BİRAZ  HİNT,  BİRAZ  İSVİÇRELİ, BİRAZ FRANSIZ  BİR OSMANLI  HANIM  SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ  MÜCADELE  VE  CUMHURİYET -  8. BÖLÜM -

Fayton  hızla  yol  alırken  Selma  Sultan, küçük  halası  Fatma'ya  sordu:

-Halacığım  Pera'da  elbise  bakmaya  gitmiyor  muyduk?  Bu  yol  o  yol  değil.

Defalarca  Pera'ya  gittiği  için  yolları  biliyordu.  Hatta  en  son  olarak  annesinin  tüm  karşı  koymalarına  rağmen  İstanbul'un  işgal  edildiği 13  Kasım  1918 de gitmişti  Pera'ya.  O  gün  diğer  halası  Fehime  ''  Merak  etme,  Fatih'e  gidip  dedemiz   Mehmed-i  Sani ( II.  Mehmet-Fatih  Sultan  Mehmet ) Hazretlerinin  türbesini  ziyaret  edeceğiz''  Diye  kandırmıştı  Hatice  sultanı.  Belliydi  ki  bu  sefer  de  Fatma  Sultan  ''  Elbise  bakmaya  gideceğiz.''  Diyerek  kandırmıştı.

Fatma  Sultan  hafif  bir  tebessümle  cevap verdi.

-Elbise  bakmaya  değil,  sultana  gidiyoruz.

Fatma'nın  yüzü  buruştu.

-Vahdettin  amcaya  mı  yani?  Aman  aman  istemem.  Pera'ya  gitmeyeceksek  geri dönelim.  O  dertli  adamı  görmek  istemiyorum.

Fatma  bu  sefer  kahkahalarla  güldü

-O  sultan  değil  cicim.  Sultan  Abdülhalim  Efendiye  gidiyoruz.

Selma  Sultan  şaşırmıştı.  Vahdettin  amcasından  başka   sultan  da  mı  vardı ?

-Kim  bu Sultan?    Hanedandan  biri  mi?

-Bizim  hanedandan  değil  ama  onun  ait  olduğu aile bizimkinden  çok  daha  değerli  ve  önemlidir.

Selma  Sultan  daha da  şaşırdı

-Hayret !    Kimmiş  bu  merak ettim.  Hangi  aileden  geliyor?

Fatma Sultan  sordu:

-Mevlana  Celaleddin-i  Rumi  adını  hiç  duydun  mu?

Selma  Sultan  heyecanlandı.

-Duydum  elbette. Yoksa?  Yoksa  onun  soyundan  mı  geliyor  bu  sultan?

-Evet.  Onun  yirmi birinci  kuşak  torunu.

Selma  Sultan,  eniştesi Refik  Beyin  Mevlevi  olduğuna  dair  bir  şeyler  duyardı  zaman  zaman  ama  Mevlevi  ne,  ne  yerler  ne  içerler,  işleri  güçleri  nedir  hiç  üzerinde  durmamıştı.  Şimdi  merak  ettiği  tek  konu  Abdülhalim Çelebiydi.  Ona  niçin  gidiyorlardı?

Tekrar  merakla  sordu:

-Niçin  gidiyoruz  o  adama?  Adı  neydi?

-Abdulhalim  Çelebi...  Tabii  ki  ibadet  ve  zikir  için  gidiyoruz.  Bir de...

-Bir  de?

-Oraya  gidince  anlarsın. 

Ne  yaparsa  yapsın  halasının  ağzından  başkaca  bir laf  alamayan  Selma Sultan  çaresiz  sustu.  

Fayton  kısa  bir  yolculuktan  sonra   Kulekapı (  Galata )  denen  yerde bir  Mevlevihanenin  önünde  durdu.  Mevlevihaneden  çıkan  kadınlar  Fatma  ve   Selma  Sultan'ı  saygı  ile karşılayıp  kadınlara  ait  kafesli  bölmeye  kadar  eşlik  ettiler. 

Selma  şaşkın  şakın  etrafına  bakınıyordu. Burası  cami  desen  cami  değildi  ama cami  gibi  uhrevi  bir  hava  vardı. 

Kafesin  arkasından  salon  oldukça  rahat  görülüyordu.  Salonda üzerlerine  acayip  beyaz  etekler  ve  kafalarına  upuzun  serpuşlar ( başlık)  takmış  adamlar ve  dört  de subay  vardı. Sanki  birini  bekliyor  gibiydiler.

Az  sonra  salona siyah  cübbesi,  başında  daha  farklı  bir  şerpusu  olan,  tıknaz,  oldukça  sevimli  bir  insan  girince  Selma  Sultan'ın olduğu  odada  bir  dalgalanma  oldu.  

''Sultan  geldi  !''

Selma  fısıltıyla  halasına  sordu.

-Sultan  bu  mu?

-Evet

-Şimdi  ne  olacak?

-Az  sabret,  göreceksin.

Az  sonra  mahir  eller  kudüm  dövmeye,  ney  üflemeye  ve  rebaplar  üzerinde  yay  çekmeye  başlamışlar,  beyaz  entarili (  tennure )  insanlar  da  bir  elleri  yukarıya  diğer  elleri  aşağı  doğru  olmak üzere  kollarını açarak  dönmeye  başlamışlardı. Hepsi  de  boyunlarını  sağ  omuzları  üzerine yatırmış,  yüzleri  yukarı  bakar  vaziyette dönüyor,  dönüyorlardı.

Selma  yine  merakla sordu:

-Ne  bu?

Fatma  Sultan  cevap  verdi:

-Buna  sema  derler. 

-Hımm  peki  şurada  oturan  subaylar  da  dönecek  mi?

Fatma tebessüm  etti.

-O  kıyafetlerle  elbette hayır  ama  içlerinde  Mevlevi  kıyafeti  ile  dönenler  var  zaten.

-Peki  o  subaylar  niçin  gelmiş?  Sultanı  korumak  için  mi?

-Hayır...  Şimdi sus.  Sema  yapılırken  konuşulmaz. 

Selma  Sultan  sustu  ama  kafasına  takılı  kalmıştı   subayların orada  ne  yaptıkları,  hangi  amaçla bulundukları.

Bir  süre  sonra  sema bitti. Kadınlar  bölümü  tamamen  boşaldığı  halde  Fatma  ve  Selma  Sultan  yerlerindeydi. 

Salonda  oturmakta  olan  subaylar  sema  biter  bitmez  tek  tek  kalkıp  Abdülhalim  Çelebi'nin  elini  öptüler. Subaylar  içinde  en  rütbelisi  olduğu  her  halinden  belli  olanı  üzüntüyle konuşmaya  başladı.

-Sultanım !  Eğer  ki  çoluk  çocuğum  olmasa  vallahi intihar  edeceğim.  Dayanamıyorum.

Abdülhalim  Çelebi  biraz  sertçe  cevap  verdi.

-Şimdi pisi  pisine  gebermek  değil  vatan  için  ölmek zamanıdır Eyüp Efendi. Hele  de  senin gibi  Çanakkale'de  gazi  olmuş  bir  mücahide  intiharı  düşünmek  hiç  yakışmadı.

-İşte  o  yüzdendir  ya  zaten  sabredişim. Lakin  Sultanım,  Boğazlar  Umum  Müdürlüğünde  memuriyete  tayin  olmam  sebebiyle  her  gün  kafir  gemilerinin  Boğazlarda  dolanıp  durmalarını  görmek  beni  kahrediyor.

-Sabır  Eyüp  Efendi,  sabır...Her   zulmetin  sonunda  bir  inşirah  vardır.  Sen  şimdi  intiharı  filan  düşünme  de  cevap  ver.  Silah  sevkiyatı  işi  nasıl gidiyor?  Bir  aksaklık  var  mı?

-Aksaklık  her  zaman  oluyor  sultanım.  Gah yakalanıyoruz,  gah parasını  verdiğimiz  halde  tüccarların  dolandırıcı  çıkması  sebebiyle  teslim  alamadıklarımız  oluyor.Bazen  silah imal  ettiğimiz  atölyeler basılıyor bazen de  depolarda  tutulan  silahları  çalmak  için  yaptığımız  teşebbüslerde  çatışmak  zorunda  kalıp  şehit  veriyoruz  ama  her şeye  rağmen  Allah'a  şükür  pek çok  silahı  Anadolu'ya  geçirdik.

-Allah  razı  olsun  Eyüp  Efendi.

-Allah  sizden  de  razı  olsun  sultanım. Hem  maddi  hem  manevi  desteklerinizi  tarih  yazacaktır.

Selma  Sultan  duydukları karşısında  adeta  şok  olmuştu. Bunlar  Anadolu  denen  bir yere  silah  gönderiyorlardı  demek  ki. İyi  de  niçin?  Tam  halasına  sormak  üzereydi  ki  halası  anlayıp hemen  susss  işareti  yaptı.  

Selma  Sultan  sustu  ve  konuşmaları  dinlemeye  devam  etti.

Genç  subay  sordu  Abdülhalim  Çelebi'ye

-Kötülüğün varlık  nedeni  nedir  Sultanım?

Abdülhalim  Çelebi,  Eyüp  komutanın  dilinin  altında  bir  bakla  olduğunu  anlamıştı.

-Asıl  sualin bu mudur?  

Eyüp  komutan biraz  sustu.  Sorsam mı  sormasam  mı   diye  tereddüt  etti  ama  sonunda  sormaya  karar  verdi.

-Müslüman  aleminin  önderi halife  sultanımız  kafirlerin  elinde  rehine.  Bizim  görevimiz onu  ve  ülkemizi Hırıstiyanların  bir  daha  baskı  altına  alamayacakları  ve kontrol  edemeyecekleri  şekilde  kurtarmak  değil  midir?

-Evet. Öyledir.

-O  halde Şeyhülislam neden Mustafa Kemal tarafından Anadolu'da başlatılan Milli Mücadeleyi mahkum ettiğini halka açıkladı? Niçin bizi hainlikle suçlayan ve bizlere karşı halkı silaha sarılmaya çağıran fetvayı ilan etti?

Abdülhalim  Çelebi  hemen  cevap  verdi.

- Bak  Eyüp Efendi !  Kendin  diyorsun  Halifenin  hür  olmadığını değil  mi?  Şeyhülislam  Efendi  de  tıpkı  onun  gibi  hür  değildir.

-Hür değilse  sussaydı.  En  azından  bunu  yapabilirdi.

-Evet, bunu yapabilirdi, cesur olabilirdi. Fakat belki de samimiyetle, tıpkı birçok vatanseverimiz gibi Millî Mücadelenin çıkar yol olmadığını düşünüyordur. Ve böyle davranmakla barış antlaşmasının daha ağır şartlara  bağlanmasından korkmuş  olabilir.

-Zafere ulaşacağız şeyhim! Başka  türlüsü  düşünülemez  bile.

Abdulhalim  Çelebi  bu  sözü  söyleyen  subayların  en  gencine   sevgi  ile  tebessüm etti.

-Amenna...İnandık,  iman  ettik.  Rabbimizin  yardımlarıyla  zafer  bizim  olacak  inşallah.

Devam  edecek. 

RESİMLER

1- Milli  Mücadele  yıllarında  İstanbul'dan  Anadolu'ya  silah  sevkiyatında  çok  önemli  roller  üstlenmiş  olan  Çanakkale  gazisi Eyüp  Bey (  Eyüp Durukan )
2- TBMM  nin  açıldığında  ilk  dönem  milletvekilliği  de  yapmış  olan  Galata  Mevlevihanesi Postnişini Abdulhalim  Çelebi
3-Galata  Mevlevihanesi  ( Bugünkü  haliyle ) 

( Biraz Hint, Biraz İsviçreli, Biraz Fransız Bir Osmanlı Hanım Sultanı - Ata başlıklı yazı Sami Biber tarafından 5.03.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.