1 İşgal Altındaki İstanbul'da Saltanatın Kaldırılması 4. Bölüm

Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 16.11.2020
Okunma Sayısı : 1141
Yorum Sayısı : 2
İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL'DA SALTANATIN KALDIRILMASI 4. BÖLÜM

Affınıza sığınarak bu gün biraz uzun yazacağım. Hakkınızı helal edin.
********************

3.FASIL- SON OSMANLI PADİŞAHI VAHDETTİN'İN YURT DIŞINA KAÇMASI

Her şey çok hızlı gelişiyordu. 1 Kasım 1922 den tibaren gazeteler Vahdettin'in tahttan feragat edeceğini yazıyorlardı ve Refet Paşa dahi  Vahdettin'in tahttan feragat edeceğine o kadar inanmıştı ki Ankara'ya 4 Kasım 1922 de çektiği telgrafta Padişah'ın yarın görevinden istifa edeceğinin söylendiğini" belirtmekteydi.

Zamanın Vakit Gazetesinin 5 Kasım 1922 de verdiği haberler ise tam anlamıyla bir kafa karışıklığı idi. Zira gazete bir taraftan Padişahın Pazar günü istifa edeceği,feragatnâme suretinin tanzim edildiği ve aynı zamanda memleketi terketmesinin mümkün olabileceği haberini verirken yine aynı günkü sayısında bir başka haberinde Tevfik Paşa'nın vermiş olduğu bir beyanatta; Padişahın tahttan feragat niyetinin olmadığı gibi bir seyahat için de sebep görmediğini ve kendisinin itham altında bulunduğu için millete hesap vermek arzusunda olduğunu yazıyordu.

İşin gerçeği ise padişahın tahttan feragat etme niyatinde olmadığıydı ama 6 Kasım 1922 tarihli gazetelerin verdiği bir haber Son Osmanlı Padişahına eğer yurt dışına kaçmazsa başına nelerin gelebileceği hususunda feci bir uyarıydı adeta.

Evet, 5 Kasım 1922 günü Mustafa Kemal'in ve Milli Mücadelenin en büyük düşmanlarından olan ( Zafer kazanıldıktan sonra dost bir tavır sergilese de iş işten geçmiştir tabii ki.) zamanın İçişleri Bakanı Ali Kemal Ankara Hükumeti tarafındantutuklanmış ve Ankara'ya götürülmek üzere İzmit'e getirilmişti. Ancak İzmit'te güya kaçma girişiminde bulunmuş ama halk tarafından yakalanarak linç edilerek öldürülmüştü. 

TevfikPaşa'nın ifadesiyle millete hesap vermek isteyen Vahdettin de tahttan feragat edip yurt dışına kaçmazsa başına gelecekler Ali Kemal'in başına gelenlerden hiç farklı olmayacak, hesap vermek istediği halk tarafından linç edilecekti zira 2 Kasım 1922 den itibaren Yıldız Sarayı önünde sabah akşam silahlar patlıyor, Vahdettin açık açık tehdit ediliyordu ve İşgal Kuvvetleri de İstanbul'un idaresini eline almış Refet Paşa da bu olan bitene asla müdahale etmiyordu.

Bu arada anti parantez belirtelim. Vahdettin'in İçişleri bakanı olan Ali Kemal, bugünkü İngiltere'nin başbakanı olan Boris Johnson'un büyük dedesidir.

Evet, Ali Kemal'in linç edilmesi Vahdettin'i ürkütmeliydi ama 6 Kasım 1922 Tarihli Tevhid-i Efkâr Gazetesinde "Saray Saltanattan da, Hilâfetten de vazgeçmiyor." Başlığı ile çıkan yazıda Başmabeyinci Ömer Yaver Paşa, Hâlifenin ferâgat hakkında hiçbir kararı olmadığını, bu hususu düşünmediğini, hatta Mehmed-i Sadis Hanın ( Altıncı Mehmet Han) Saltanattan da Hilâfetten de katiyen ferâgat etmemeğe karar verdiğini söyleyerek, ortada dolaşan haberlerin asılsız olduğunu beyan etmişti. 

Ancak, Ali Kemal'in linç edilmesinden hemen sonra artık etrafı onu tamamen yalnız bıraktı ve Ankara Hükümetine biatlarını sundular. Vahdettin neredeyse Yıldız Sarayında sadece kendi yakınları ile başbaşa kalmıştı.

Bu arada çok  ilginç bir gelişme daha yaşandı:

6 Kasım 1922 Tarihinde TBMM Hükumetinin Hariciye Vekili İsmet imzasıyla, İstanbul'daki İtilâf Kuvvetleri temsilcilerine bir nota verildi. Bu notada Ankara Hükümeti tarafından İstanbul vilâyetinde asayişi temin ve işlerin yürümesi için ilgili dairelere emir ve talimat verildiğini, bu durumda İtilâf Devletleri kuvvetlerinin artık İstanbul bölgesinde kalmasına lüzüm ve imkan olmadığı bildirilmekte ve onların İstanbul'u boşaltmaları istemekteydi. 

Bu notaya karşı Müttefik kuvvetler temsilcilerinin tepkisi büyük olmuş ve hemen Ankara Hükümetine karşı bir notavererek antlaşmalara açıkça uymayan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan tedbir ve kararlardan vazgeçilmediği takdirde durumdan bağlı bulundukları hükümetleri haberdar edeceklerini bildirmişlerdi. Hatta İngiliz Ajansı TBMM nin bu istekte ısrar etmesi halinde işgal kuvvetlerinin İstanbul'da sıkıyönetim ilan edeceğini duyurdu.

Hemen aynı gün Refet Paşa Müttefik generalleriyle bir toplantıya çağrıldı ve Müttefik Kuvvetler generalleri İstanbul'u ancak sulh ( barış) yapıldıktan sonra terk edeceklerini bildirdiler.
Refet Paşa ise  '' Aman yanlış anladınız. Biz sadece  İstanbul Boğazı çevresinin bize teslimini istiyorduk ama siz bundan rahatsız oluyorsanız sorun değil, barışı bekleriz.'' Mealinde bir açıklamayla meseleyi tatlıya bağladı; TBMM de konuda ısrar etmedi zaten

Aslında İşgal Kuvvetleri İstanbul'dan çekilmeliydiler. Çekilmeleri için barışı bekledikleri de yalanın  kuyruklusuydu zira bilindiği gibi İstanbul'dan çekilmeleri 2 Ekim 1923 de başlamış, 6 Ekim 1923 de sona ermişti ve 6 Ekim 1923 de Ali Naili Paşa komutasındaki Türk ordusu İstanbul'a girmişti. Oysa sulh dedikleri Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 de imzalanmıştı. Yani Lozan Antlaşması imzalandığında İstanbul halen işgal altındaydı ve bu işgal 24 Temmuz 1923 den 6 Ekim1923 e kadar yine devam etmişti. Yaklaşık üç ay kadar daha... Neyi bekliyorlardı?  Niçin defolup gitmiyorlardı?

Bekledikleri bir şeyler vardı. O şeylerden biri 17 Kasım 1922 de ellerindeydi artık: Son Osmanlı Padişahı ve Halifesi Vahdettin...

4. FASIL- BAZI İDDİALAR:

Şimdi bazı iddialara bakalım.

1--Son Osmanlı Padişahı Vahdettin 6 Kasım 1922 de İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbolt ve yardımcısı Andrew Ryan ile üç buçuk saat süren bir görüşme yaptı ve onlara silahsız bir ihtilalle yönetimi ele geçiren Kemalistlere karşı koyup koymayacaklarını sordu. Onlar ise İstanbul Hükumetinin artık ortadan kalktığını, Lozan görüşmelerinde Türkiye'yi TBMM nin temsil ettiğini söylediler. Vahdettin'in onlara '' Beni Mısır'a götürmeniz mümkün mü?'' Sorusuna ise '' Bu mümkün değil.'' Diye cevap verdiler.

2--13 Kasım 1922 de İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı Harrington, padişahın yaverlerinden Fahri Paşa vasıtasıyla ona bir haber gönderdi: '' Padişah eğer isterse onu Malaya gemisi ile Malta'ya götürebiliriz.

3--15 Kasım 1922 de Harrington yemekte iken Vahdettin'in yaveri Fahri ( Engin) Paşa geldi ve padişahın, Cuma selamlığına çıktığında öldürüleceğinden endişe ettiğini, bu konuda( hayatının kurtarılması konusunda) kendisine yardım edip edemeyeceklerini sordu.

Harrington açık ve net konuştu: ''Padişahı kaçırmakla suçlanmak istemem. O bakımdan bu talebin bana yazılı olarak yapılması gerekir. Talep yazılı olarak bildirilirse gerekeni yaparız.''

5. FASIL--PADİŞAH VAHDETTİN'İN İNGİLİZLERE İLTİCA TALEBİNİ İÇEREN MEKTUP SAHTE Mİ?

16 Kasım 1922 de Vahdettin İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı Harrington'a resmen yazılı bir müracaatta bulundu.  Gönderdiği mektupta aynen şöyle diyordu:

'' Dersaadet İşgal Kuvvetleri başkomutanı General Harrington Cenaplarına...

İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devlet-i Fehimesine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan ahara naklimi taleb ederim efendim. 

16 Teşrin-i Sani 1922. 

Halife-i Müslimin Vahdettin.''

Evet, elimizde böyle bir belge var. Var olmasına var ama bu belgede dikkat çeken çok önemli hususlar da var.

1- Belgede bir kez Dersaadet, iki kez İstanbul denmiş. Oysa bilindiği gibi Osmanlılar İstanbul kelimesini hiç kullanmadılar. İstanbul'a 1928 den sonra İstanbul denmeye başlandı.( Bunu Mustafa Kemal Atatürk sağlamıştır.) Hem ilk olarak '' Dersaadet '' yazmış olan Vahdettin daha sonra niçin iki kez '' İstanbul'' yazsın ki?

2- Yine Vahdettin, tarih olarak 16 Teşrinsani 1922 diye tarih koymuş mektubuna. Oysa Osmanlı o dönemde Rumi Takvimi kullanmaktadır ve Rumi Takvim ile Miladi Takvim arasında 584 senelik bir fark vardır. Yani Padişahın koyması gereken tarih 1922 değildir. Tarihi 1922-584= 1338 olarak yazması gerekirdi.

3- Vahdettin, Refet Paşa'ya  '' Saltanatsız bir hilafeti hanedanın en aciz mensubu bile kabul etmez.'' Derken mektubunda kendisinden neden sadece Haife-i Müslimin (Müslümanların halifesi diye bahsetsin ki.) Kaldı ki Halife-i Müslimin de demezdi. Dese dese '' Halife-i Müslimin ve Müslümat ( Erkek ve kadın Müslümanların Halifesi ) Derdi. Normalde ''Sultan-ı Âl-i Osman vel Halife-i Müslimin vel Müslimat''  Yazması gerekmez miydi? 

Her neyse...

6. FASIL--YORGAN GİDER KAVGA BİTER.

17 Kasım 1922 de İngiliz Deniz kuvvetlerine ait ve Malaya Müslümanlarının kendi paralarıyla satın alıp İngiltere'ye hediye ettiği Malaya savaş gemisi Sultan Vahdettin, altı yaşındaki oğlu Oğlu Ertuğrul ve bir kaç maiyetiyle birlikte Malta Adasına doğru yol alırken TBMM tarafından -10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr Antlaşması sebebiyle- kanunen vatan haini ilan edilmiş olan son sultanın gidişine hiçbir müdahalede bulunmadı Refet Paşa... Yani bizzat kendilerinin vatan haini ilan ettikleri şahıs elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına kaçtı ki aslında bir hukuk devletinde bu da çok ağır bir suçtu ama suç ve suçsuzluk gibi kavramların hiç bir kıymet-i harbiyesi yoktu o anda. Çünkü müthiş bir satranç oynanıyordu.

Evet, özellikle İngilizler Sultan, ama daha da çok halife olan Vahdettin'i almadan İstanbul'dan ayrılmayacaklardı ama 17 Kasım 1922 de onu aldıkları halde yine gitmediler İstanbul'dan.

Gitmediler çünkü halife Vahdettin'i kullanmak istiyorlardı. Lakin Mustafa Kemal bu hamleyi gördü ve Vahdettin yurt dışına çıkar çıkmaz hemen ertesi gün 18 Kasım'da Osmanlı hanedanından Abdülmecit'i TBMM kararıyla halife ilan etti. Abdülmecit Efendi ise ''En aciz bir hanedan mensubu bile saltanatsız bir hilafeti kabul etmez'' Demedi. Tam tersine güle oynaya kabul etti.

İngilizlerin hayalleri suya düşmüştü. Sonrasında zaten Sultan Vahdettin'i serbest bıraktılar o da tamamen etkisiz ve yetkisiz bir eleman olarak San Remo'da ( Maalesef Sevr Antlaşmasının temellerinin atıldığı yer. ) yaşadı ve 1926 da orada öldü.

Ama?

Ama Vahdettin yurt dışına kaçmıştı, TBMM yeni bir halife seçmişti, Türkiye 24 Temmuz 1923de Lozan Antlaşmasını imzalamış ve beklenen barış gerçekleşmişti lakin İşgal Kuvvetleri hâlâ İstanbuldaydı. 

Bekledikleri şeyin Halife-Sultan Vahdettin olduğunu biraz önce yazmıştım ama onun yurt dışına kaçması arzu ettikleri sonucu sağlamamıştı zira Mustafa Kemal o oyunu Abdülmecit'i halife ilan ederek bozmuştu. O halde yeni bir adım atılmalıydı.

Türkiye'de bütün işaretler yakında Cumhuriyetin de ilan edileceğini gösteriyordu. Nitekim Mustafa Kemal, 22 Eylül 1923 de  Neue Freie Presse adlı bir Avusturya gazetesine verdiği mülakatta 
“Hâkimiyet bilâ-kayd’ü şart milletindir. İcra kudreti, teşriî salâhiyeti milletin yegâne hakiki mümessili olan mecliste tecelli ve temerküz etmiştir. Bu iki kelimeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet'' Demişti.

Peki İşgal Kuvvetlerinin beklediği şey bu muydu? Yani ''Türkiye'de cumhuriyetin ilanı kesinleşsin ondan sonra gideriz.'' Düşüncesinde miydiler? Hayır. Madem ki halifelik mevzuu kendilerine yar olmuyordu o halde Türklere de yâr olmamalıydı ve Cumhuriyetin ilan edilmesinin kesinlik kazanması halifeliğin de kaldırılacağının işaretiydi. İşte bu işareti aldıkları anda İstanbul'u boşalttılar. 

Konu ile ilgili Rauf Orbay'ın açıklamaları ile yazımı noktalıyorum.

Rauf Orbay Lozan'ı kastederek diyor ki: 'Misak-ı Milli yarım kaldı. Millet Meclisi'nde pek çok tartışma yaşanıyor. Birinci Meclis lağv ediliyor, ikinci Meclis oluşturuluyor ve Lozan tasdik ettiriliyor. Biz hilafeti kaldırmadan önce İngiliz parlamentosu Lozan'ı tasdik etmedi. Biz ne zaman ki hilafeti kaldırdık, o zaman tasdik etti. 

Nitekim Rauf Orbay'ın söylediği çok doğrudur zira İngilte parlamamentosu Lozan Antlaşmasını tam bir yıl sonra 24 Temmuz 1924’de onaylamıştır Türkiye'de 3 Mart 1924 de  hilafet kaldırıldıktan sonra...

Cemiyet-i Akvam'ın( Milletler Cemiyeti) Lozan’ı tasdiki ise, Musul meselesinin İngiltere tarafından bu kuruluşa havale edildiği güne rastlamıştır: 6 Ağustos 1924.

BİTTİ.


RESİMLER:

1- Sultan Vahdettin'in İngiliz General Harrington'a yazdığı iddia edilen mektup kırmızı çizgi üzerindeki ilk kelime '' ''Dersaadet'' sonraki iki kelime '' İstanbul'' yeşil dairenin içinde ise 16 Teşrinsani 1922 yazıyor. 

2- Sultan Vahdettin'in Yurt dışına kaçması

3- İngiliz General Harrington

4- Son Osmanlı Padişahı Malta'ya götüren Malaya Zırhlısı

5-Halifenin seçiminin ardından 24 Kasım Cuma günü TBMM adına bir heyet Bağdat Kasrı’na giderek burada bulunan yeni halifeye( Abdülmecit ) kırmızı bir atlas kese içinde seçim mazbatasını ve Kutsal Emanetler dairesinin anahtarını teslim etti. Sonrasında beraberce Hırka-i Şerif ziyaret edildi ve Biat merasimi tamamlandı. Son halife Abdülmecit böylece görevine başladı. Fotoğrafta son Halife Abdülmecit ve ona Halife seçildiğini tebliğ eden TBMM heyeti görülmektedir.

( İşgal Altındaki İstanbul'da Saltanatın Kaldırılması 4. Bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 16.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.