ve asla süklüm püklüm bir gelecek tasavvur etmediğim ve bin bir
ihtimamla ördüğüm dünyada yeni bir ben yaratma arzusu.
Zoru sevmek belki de mizacımın ilk
ilkesi aslında sevgimi sonlandırmak an meselesi iken ben hala hayatla kurduğum
bağı ve o asma köprüyü çökme tehlikesinden uzak tutmak adına mütemadiyen içten
beslediğim bir düzenek tıpkı köprünün ayaklarını kemiren hezeyanları ve nefreti
görmezden gelip ikinci bir şansı neden hak etmediğimi sorgularken ve Tanrı beni
affetsin ki:
Bana sunulan bu hayatı her ne kadar
fazlaca arzulamamış olsam da yeni gün bile nasibiyle ve bereketiyle gelmiyor
mu, demenin meali iken sonlanmayan inancıma ve sevgime sadece sabır ve umut
ederek sahip çıktığım temel gerçeğim iken yoksa peşin hükümlü insan ırkına
taziyelerimi yollamaktansa sadece içimdeki döngüyü ihbar ediyorum bizzat yazmak
gibi bir ibadetle kendime döndüğüm o iç dünyam bir o kadar kendimi en çok
kendime uzak kıldığım bir o kadar yanımda dilediğim nice insanla pay etmek iken
arzuhalim…