NEREDE BU SAMİ BEY?



Şimdi hâla öyle midir bilmiyorum ama benim görev yaptığım yıllarda Kocaeli- Akmeşe Köyünde her Cuma günü Pazar kurulurdu. Yani Cuma günleri köyümüz daha canlı, daha hareketli olurdu. Çünkü çevredeki diğer köylerin halkı da gelirdi bu pazara. Ayrıca yatılı öğrencilere iki haftada bir izin verdiğimizden öğrenci velileri de hem Pazar ihtiyaçlarını görmek, hem de çocuklarını almak için gelirlerdi. Kalabalık olurdu vesselam köyümüz.

Köyde Pazar kurulan bu günde zaman zaman ilginç vatandaşlar da gelir, ilginç satışlar olurdu. Mesela bir keresinde vatandaşın biri bir kamyonla geldi. Kamyondan önce bir fırınlı ocak çıkarıp ocağın tüm marifetlerini saydı döktü. Sanırsın basit bir fırınlı ocak değil de her işi kendi yapan bir robot. Tabii ki ocağın fiyatı normal mağaza fiyatının yarısından da ucuz. Ama hepsi bu değil.

-Bu ocağı alana yanında bir elektrik süpürgesi…At oğlum Adem Elektrik süpürgesini de.

Adem elektrik süpürgesini de koydu köy kahvesinin önüne.

-Sizleri sadece bir fırın ve bir elektrik süpürgesiyle yollamıyoruz. At oğlum Adem oradan çelik tencere setini de.

Çelik tencere seti dediğin de öyle ki kapağında bile yemek yap. Hatta altında bir mum yak beş dakikada sana üç çeşit yemek hazırlasın.

-At Adem bir de radyo. Abilerim ablalarım tüm dünyayı dinlesinler.

Radyonun hemen peşinden bir de ışıldak atıldı ki köyde en fazla işinize yarayacak ihtiyaç malzemesi oydu aslında. Çünkü zırt pırt elektrikler kesiliyordu. ( Hâla da öyleymiş. O huyu değişmemiş.)

-Adem at iki de halı. Abilerim Kaşmir halı neymiş görsünler. ( Kaşmir(!) halıyı da gördük sayelerinde)

-Adem yahu şu mutfak robotunu da at.

-Evet beyler bayanlar. Yok mu alan?

Olmaz mı? Ben tabii ki.

Senetler, sepetler imzalandı. Bir araba dolusu eşyayı eve attık. İki ay sonra da eşyaların alayını çöpe attık. Senetleri bile ödenmeden yani.

Fakat bir türlü akıllanmıyordum.

Pazarın kurulduğu bir gün, elinde çanta bir vatandaş geldi köye yine. Çantasından bir tarak çıkardı ve başladı tarağın marifetlerini saymaya.

Efendim bu tarak bildiğin tIraş yapıyor insanı. Saç tıraşı hem de.

Adam resmen köyden iki genç üzerinde denedi. Delikanlıların boyunlarına bir örtü sarıp jiletli olan bu tarakla gençleri tıraş etmeye başlamasıyla işi bitirip delikanlıları uzun saçlarından azade etmesi beş dakika bile sürmedi.

Hani akıllanmadım diyorum ama aslında bu sefer biraz akıllanmıştım. Millet itibar etmezse ben de almayacaktım. İllevelakin millet adeta kapışmaya başladı tarakları. Millet alır da ben durur muyum? Ben de aldım.

Artık yeni bir tıraş aletim vardı ve artık adaşım olan Berber Sami benden tıraş parası alamayacaktı. Kendi tıraşımı kendim olacaktım. Ya o değil de ne zaman berbere girsem Kapı komşum ve okul arkadaşım Burhan Bey de peşimden geliyor, Berber Sami abiye ‘’ Abi ondan iki misili para alman lazım. Onun kafasındaki saçla benim kafamdaki saç bir mi? Adaletli ol’’ Diyordu. Anlayacağınız Burhan Beyin saçları biraz seyrekti. ( Halk arasında ona başka bir şey diyorlar ama burada yazmayayım. ) Bir gün Sami abi ‘’Burhan Bey haklı’’ Derse? En iyisi kendi tıraşımı kendim olurum.

Kendi tıraşımı kendim olurum diyorum ama ense? Onu ne yapacağız? Hanımın elleri armut toplamıyor ya. Enseyi de o halledecek.

Eve geldiğimde bu teknolojinin en son harikasını eşime gösterdim. ‘’Haydi beni bir güzel tıraş et.’’Dedim. Hanım şöyle bir baktı suratıma ‘’Ben tıraştan mıraştan anlamam. Sen de o elindeki saçmasapan şeyi bırak da yarın adam gibi berbere git, adam gibi tıraşını ol’’ Dedi.

Vay hain kadın vay. Benim teknoloji harikası tıraş makineme ‘’Saçmasapan şey ha? Görürsün sen.’’

Geceyi bekledim. Herkes uyuduktan sonra banyoya girip bu harika aleti kullanacak, kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan tıraşımı olacaktım. Hatun sabah beni tıraş olmuş halimle görünce zaten bayıldığı bana resmen ölecekti.

Çocuklar ve hanım uyuduktan sonra banyoya girdim. Jiletli tarağımla başladım kırt kırt saçlarımı kesmeye. Gayet de güzel gidiyordu doğrusu. Karşılıklı iki ayna koyarak enseyi de hallettim. Oh vallahi bu minicik alet sayesinde Alain Delon olmuştum resmen. Kafayı yıkadım, kuruladım doğru yatağa.

Sabahleyin araba freni gibi sert bir çığlıkla uyandım.

-Samiiii. Bu ne hal? Ne yaptın sen kafana böyle?

Gözlerimi ovuştura ovuştura kalktım.

-Güzel olmuş değil mi?
-Benekli kel bir öküze dönmüşsün.
-Anlamadım. Nasıl yani?
-Yahu derin görünüyor derin. N’aaptın sen saçlarına öyle?
-N’aapacağım yahu. Tıraş oldum.
-İy halt ettin. Ben sana demedim mi kaldır at onu. Hey Allah’ım ya Rabbim. Pazartesi günü bu kafayla nasıl okula gideceksin?
-Allah Allah. Ne varmış kafamda?

Hanım iki ayna birden getirdi. Birini enseme, birini ön tarafa tuttu ki aman Allah’ım. Kellem yer yer tamamen soyulmuş vaziyette. Normal üç numarayla filan kurtulması mümkün değil. Kafanın tamamını usturaya vurdurmak lazım.

Neyse…Kafaya bir şapka geçirip sabah sabah doğru berber Sami’nin dükkana gittim. Şapkayı açınca adamcağız başladı gülmeye.

-Hocam bu ne hal? Alaca danalara dönmüşsün.
-Ya sorma Sami abi. Sobayı tutuşturayım diye içine gaz döktüm. Meğer içinde köz varmış. Parladı. Parlayınca da saçlarım tutuştu. Dün aldığım jiletli taraklı düzelteyim derken böyle oldu işte.

Sami abi yalanı yuttu. Çünkü bu durum köyde çok olan hadiselerdendi.

Kafayı güzelce sabunlayıp temiz bir sinekkaydı çekti. Velhasılı kelam kafa resmen ampül gibi olmuştu.

O gün kahvede de günün konusu benim kafaydı tabii ki. Gerek köylü arkadaşlar, gerek benim öğretmen arkadaşlar akşama kadar bol bol dalgalarını geçtiler. Tabii ki en çok da Burhan Bey. ‘’ Öğretmen dediğin işte böyle olacak, ışıl ışıl ışıldayacak’’ Diyenden tut da ‘’Arkadaş ben de kahve niçin birden bire böyle şavklandı diyordum. Meğer Sami Beyin ışığıymış.’’ Diyene kadar. ‘’ Hay Maşşallah’’ deyip değip şaplağı indirenleri hiç saymıyorum bile.

Kafayı, gündüzlü olan öğrencilerim ile köyün tamamı görmüştü. Henüz görmeyen ise Okul müdürü Ali Bey ve yatılı öğrencilerdi. Onlar Pazartesi günü İstiklal Marşımızı okuturken göreceklerdi. Çünkü yatılı öğrenciler izinli, Okul Müdürü Ali Bey ise okulu baş muavini olan bana emanet etmenin rahatlığı ile İzmit’e inmişti ve Pazartesi günü dönecekti.

Pazartesi günü kafaya şapkayı takıp doğru okula gittim. Öğrenciler ve Ali Bey’in dikkatini çekti kafamda şapka. Hiç alışık değillerdi benim şapka giymeme.

Öğrencileri sıraya soktum. İstiklal Marşını okutacağım. ( Bu görev her zaman, görev yaptığım her okulda benim yaptığım bir görev olmuştur ) İstiklal Marşı tabii ki kafada şapka ile okutulmaz.

Kafadan şapkayı çıkarmamla birlikte esas duruş bozuldu. Herkes gülme krizlerinde. Okul Müdürü ve muavin arkadaşlar öğrencileri zor susturup tekrar düzene soktular ama onlar da bir taraftan gülüyorlar bu ampul gibi kafaya.

İstiklal Marşını zar zor okuttum. Sonra öğrenciler sınıflarına girdi ve nihayet Ali Bey’le baş başa kaldık. Tabii ki ona da aynı soba yalanını söyledim.

-Hocam dua et de okula müfettişler gelmesin. Bir şeyleri protesto ettiğine yorarlarsa senin bu kabak kafayı, uğraşır durursun sonra.
-Yok ya bu günlerde gelmezler bence.
-İnşallah gelmezler.

Daha Ali Bey cümlesini tamamlamıştı ki okulun önünde yabancı bir araba durdu ve içinden boynu kravatlı bir kaç beyefendi indi. Aha da müfettişler. Al başına belayı.

Ali Bey’in odasından çıkıp öğretmeni olmayan bir sınıfa daldım.

Teneffüste nöbetçi öğrenci: ‘’Hocam Müfettiş Beyler sizi aradılar. Görüşeceklermiş ‘’ dedi.

Nah görürler. Çaktırmadan eve gittim.

Müfettişler fellik fellik beni arıyorlar. Tuvaletlere bile baktırmışlar. En son eve nöbetçi öğrenci geldi. Nöbetçi öğrenciye ‘’ Sami Hoca evinde de değilmiş ‘’ Dersin diye sıkı sıkı tembihledim. Beni o kafayla görmelerini istemiyordum. Zaten müfettiş milleti de genelde sabah geliyor, öğleden sonra gidiyordu. Öğlene kadar atlatırsam mesele kalmayacaktı. Yalnız bu arada bir dersim vardı. Hayatımda hiç bir şey beni dersime girmekten alıkoyamazdı. O dersi de atlatırsak sorun kalmayacaktı.

Ders zili çalmasına bir kaç saniye kala okula gelip direkt sınıfıma girdim. Dışarıdan sesler geliyor, koridorda Ali Bey’le müfettiş bey konuşuyorlardı.

-Müdür Bey. Sami Bey’e ulaşamadınız mı hâla.
-Daha sabahleyin beraberdik. Okulun her tarafına baktırdım yok. Evine de baktırdım orada da değilmiş.
-İyi de kardeşim bu adam buhar olup uçmadı ya.
-Valla yatakhaneye, mutfağa, revire, yemek salonuna, hatta banyoya bile baktırdım yok.
-Hastalanıp hastaneye gitmiş olmasın?
-Yok efendim. Sabah sapasağlamdı. Hastalansa sevk kağıdı almadan gitmez. Hem sağlık ocağına da baktırdım orada da yok.
-Allah Allah. Ders programına bakalım. Dersi filan var mı?

Öğrenciler içeride kikir kikir kikirdiyorlar. Bense ‘’ Bir sıçrarsın çekirge’’ diyorum kendi kendi kendime.

Az sonra sınıfın kapısı çalındı ve müfettiş bey içeri girdi. Adamcağız beni görür görmez ‘’bıpp bıııppp bıııppp’’ yapmaya başladı. Gülecek, gülemiyor. Gülmeyecek tutamıyor.

-Sami bey nerelerdesiniz arkadaşım. İki saattir sizi arıyorum.
-Yaa öylemi sayın hocam? Hiç haberim olmadı.
-Neredeydiniz peki? O kadar arattık sizi.
-Nerede olabilirim ki hocam. Öğrenci neredeyse ben de orada. Kah burada, kah orada, kah kapının arkasında.
-Tamam hocam. Dersinize devam ediniz.

Derse devam ettim. Müfettiş bey dersin işlenişinden çok memnun kaldı. Dersin bitiminde öğrencilere dönerek.

-Çocuklar biliyor musunuz? Çok şanslısınız. Böyle kafası ışıl ışıl olan bir öğretmene sahip olmak her öğrenciye nasip olmaz. Kıymetini bilin öğretmeninizin. Onun aydınlığı ile aydınlanın bol bol.

Hâla merak ederim. O sözler mecaz mıydı yoksa methiye miydi?

Sonuçta müfettişlerin öyle kafanın kazınmış olması ile zerre kadar ilgilenmedikleri, okuldaki eğitim öğretim ve eksiklikleri görmek için geldikleri anlaşıldı.

İşte yukarıdaki fotoğraf o günlerden kalma bir anıdır. Tabii ki o fotoğrafta saçlarım biraz uzamış vaziyette.

Ve kıssadan hisse: Siz siz olun hele de kışın ortasında öyle jiletli taraklarla kendi kendinizi saç tıraşı yapmaya kalkmayın. Benim kafa darbelere alışık olduğu için üşütmedik şükür ama sizler üşütebilirsiniz.

Haydi kalın sağlıcakla.
( Nerede Bu Sami Bey başlıklı yazı Sami Biber tarafından 29.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.