Artık elden ayaktan düştüğü için iş tutamayan, o sebeple de genelevin kasasına bakan eski hayat kadınlarından Melahat, bilgisayarın başında katıla katıla gülen Dicle’ye seslendi.

-Ne gülüyorsun kız? Bokunda boncuk mu buldun?

Dicle gülmesine devam ederek cevap verdi.

-Eskiden Osmanlı mekteplerinin duvarlarında bir yazı varmış, ona gülüyorum.

Melahat da merak etti bu kadar komik olan yazıyı.

-Hayırdır? Ne yazıyormuş Osmanlı’nın mekteplerinin duvarında?

Dicle cevap verdi:

-‘’Burada hiç bir balık uçmaya, hiç bir kuş yüzmeye zorlanmaz.’’ Yazıyormuş.

Melahat konuyu tam anlayamamıştı.

-Yani Osmanlı’nın kuşu ötmüyor muymuş? İyi de bunu mektebin duvarına niçin yazmışlar?

Dicle daha da fazla gülmeye başladı. Hatta öyle ki kerhaneye gelmiş olan müşterilerin bile ilgisini çekmişti.

Daimi müşterilerden Yamuk Rıza lafa girdi.

-Osmanlı zamanında da mı varmış mektep?

Dicle cevap verdi:

-Ulan ayı? O mektep başka mektep. Burası gibi mekteplerden değil.

Yamuk Rıza uyanmıştı.

-Haaa sen şu bebelerin gittiği mektepten yani okuldan bahsediyorsun. Mektep deyince ben de böyle bir mektep sandıydım.

Dicle sinirlendi bu sefer.

-Hayatında başka bir mektep bildiğin mi var? Allah’ın ayısı. Mektep deyince aklına kerhaneden başka bir şey gelmez ki?

Yamuk Rıza Gülümsedi.

-Fena mı kızım. Ben ve benim gibi mektebe düşkün insanlar olmasa nereden para kazanacaksınız. Açlıktan ölürsün be. Manukyan rahmetli, nurlar içinde yatsın, bizim sayemizde vergi rekortmeni olmadı mı? Ulan sadece siz değil. Bu memleketin öğretmeni, hakimi, memuru, işçisi hatta imamı bile bizim Manukyan’a, onun da devlete ödediği vergilerden maaş alıyor. Yalan mı? Hani adamın biri varmış eski devirlerde. On bir oğlunun onu çeşitli savaşlarda ölmüş. Devlet son oğlunu da savaş için almaya gelince görevlilere ‘’Söyleyin o padişaha benim şeyime güvenip de sağa sola savaş ilan etmesin. Bende başka oğul kalmadı’’ Demiş ya. O hesap işte. Bizim şeyimiz olmasa bu memleket aç kalır aç.

Dicle patladı artık.

-Hay sana da senin verdiğin paraya da...

Melahat da lafa girdi.

-Osmanlının mektebinde iş yokmuş. Bizim mektepte ne kuşlara yüzme, ne balıklara uçma öğretiyoruz. Di mi ama?

Yamuk Rıza sırıttı.

-He vallah doğrudur. Misal ben. Uçmayı burada öğrendim.

Dicle tiksinerek baktı Yamuk Rıza’ya.

-Ne öğrenmesi be. Mektebin en devamlı müşterisisin ama uçayım derken genellikle çakılıyorsun. Ne kuşun ötüyor, ne balığın yüzüyor. Buna rağmen hâlâ niçin devamlı buraya gelirsin onu da bir türlü anlamış değilim.

Yamuk Rıza’ya pezevenk, gavat, namussuz, ahlaksız, rezil, her şey denilebilirdi. Her şeyi kabul eder hatta sırıtırdı pis pis ama erkekliğine laf söylenemezdi. Öfkeyle Dicle’nin karşısına dikildi.

-Yaaa demek öyle? O halde seni istiyorum. Hemen odaya geç.

Dicle ‘’ Al başına belayı’’ Diye düşünse de yapabileceği hiç bir şey yoktu. Bu mektep başka mekteplere benzemiyordu ve burada ‘’ Müşteri daima haklıdır.’’ Kuralı geçerliydi. Müşteri kimi seçmişse sermaye denen bu kadınlar onun altına yatmak mecburiyetindeydiler.

İsteksiz bir şekilde ayağa kalktığı anda içeri yirmili yaşlarda bir delikanlı girdi. Oldukça yakışıklı, tam bir erkek güzeliydi bu. Genelevlerde görmeye alışılmış tiplerden değildi. Böylelerine kız mı yoktu? Hatta üstüne para verilirdi böyle bir delikanlı ile yatmak için. Bunun burada ne işi vardı ki? Hali tavrı ‘’ Ben üniversite öğrencisiyim’’ Diye bağırıyordu adeta. Sırtındaki çantayı kapıda nasıl almamışlardı hayret.

Yamuk Rıza patlattı kahkahayı.

-Delikanlı ! Yanlış mektebe geldin sanırım.

Delikanlı hiç oralı olmadı. Usulca Melahat’a yaklaştı.

-Şeyyy. Bana bir bayan lazımdı da?

Melahat, dişsiz ağzıyla yayvan yayvan güldü.

- Gündelikçi mi arıyorsun yoksa evlenmek için mi? Yanlış yere gelmişsin kuzucuk. Burada bayan yok.

Delikanlı hayretle etrafına baktı. Dicle dahil üç tane kadın vardı orada.

-Nasıl yok. Bu hanımefendiler ne peki?

-Haaa onlar mı? Onlar bayan ya da hanımefendi filan değiller. Biz onlara burada kısaca orospu diyoruz.

-Hahhh. İşte bana da onlardan lazım.

Dicle atıldı.

-İlk defa geliyorsun sanırım.

Delikanlı cevapladı.

-Evet ilk kez geliyorum.

Sermayelerden Dilruba yanaştı delikanlıya.

- Tek başına geldiğine göre baya cesurmuşsun. İlk kez milli olacaksın demek ki? Gel madem. Seni milli yapayım.

Nermin de yanaştı.

-Sen onu boş ver koçum. Sen benle gel de muamele nasıl olurmuş gör.

Delikanlı kadınlara şöyle bir baktıktan sonra Dicle’yi işaret etti.

-Bu hamfendi olmaz mı?

Melahat cevap verdi:

-O olmaz. Az önce şu gördüğün vatandaş aldı onu.

Yamuk Rıza:

-Yok fark etmez. Delikanlıya bir kıyağım olsun. İstiyorsa Dicle’yi o alabilir. Ben nasılsa istediğim zaman nınının nınının yaparım Dicle’ye. İlk kez gelmiş garibim. Daha ilk günden mektepten soğutmayalım öğrencimizi değil mi Müdire Hanım? Ha ha haaaaa.

Delikanlı tedirgin bir şekilde tekrar sordu.

-Şeyyy. Bunun ücreti ne kadar?

Melahat duvardaki ‘’ Vizite 50 Tl’’ Yazısını gösterdi.

-İşte bu kadar.

Delikanlı bir daha sordu.

-Şeyyy. Kaç dakika içeride kalma hakkımız var?

Melahat:

-En fazla yarım saat.

Delikanlı az düşündükten sonra.

-Ama benim işim yarım saatte bitmez.

Yamuk Rıza atıldı hemen.

-Hay maşallah koçuma. Öyle sandığınız gibi kuzucuk değilmiş baksanıza. Yarım saatte bitmezmiş işi. Lan oğlum bana bak. Dicle bayağı kıymetlidir. Kızı fazla hırpalamayasın ha! Ha ha haaaa.

Delikanlı cevap verdi:

-Yok yok merak etmeyin. Kılına bile zarar gelmez.

Bu sefer Dicle lafa girdi:

-Ulan bana bak. Karşına alıp seyretmek, ya da striptiz yaptırmak gibi, veyahut başka sapık fantezilerin varsa peşin peşin söyleyeyim hiç gelemem öyle şeylere. Adam gibi işini yapıp çıkacaksın. Ha bu arada kıla mı zarar gelir, tüye mi zarar gelir orasına da karışmayacaksın.

Delikanlı tekrar sordu.

-Ben bir buçuk saatliğine istiyorum. Parayı kime vereceğim?

Melalat atıldı:

-Parayı bana vereceksin. İşin bitince makbuz almayı da unutma. Vergi iadesinde geçiyor biliyorsun. Burası helal bir müessesedir. Önce iş, sonra fiş Haa ha haaaa.

Delikanlı 150 Tl yi verdi. Melahat daha sonra ona girmesi gereken odayı gösterdi ve ‘’ Sen gir soyun dökün, Dicle de hemen gelecek ‘’ Dedi.

Delikanlı gösterilen odaya girerken Dicle içinden ‘’ Oh be. Nihayet erkeğe benzer bir erkek geldi. Gelmekle de kalmadı beni istedi’’ Diye düşünüyordu.

Az sonra o da odaya girdi ama delikanlı üzerindeki montu bile çıkarmamıştı. Geldiği haliyle öylece yatağın kenarında oturuyordu.

-Soyunmamışsın. Önce benim soyunmamı mı istiyorsun?

 -Hayır. Soyunmanı istemiyorum.

 -Giyinik mi yapacağız?

 -Soyunuk veya giyinik herhangi bir cinsi münasebetimiz olmayacak.

 -Oğlum ! Derdin ne senin? Ne istiyorsun? İnsanlar buraya karı becermeye gelir. Sen neye geldin anlayamadım.

 -Ben buraya bazı sorular sormaya ve cevap almaya geldim?

 -Polis ya da gazeteci misin?

 -Ne polis ne de gazeteciyim. Üniversitede Sosyoloji eğitimi gören bir öğrenciyim. Genelev hayatı hakkında bir araştırma yapıyorum.

 -Haaa anladıııım. Sen onun için kılına bile zarar gelmeyecek dedin. İyi de senin sorularına cevap vereceğimi nereden çıkardın? Burası kerhane oğlum. Burada ser verilir sır verilmez.

 -Ben sana sır olan bir şey sormayacağım ki?

 -Ne soracaksın peki?

 -Mesela adın ne? Sana Dicle dendiğini duydum ama sanırım asıl adın Dicle değil?

 -Evet doğru tahmin etmişsin. Asıl adım Dicle değil.

 -Ne peki?

 -Sana ne? Öğrenip de nikahına mı alacaksın? Hem senin adın ne?

 -Benim adım Faruk.

Dicle birden mahzunlaştı. Boynunu içine çekti ve küçücük bir yumak oldu adeta. Dudaklarından sadece ‘’ Of Faruk’’ diye bir inilti çıktı.

Faruk merakla sordu?

-Faruk adında bir yakının var sanırım? Sevgilin miydi?

Dicle ağlamaklı bir şekilde cevap verdi.

-Kardeşim. Onun adı da Faruktu.

 -O şimdi nerede?

 -Hiç bilmiyorum. Ben ondan ayrıldığımda on yaşlarında filandı. Şimdi senin yaşlarında olmalı.

 -Bak kardeşinin adını söyledin. Demek ki kendi adını da söyleyebilirsin.

Dicle, delikanlıyı tepeden tırnağa bir kez daha süzdü.

-Eğer buraya araştırma yapmak için geldiysen her şeye çok dikkatli bakmış olman lazım. Mesela kapılara, duvarlara, her şeye. Benim asıl adım kapının tam üstünde yazıyordu.

Faruk heyecanla atıldı.

-Hazal? Asıl adın Hazal değil mi?

Dicle cevap verdi:

- Dediğim gibi… Çok dikkatliymişsin. Evet. Asıl adım Hazal.

 -Peki niçin asıl adını kullanmıyorsun?

 -Nefret ediyorum da ondan.

 -Sebep?

 -Buraya ilk düştüğüm günlerde bize hep ‘’ Müşterinin sizden memnun kalması ve bir daha gelmesi için onunla yattığınızda sanki bu işten çok haz alıyormuşsunuz gibi davranın’’ Derlerdi bize. Yani devamlı ‘’ Haz al, haz al’’ dediklerinden ‘’Hazal’’ İsminden nefret ettim.

 -O yüzden mi her tarafa ‘’ Hazal’’ yazdın?

 -Evet ama senin dışında hiç kimse bilmiyor o ‘’Hazal’’ın benim ismim olduğunu. Herkes ‘’ Madem bu kapıdan içeri giriyorsun o halde haz al’’ anlamında bir kelime sanıyor.

 -Başka yazılar da var?

 -Evet. Başka yazılar da var. Herkes kendince bir şeyler yazıyor duvarlara. Biliyor musun. Aslında Osmanlı’nın mekteplerinin duvarlarında ne yazdığına bakacaklarına namussuz şerefsiz bazı insanların ‘’ Mektep ‘’ Dedikleri şu kerhanelerin duvarlarındaki yazılara baksalar çok daha faydalı şeyler yapabilirler bu memleket insanı için. Neymiş Efendim Osmanlı’nın mekteplerinin duvarlarında ‘’ Burada hiç bir balık uçmaya, hiç bir kuş yüzmeye zorlanmaz’’ Yazıyormuş. Sen gel de bu mektepte duvarlarda neler yazıyor, ne acıların izleri var ona bak.

 -Bir şey diyeyim mi? Osmanlı’nın mekteplerinin duvarlarında, ya da medreselerinin duvarlarında öyle bir yazı yok. Sadece Enderun denilen saray mektebinin duvarında yazılı olduğu söyleniyor ki onu da ne gören var, ne resmini çeken.

 -Hay Allah…Sözde ben sana uçuş dersi verecektim, sen bana tarih dersi veriyorsun. Bana ne ulan enderundan, menderundan. Sen başka ne soracaksan sor ya da iş yapacaksak yapalım da çıkalım. Sıkılmaya başladım ben. Mesela çok merak ederler buraya nasıl düştüğümüzü. Sen de merak ediyor musun?

 -Yok. Çok merak etmiyorum. Mutlaka ya küçük yaşta evlendirmeye kalktılar, ya da yine küçük yaşta tecavüze filan uğradın, o yüzden evden kaçtın, sonra da kötü adamların eline düştün, en sonunda da genel ev.

 -Kısmen doğru. Aşağı yukarı hepimizin hikayesinde bir evden kaçma vardır. Ama sana söyleyim mi? En önemli sebep orospuluğu göze almış olmaktır. Pek çoğumuz bu yola herkesin hayran olduğu bir ünlü olmak için çıkarız. Hem kafasını, hem vücudunu kullananların bazıları biraz da şans ve talihin yardımıyla buralara düşmeden yırtar. Ama büyük bir kısmımız sadece vücudunu kullanıp, kafayı kullanmayı bilemediği ve de şansı talihi olmadığı için buralara düşer. Haaa bu arada, burada çalışanlar içinde ev kadını olan, hatta devlet memuru olan bile var biliyor musun? Hangisi diye sorma ama. Var olduğunu bil yeter.

Orospu dediğin hiç bir varlık evet buraya kendi isteği ile gelmez. Burada ruhen rahibe olup da orospu olan yoktur. Zaten ruhen rahibe ya da kadın evliya olsan bile buraya düştükten sonra artık öyle kalamıyorsun. Erkek parayı verip de içine içine girdikçe ne beden kalıyor ne ruh. Hepsi ölüyor zamanla. Bir yığın et parçasından başka bir bir şey değilsin artık. İşte onun içindir ki bu cansız ve ruhsuz varlıklara devamlı ‘’Haz al’’ ‘’ Haz almış numarası yap’’ Denir. Esasında kimse haz almaz.

Daha çok konuşacaklardı ama kapı çalındı ve Melahat’ın sesi duyuldu.

-Delikanlı vakit tamam. Haydi.

Oysa yarım saat bile olmamıştı içeri gireli. Faruk saatine baktı.

- Ama daha bir saatim var.

Bu sefer Dicle, yani asıl adıyla Hazal cevap verdi.

-Eeeee burası kerhane. Buranın saati senin kol saatine uymaz.

Melahat yine seslendi.

-Ayol ne yapıyorsunuz siz içeride öyle mır mır mır?

Dicle cevap verdi?

-Delikanlı bana Enderun Mektebini anlatıyor. Hani o duvarında ‘’ Burada hiç bir balık uçmaya, hiç bir kuş yüzmeye zorlanmaz’’ yazan mektep var ya. Onun adı Enderun mektebiymiş

Melahat merakla sordu.

-Zürafa Sokağın dışında bir de Enderun diye mi mektep varmış? Maması kimmiş?

Bu sefer Faruk da Hazal da tepine tepine tepine gülmeye başladılar.

Dışarı çıktıklarında Faruk Melahat’ın yanağından bir makas aldı.

-Enderun Mektebi maması olmayan bir mekteptir. Hem sana bir şey söyleyeyim mi? O çok bildiğini sandığın sokağın adı ‘’Zürafa Sokağı’’ değil ‘’Zürefa’’ Sokağıdır. Zürafa, bilindiği gibi bir hayvandır ve o hayvanla bu sokağın hiç bir ilgisi yoktur. Zürefa ise iki anlama gelir: 1- Zarif, kibar insan 2- Lezbiyen

Melahat'ın gözleri kocaman kocaman açıldı?

-Yani bizim sokak aslında Lezbiyen sokağı mı? İyi de burada lezbiyen kerhanesi yok ki.

Faruk cevap verdi:

- Valla orasını bilmem. Belki eskiden zarif insanlar geliyordu genelevlere o yüzden sokağa ‘’Zürefa sokağı dendi’’ Aslında geneleve de eskiden umumhane denirmiş Kerhane sonradan kullanılan bir isim.

Melahat bilgiç bilgiç başını salladı.

-Biliyoruz biliyoruz. Aslı kâr hane. Yani ticaret evi.

Faruk tebessüm etti.

-Değil efendim. Kerih hane. Yani kötü ev. Kötülük evi.

Melahat çapkın çapkın sırıttı.

-Ayol ne kötülüğümüzü gördün kuzum?

Yamuk Rıza da konuştu:

-Ulan bir de bana diyorsunuz. Bu çocuk kerhanenin kitabını yazmış. Baksanıza bilmediği bir şey yok. Vay kerhaneci vay. Ha ha haaa.

Faruk, Yamuk Rıza’ya hiç aldırmadan emaneten Melahat’a bıraktığı çantasını alıp çıkarken Hazal (Dicle ) Genelevin duvarına ispirtolu kalemle ‘’ BENİM GERÇEKLERİM SENİN HAYALLERİN BİLE OLAMAZ.’’ Yazdı.

Gerçekten de onların gerçekleri bizim hayallerimiz bile olamazdı. Çünkü Hazal ve onun gibilerin eğitim gördüğü ya da eğitim verdiği o mektepler bambaşka mekteplerdi. Ne Sıbyan Mektebine, ne Enderun’a, ne medreselere, ne de bir başka okula, eğitim kurumuna benzemezdi. Oraların duvarlarına çok daha farklı şeyler yazılıyordu.
( Hazal---haz Al ! başlıklı yazı Sami Biber tarafından 19.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.