“Bu satırları sana yazıyorum. Gönderme cesaretini kendimde bulursam sana yollayacağım. Belki de göndermez, onları hatıra defterimin arasında saklamaya devam ederim. Beni rahatsız eden onca duygu yükü altında ki ezilip büzülmelerimden seni de haberdar etmem belki seni de bir gayrete ve harekete geçirir. Belki de yazdıklarımdan seni üzmüş olmama üzülür, üzüntümle de kendime eziyet etmeye devam ederim.”


“Bazen başımı alıp, gönlümün sonbahar gibi hüzün vurmuş bahçelerinde tek başıma dolaşmaya çıkıyorum. Hayaline rast geliyorum. Uzaktan uzağa bana bakıyorsun. Sesleniyorum, duymuyorsun. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum… Bir türlü sesimi sana duyuramıyorum.”


“Öyle bir bağırmışım ki, solanda kim var kim yok herkes dönüp bana baktı… Koşarak Deniz yanıma geldi. Elime sarılarak “Nihal Hatun bir şeyin yok ya!” diyerek, mercek altına incelenen hücre gibi bana bakıp durdu. Bir şey diyemedim. Utandım. Utancımdan yerin dibine geçtim.


“İstersen birkaç gün izin al, memlekete git, dinlen… Gerekirse senin adına ben izin alırım,” dedi. Belki de Deniz haklıydı. Biraz izin bana iyi gelecekti. Ben izne gidince, hüzün ve ayrılık acısı beni terk edip gitmiyordu ki! Senden kopup ayrı düşemiyordum ki! İznin bana ne faydası olacaktı? Olacak mıydı? Hiç ümitli değilim. Mutsuzluğu den seçmedim. Ayrılığı ben istemedim. Ama örselenmekten ve ötelenmekten de bir türlü kurtulamıyorum.”


“Galiba deliriyorum. Bir yandan da diyorum ki, her şeyi bırak git bir akıl hastanesine tek başına yat. İçimi yakan ve daima beni meşgul eden duygu yüklü virüslerin de bir tedavisi vardır. Tedavi olur kurtulurum, kendi kendime...”


“İçimdeki bir ümidin eteğine tutunuyorum ve onunla birlikte farklı havalara ve diyarlara doğru savrulup gidiyorum.  Dili ve dişi olmayan sözcüklerin içimde çıkardığı vaveylanın gürültüsünden yine başım ağrıyor. Nesebi ve uyruğu belli olmayan acılar sol yanıma vurup vurup kaçıyor. Elimden de bir şey gelmiyor. Yine de onları kovsun diye çiğnediğim bir aspirini onların üzerlerine salıyorum.”


“Acıların verdiği tüm sancıları yok sayıyor, sol yanımdaki yüreğimin kendi içinde taşıdığı hüzün bulutlarından daha çok etkileniyorum. Elimden bir şey gelmiyor, zamanı dahi azat ediyorum. O ise bir türlü sadık köpek gibi ayaklarıma dolanıyor ve beni bırakıp gitmek istemiyor. Bir yanım şair kesilmeye kalkıyor, şiirimsi bir şeyler karalıyorum. Saklamaya gerekli görmüyorum ama yırtıp çöpe atmaya da kıyamıyorum.”


“Yine sızıntım başlıyor,”

“Nefesim de daralıyor,”

“Gözümde sis, yağmur, bulut

“Tüm benliğim sarsılıyor…”


“Sessiz sessiz ağlıyorum,”

“Senden kurtulamıyorum,”

“Birden ateşim çıkıyor,”

“Ateşimde yanıyorum…”


“Şu anda neredesin? Yurt içinde mi, yurt dışında mı? Bilmiyorum. Ama en azından televizyon kanalarının haberlerinden duymuşsundur. Allah bu millete daha büyük acılar yaşatmasın. Birlik, beraberlik, dayanışma ve kaynaşmamızı artırsın.”  


“24 Ocak Cuma akşamı Merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Neredeyse deprem Türkiye’nin her tarafında hissedildi. Devlet ve vatandaşlar ilk andan itibaren yan yana ve omuz omuza gelerek arama ve kurtarma çalışmaları başladı. Elazığ ve Malatya’da 87 bina yıkılırken, 1287 binada ağır hasar, 56 binada orta, 876 binada ize hafif hasar oldu. Depremde 41 kişi hayatını kaybederken, 1600 kişi yaralandı.”


“Ölenlerin arasında ben de olsaydım. Beton yığınlarının arasında ezilmiş bir beden, yüzümde toz ve toprakla çıkarmak için koşarak beni aramaya gelir miydin? Bağrına basar, ardım sıra ağlar mıydın? Beni Azrail’in elinden almak için zamanla kıyasıya bir mücadeleye girer miydin?”


“Beton yığınlarıyla kırılmış kemiklerimle beni kara toprağın bağrına kendi ellerinle gömer miydin? Başucumda oturup, benim için doyasıya ağlar mıydın? Söyle ağlar mıydın?


“Ben beşeri benliğimden kurtulup, kendime melek kanatları takıp özgürce uçarken, sizleri uzaktan, sesimi sizlere duyuramadan seyrederken, elbette acın ve gözyaşların bana doğru fırlatılan bir inci ve gül demetine dönüştüğünün şahidi olacaktım. Geride birer buruk acıyla, yetim ve öksüz gibi hayata tutunabilmek için irade, gayret ve azminizi seyredebilecek miydim?”


“Aşka yakın ve aşka dair bir şeyler kalabilecek mi benden geriye? Gerçek dünyanın dışında bir hayat olduğuna şahitlik ederken, yaşamak için kendine bir neden arayan titreşen bedeninde bana ayrılmış bir nadide bir köşem olmaya devam edecek mi? Bir yandan gitmek, bir yandan kalmak için vereceğim mücadelede istek ve gayretin ne seviyede olacak? Rayici olmayan bir acı ve hüzünle beni acil servise yetiştirmek için zamanla yarışmak için gayretin hangi seviyede olacak? Bana kal demek için arzu ve isteğin zirve yapıp, ritmini orada öyle sabit tutabilecek misin?”


“Ellerimi ve bedenimi koyacak yer bulamıyorum. Gidip gelmelerle bezeli, soluk soluğa gizli ve izbeli diyarlara doğru pasaportsuz bir yolculuk gibi benimkisi… Şehvet ve ihtirastan yoksun olarak izdivacı ertelenen, belki de hiç olmayacak bir hayaldir benimkisi…”


“Belki de tüm bu acı ve sancılar benim bir ruh terbiyecim olmaya devam edecekler. Tüm meyvelerin zamanla olgunlaştığı gibi, ben de zamanla olgunlaşanlardan biri olacağım. Dalında kendi kendine olgunlaşan bu meyve kimin nasibi olacak? Rabbimden başka kim bilebilir ki?”

 

Devamı var...

...

Ant. - 300120

( Akdenizdeki Kavga - 25 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 1.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.