1
Rahmetli babam içki içen bir insandı. İçkisi de Türk’ün milli içkisi ( İçeceği
değil, içkisi) olan Yeni Rakıydı. Yetmiş
yaşında kalp ameliyatı oluncaya kadar da sık sık evde çilingir sofrası kurar,
en az bir 35 lik Yeni Rakıyı midesine göndermeden sofradan kalkmazdı.
Kesinlikle bar ya da meyhanede içki içmezdi.
Seksen yaşında hayata veda eden babama artık iyice yaşlandığı yıllarda sordum:
-Baba ! Sen hayatın boyunca içtin bu rakıyı ama arasıra annemi ve biz oğullarını
pataklamak dışında bu içki yüzünden ne bir başkasına zarar verdiğini gördüm ne
de bu içki içmen senin Türkiye’nin en iyi ve tanınmış daktilo- hesap makinesi
tamircisi olman üzerinde en ufak bir olumsuz tesir meydana getirdi. Bunun
hikmeti nedir?
Babam tane tane anlatmaya başladı:
-Bak oğlum ! İçki içenler üç sınıfa ayrılır. 1- Ağzıyla içenler 2- Burnuyla içenler 3- Kıçıyla içenler
Ağzıyla içenler neyse de burnuyla içenler acayibime gitmişti. Hele de kıçıyla
içenler akıl alacak gibi değildi. O şaşkınlıkla sordum.
-Baba ! Ağzıyla, haydi burnuyla içeni anladım da insan kıçıyla nasıl içki içer?
Babam devam etti.
-Oğlum, ağzıyla içen neşelenmek için içer bu zıkkımı. O sebeple de etrafına
neşe saçar. Onun sarhoşluğunun kimseye bir zararı olmaz. Hatta sevilir böyle
bir sarhoşluk. Ha, bazen de hüznünü dağıtmak için içer, yine kendisinedir
zararı, kimselere bulaşmaz, üzüntüsünü, elemini kendi içinde yaşar, sonra
sessice sızar. Bu mereti ağzıyla içenin kafası tilki gibi çalışır ki içki
insanı aslında üç hayvana dönüştürür. Bunlardan birincisi tilkidir.
Yani ağzıyla içen tilkiye dönüşür. Ben genellikle ağzımla içerdim bildiğin
gibi.
-Peki burnuyla içen?
-Burnuyla içen etrafı için tehlikelidir.
Asar, keser, bağırır çağırır, herkese, her şeye saldırır. Mesela ben,
köfeteleri biraz fazla kızarttığı, bifteği kanlı kanlı önüme koymadığı
için annenize az mı dayak attım? Karşımda burnunuzu karıştırdığınız için
burnunuzdan kan getirinceye kadar az mı dövdüm sizleri? ‘’Kaşının üstünde gözün
var.’’ Diyenle az mı yumruk yumruğa kavgaya girdim? Velhasılıkelam içkiyi
burnuyla içen hayvanlar aleminde aslana
dönüşür evladım. Benim içkiyi burnumla içtiğim de vakidir bildiğin gibi.
-Anladım baba. Yani içkiyi ağzıyla içmek de, burnuyla içmek de aslında mecazi
benzetmeler. Bu durumda kıçıyla içmek de mecazi bir benzetme herhalde.
-Yok, değil. İçkiyi kıçıyla içmek mecazi bir benzetme değildir. Bildiğin bayağı
bayağı kıçıyla içmektir.
-Ya baba, olur mu hiç öyle şey? İnsan içkiyi ağzıyla içebilir. Burnuyla da
haydi içebilir ama kıçıyla nasıl içer ki?
-Oğlum! Neyzen Tevfik’i bilirsin değil mi?
-Elbette bilirim.
-Peki Mazhar Osman’ı?
-Onun da Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük ruh ve sinir hastalıkları doktoru
olduğunu bilirim ama başka çok fazla bilgim yok.
-O kadarı yeterli zaten.
Neyzen Tevfik ve Mazhar Osman çok iyi dost imişler. Aynı zamanda Neyzen Tevfik
sık sık Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesine, yani bizim tabirimizle
tımarhaneye düştüğü için bir yerde Mazhar Osman’ın özel hastasıymış da.
İçkiyi burnuyla içtiği dönemlerinde ceketinin ceplerinde haşlanmış işkembe
taşıyan, acıktıkça o haşlanmış işkembeyi çıkarıp parça parça yiyecek kadar,
hamam kurnasına galonla rakı doldurup hamam tasıyla rakı içtikten sonra anadan
üryan hamamdan dışarı çıkacak kadar kadar çılgın olan Neyzen Tevfik’in yolu sık
sık Mazhar Osman’a düşermiş.
Mazhar Osman, aylar süren tedavi sonucunda Neyzen Tevfik’i normale döndürür
hastaneden salarmış ama kısa süre sonra o tekrar akıl hastanesine dönermiş.
İşte bu tedavilerden birinde Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e tövbe ettirmiş.
Neyzen Tevfik ‘’ Bir daha ağzıma bu içkiyi sürmeyeceğime Allahıma, kitabıma
yemin ediyorum. Tövbeler tövbesi’’ Deyip tövbe etmiş. Ama kısa bir süre sonra
yine zil zurna Mazhar Osman’ın karşısına gelmiş.
Mazhar Öfkeyle sormuş: ‘’ Hani bir daha ağzına içki sürmeyecektin? Tövbe
etmiştin?’’ Neyzen Tevfik cevap vermiş: ‘’ Ben yine sözümdeyim. İçkiyi ağzıma
sürmedim.’’ Mazhar Osman daha da kızmış. ‘’ Ulan zil zurna sarhoşsun. Kibrit
çaksam alev alev yanacaksın. Hâla ağzıma içki sürmedim diyorsun’’ Neyzen yemin
etmiş. ‘’ Vallahi billahi ağzıma içki sürmedim.’’ Mazhar Osman patlamış artık
‘’ Madem ağzına içki sürmedin de burnunla mı içtin be adam? Kör kütük sarhoşsun
işte.’’ Neyzen anlatmış: ‘’ Ne ağzıma ne
burnuma sürdüm içkiyi. Bir kovaya rakı doldurup üzerine oturdum ve kıçımdan
çekerek mideye indirdim.’’
-Vay be baba! Demek insan kıçıyla da içebiliyor ha? Hem de mecazi manada değil
gerçek manada. Peki bu doğru mu? Yani uydurulmuş bir hikaye olmasın.
- Orasını bilmem. Hürriyet Gazetesinin eki olarak bir iki yıl önce verilen
Gülümseyen Tarih adlı bir dergide Tarihçi Murat Bardakçı, bunu ciddi bir olay
olarak yazmıştı.
-Peki bu içkiyi kıçı ile içenler hangi hayvana dönüşüyorlar? Öyle ya ağzı ile
içen tilkiye, burnu ile içen aslana dönüştüğüne göre kıçı ile içenlerin de bir
hayvana dönüşmeleri gerekmez mi?
-İçkiyi kıçı ile içenlerin genelde eşeğe dönüştüğü söylenir ama doğrusu köpeğe
dönüşürler.
-Nasıl yani?
-Bu sorunun cevabını da aslında Neyzen Tevfik vermiş.
-Nasıl?
-Neyzen Tevfik bir gün başlamış Allah’a küfür etmeye. Demişler ki ‘’ Yahu her
haline eyvallah dedik ama Allah’a küfretmen olmuyor. Bunu kaldıramayız.’’ Cevap
vermiş: ‘’ Ben o kapının köpeğiyim, arasıra havlarım böyle. Siz bana aldırmayın.’’
Yani oğlum, içkiyi kıçıyla içen aslında köpekleşir. Köpeklerin iki önemli
özelliği nedir? Birincisi sadakat, ikincisi de havlamak öyle değil mi?
-Öyle de aradaki bağlantıyı pek anlayamadım.
-Mesela Neyzen Tevfik. Ne demiş bir
şiirinde?
Bî-namaz deyip beni Hak'dan uzak gören,
Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem.
Sen sade beş vakitte ararsın Allahını,
Ben her zaman onunla emîn ol beraberim
Yani bu şiirine göre Allah’a senden benden, kendisini Haktan uzak gören
insanlardan daha fazla bağlı, daha fazla sadık görünüyor öyle değil mi?
-Evet öyle
-Ama Allah’a da küfrediyor zaman zaman?
-O da doğru?
-Niçin peki?
-Niçin?
-Çünkü daha sadakatla bağlı olduğu bir başka şey var : İçki. Her zaman beraber
olduğunu söylediği Allah’a küfrediyor ama içkiye küfrettiğine hiç kimse şahit
değil. Yani asıl sadakati Allah’a değil içkiye duyduğu sadakat. Efendisi içki.
Efendisinin tesiriyle Allah dahil havlamadığı, havlayamayacağı hiç bir şey
yok...
-İyi de baba, Neyzen Tevfik tek bir örnek. Bir örnek sebebiyle ‘’ İçkiyi
Kıçıyla İçenler’’ Diye bir sınıftan, zümrenin olduğundan bahsedilebilir mi?
-Bir örnek mi? Sen öyle mi sanıyorsun? Ülkemizde o kadar çoktur ki içkiyi
kıçıyla içen asla tahmin edemezsin.
Yaşlı babamın yavaş yavaş gözleri kapanmaya başlamıştı. Onu daha fazla yormak
istemedim. Usulca yatağına yatırıp üstünü örttüm. Sonra derin düşüncelere
daldım.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde içki tüketimi bizden kat kat fazla olduğu halde hepsi bilim ve teknolojide bizden fersah fersah ileridiydeler.
Oysa biz hep içkinin beyni süngerleştirdiğini bilirdik. Yani dinimizin yasak
kılması yanında içkinin ilmen de insan sağlığı için çok zararlı olduğunu,
vücudun fonksiyonlarını , bilhassa beynin normal çalışmasını engellediğini
düşünürdük oysa Avrupa olsun, ABD olsun, Rusya olsun içkiyi adeta su gibi
tüketiyordu ama bu ülkeler bizden çok ilerideydiler. Bunun sebebi ne olabilirdi
acaba diye çok düşünmüşümdür zaman zaman. Babamla yaptığım bu konuşmadan sonra
artık bu sorunun cevabı netleşmişti.
Evet, gelişmiş ülkelerde içki ağızla, bilemedin bazı bazı burunla içiliyordu.
Oysa ülkemizde azımsanmayacak sayıda insanımız maalesef içkiyi kıçlarıyla
içiyorlardı. Kıçları ile içtikleri için de her şeye, herkese havlıyorlardı. Her
türlü gelişmeye, ilerlemeye, kalkınma hamlesine, bu hamleleri başlatanlara,
aklınıza ne gelirse havlıyorlardı. Onların havlamalarına her ne kadar aldırış
edilmese de yine de bunca havlama sesi
içerisinde insanın psikolojisinin bozulmaması mümkün olamıyor, gelişme ve
ilerleme istenilen hıza ulaşamıyordu. Ama ne yazık ki bu köpekleri itlaf etmek
de mümkün değildi zira her biri ülkenin vatandaşı olarak herkesle eşit haklara
sahiptiler. Havlama hakkı da dahil olmak üzere...
Ha bir de eğitim var tabii ki.
Maalesef ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşamamasının çok önemli bir
sebebi de bir türlü rayına oturtamadığımız, nasıl olması gerektiğine karar
veremediğimiz eğitim sistemimizdi. Defalarca sil baştan yaptığımız, deneye deneye
deneme tahtasına döndürdüğümüz Eğitim sistemimiz...
Bu ikisini hallettiğimiz gün inanıyorum ki bu ülke de muasır medeniyetler seviyesini
yakalamayı bırakın kat kat üstüne çıkacaktır.
Evet, ivedilikle yapmamız gereken şey mutlaka eğitimi adamakıllı ele almak.
Bunun için de 1- Okullar eğlence mekanı olmaktan çıkarılmalı, eğitimin zor,
zahmetli, sıkıntılı ama meyvelerinin çok lezzetli bir uğraş olduğu hem
öğretmene, hem veliye hem de özellikle öğrenciye kavratılmalı 2- İnsanımızı içkiden mümkün olduğu kadar
uzak tutmaya, eğer bunda başarılı olunamıyorsa ( Ki tam başarı mümkün değildir)
en azından ağızlarıyla içen bireyler olmaları için azami gayret
gösterilmelidir. Vatandaşlarımızın burunlarıyla, hele hele de kıçlarıyla içki içen bireyler
olmaması için devlet tam bir seferberlik başlatmalıdır.