M.FİKRET ÜNALAN'A NAZİRE---KOLAYSA KONUŞ DA GÖREYİM.

Bu yazıyı aslında 9 Kasım 2015 de yazmıştım ama kişiler ve olay özel olduğu için sitemizde paylaşmamıştım.

Öte taraftan maalesef Mehmet Fikret Ünalan kardeşimin dünkü yazısında da buyurduğu gibi  konuşamadığımız, konuşarak anlaşma yolunu tercih etmediğimiz için, dost olmak ve dost kalabilmek için kendinizden çok çok tavizler vermeniz gerektiğinden,( Ki bu gerçek dostluk değildir asla.)  resimde görülen eski dostlarla bağları tamamen koparmış olduğumdan ( Mehmet Ali Işık hariç ) bu yazıyı bir daha yayınlamamayı düşünüyordum ancak dünkü o yazı üzerine düşüncem değişti.

Neden konuşamıyoruz?

Bu sorunun cevabını Fikret kardeşim çok güzel izah etmiş. Ben olayın sadece  kimselere söz hakkı vermemek'' Hususunu -güzel olduğunu sandığım- bir örnekle kaleme almıştım yaklaşık altı sene önce.

Anlatımdaki durum aynıyle vakidir.

------------------------------------------------------

Sabahın körü..Daha doğrusu ben öyle sanıyorum. Odamı dolduran ‘’Hıggıdık duttu beni’’ Türküsünün müziği ile fırladım yataktan.

Şimdi diyeceksiniz ki ‘’Hangi densiz sabahın o saatinde arabasının ya da evinin müzik setini sonuna kadar açmış da senin uyanmana sebep olmuş?.’’

Yok öyle bir durum değil. Müzik benim cep telefonumdan geliyor. Yani anlayacağınız telefonum çalıyor. Tabii ki ben yine de ‘’Ulan hangi densiz bu saatte?’’ Diyorum. Pek adetim değildir arayanın kim olduğuna bakmak ama bu sefer bakıyorum ki kim olsa beğenirsiniz? Tabii ki Deli Kenan. (Benim telefonda Deli Kenan diye kayıtlı.) Beklediğim bir telefon bu. Yalnız ortada bir densizlik yok çünkü duvar saatine bakıyorum, saat 11.00.

-Vaaayyy Kenan. Geldin İstanbul’a ha? Hoş geldin gurban. Nerelerdesin?
-Ben Çek-Seddeyim ( Çağdaş Edebiyat Kültür Sanat Eğitim Derneği--İstanbul/Kartal) Haydi sen de gel

Şimdi Kenan taa Osmaniye’den kalkıp gelecek de ben gitmeyeceğim. Mümkün mü?

Gitmesine gideceğim de nasıl? Derneğin Kartal’da olduğunu biliyorum ama Kartal’ın neresinde?

- Yav tamam geleyim de Dernek nerede? Bana hele bir tarif edin.

Telefonu Derneğin başkanı Ayser Hanım alıyor. ( Ayser Bektaş )

-Sami Bey. Kadıköy'den Kartal minibüsüne binin. Çarşıda Selenyum Alışveriş Merkezinde inin. Orada Mersinliler Müzik evi var. Hemen onun yanında derneğimiz. Anladınız değil mi?

Anlamaz olur muyum hiç?

Kadıköy'den minibüse binip biraz yol aldıktan sonra, yani Kartal’a yaklaşmaya başlayınca gözüm devamlı ‘’Selenyum Alışveriş Merkezi’’ arıyor. İlle velakin ortalıkta öyle bir AVM yok… ‘’Ulan şimdi geçer gideriz’’ Endişesiyle şoföre seslendim.

-Şoför bey kardeşim. Beni Selenyum Alışveriş Merkezinin önünde indir. Ha oralarda bir de Mersinliler Müzik evi varmış.

Şoför arkasına bile bakmadan ‘’ Tamam abi’’ Dedi ve gazladı.

Bir müddet daha gittikten sonra ‘’ Abi burası’’ Dedi. Ama ortada bırakın Selenyum’u, AVM ye benzeyen bir yapı yok. Tam karşımda ‘’Fenerium’’ diye bir mağaza var. O zaman anladım ki ben Ayser Hanım’ın Fenerium’unu Selenyum anlamışım.

Neyse oradan ne yapacaktık? Mersinliler Müzik evini soracaktık değil mi? Sordum tabii ki? Efendim meğerse o da Mersiniler değil, Dersimlilermiş.

Ya Allah razı olsun bu şoför milletinden. Siz ne derseniz deyin adamlar anlıyorlar nerede ineceğinizi. Tecrübe işte..Kim bilir benim gibi kaç sağır, kaç duymayıp da uyduran biniyor arabalarına bir günde. Allah bilir.

Az sonra zaten Kenan bir daha aradı. Olduğum yeri söylemiştim ki yine  arkadaşımız Seher Yeli ( Seher Zerrin Ceviz Aktaş---Üf ya. Ha bu hatuna da sırf bu adı soyadı yüzünden gıcık oluyorum. Yahu kendi adım soyadım uzun sanırdım. Bir de şuna bak. Yazana kadar canım çıktı.) ile beni karşıladılar.

Kenan’ı ilk defa görüyorum. Eh serde eski pehlivanlık var ne de olsa. Hemen bir elense çektim. Baktım o da çift daldı hemen. Paça kasnak dalacak uyanık. Yer miyiz? Anında tırpanı koyuverdim. Yok yazıyı pehlivan tefrikasına çevirmeyeyim. Sanki kırk yıllık dost gibi sarıldık birbirimize.

Sonra Derneğe geçtik.

Ortam sıcak, çaylar sıcak, haliyle muhabbet başladı tabii ki.

Bu arada unutmadan söyleyeyim: Daha pek çok tanıdığım ve tanımadığım arkadaş da geldi oraya. İsimlerini unutmuş olabileceklerim gönül koymasınlar diye diğer arkadaşların isimlerini yazmayacağım.( Biri hariç..O biri özel. Okuyunca anlayacaksınız zaten.) Zaten resimlerden tanıyan tanıyacaktır.

Tabii ki ‘’ Muhabbet başladı’’ Deyince sizler Kenan ile benim koyu bir muhabbete başladığımı düşünüyorsunuz ama ı ıh…

Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama bir deneyeyim bakalım. ( Bundan sonrasını tiyatro eseri gibi yazacağım çaresiz )

Ben dini konularda uzmanım ya (!) Kenan'la da hep dini ve tarihi konularda tartışıyoruz ya sanalda... Hemen soruyu patlattı.

KENAN- Yav Sami. Mesela sence Aşere-i Mübeşşere( Cennetle müjdelenen on sahabe ) neden Aşere-i Mübeşşere olmuştur?
BEN- Aşare-i…
ABLA- ( Bir ismi var elbette ama ona Abla diyeceğiz. Benden bir kaç yaş büyük ama çok daha diri bir hanımefendi.) Aaaa bakın aşure deyince orada duracaksınız. Bu dünyada benim üzerime aşure yapan tanımıyorum.
KENAN- Abla aşure değil konu.
ABLA- Muhallebiyi de çok güzel yaparım. Haa bu arada sorayım. Aranızda su muhallebisi diye bir şey duyan oldu mu? Ya da damla sakızlı muhallebi? Ahhh ahhh ahhh.. Ben bi yapayım da bakın nasıl parmaklarınızı yiyorsunuz.
KENAN-Konumuz parmak değil, tatlı ablacığım benim.
ABLA- Biliyor musunuz? Vezir parmağının aslında herhangi bir vezirin parmağı ile ilgisi yoktur. Vezir parmağı bir çeşit tatlıdır. Ama belli bir yaştan sonra tabii ki tatlıyı az yemek lazım. Malum şeker, diyabet, sonra insülün…Of yaaa benim kaynımın dayısının halasında var diyabet. Zavallı ne yapıyorsa indiremiyor bir türlü kandaki şeker oranını.
KENAN- Ablacığım şeker de değil…
ABLA- Şeker Ahmet Paşa’yı tanıyan var mı aranızda? Müthiş bir ressamdır kendileri. Türk Resim sanatında peysaj ve natürmort deyince akla ilk gelen kişidir Şeker Ahmet Paşa.

Şimdi diyeceksiniz ki ‘’ Hocam, sen neredesin yahu? Muhabbet dedin ama tek diyaloğun yok.’’ Yok… Demeyin… Sadece olayı izleyin ve keyfini çıkarın.

KENAN- Ablacığım o zarif ve nahif ellerinden bir çay içseydik ha?
ABLA- Tabii ki ne demek.

Sonra bana hitaben

ABLA-Beyefendi siz çayınızı nasıl alırdınız?

Allah’ım Allah’ım..Nihayet konuşma sırası bana da geldi…

BEN- Üst tarafı kapalı, alt tarafı açık olsun lütfen.
SEHER- Abla sen zahmet etme ben doldurayım

Kenan da ben de Seher’e yiyecek gibi bakıyoruz tabii ki. Ulan tam ablayı mutfağa gönderip iki satır kendi aramızda muhabbet edeceğiz, tüm planlarımızı alt üst ediyor.

KENAN- Eee nerede kalmıştık Samiciğim?
BEN- Şeyde kalmıştık…
ABLA- Biliyor musunuz beyler. Sami Irkı oldukça eski bir ırktır. Arapların neredeyse tamamı Sami ırkındandır. Onlara tarihte Sami kavimleri de denir. Samiler Arabistan’a Orta Asya'dan göçlerle gelmişler ve yerleşmişlerdir. Arabistan da taşlık Arabistan, çöl Arabistan ve bahtiyar Arabistan olarak üçe ayrılır. Kuzeyi taşlık, Mekke ve Medine’nin olduğu kısım çöl, Yemen bölgesi ise bahtiyar Arabistan olarak bilinirdi. Arapların kullandıkları develere Hecin devesi denir.

Olay bu kadar kısa değil tabii ki. Daha pek çok malumat var. Okuyucuyu sıkmamak için tamamını yazmıyorum.

Bu arada Seher çayları getiriyor.

ABLA-Ayol çayın yanına bir iki de kurabiye getirseydin ya. Ya da durun ben getireyim.

Seher yine dalıyor.

SEHER- Olur mu hiç ablacığım ben varken. Sen otur. Ben getiririm.

Bu sefer artık resmen azı dişlerimizi gösterip hırlıyoruz Seher’e. Zavallı Seher karşısındaki bu iki pitbull’un insafsız bakışları arasında bayağı bir korku yaşıyorsa da bir kere ‘’Ben getireyim ‘’ dediği için çaresiz mutfağa yollanıyor. Yani anlayacağınız abla yine bizle beraber.

Az sonra kurabiyeler geliyor.

Abla Seher’e ‘’ Kurabiye tabaklarını masaya bırak’’ Diyor ve devam ediyor.

ABLA- Bırak dedim de…Hz. Muhammed Mirac’a yükselirken Burak adlı bir binitle yükselmiştir. Bunu biliyor muydunuz?

Kenan itiraz ediyor:

KENAN-Ablacığım bu miraca yükselme rüya halinde olmuş bir olaydır. Hz. Muhammed’in yatağı bile sıcacıktı o olay olduğunda.
ABLA- E tabi insan yaşlanınca, belirli bir yaştan sonra ortopedik yatak kullanması gerekiyor. Çok şükür ben henüz kullanmaya başlamadım. Zaten rejim filan da yapmıyorum ama gördüğünüz gibi daha çok genç ve dinçim. Nice genç kızları cebimden çıkarırırım
BEN- La havle vela kuvvete illa billah..
ABLA- Aaaaa…Beyefendi La havle deyince aklıma geldi. Önümüzdeki hafta bir helva günü yapsak ya.Ne dersin Seher?
SEHER- Elbette yapalım abla ama sebep?
ABLA- Geçmişlerimizin ruhu için.
KENAN- Yani Sami ile beni kast ediyor. Bizim ruhumuz için.
ABLA- Haa haaa haaaa… Ayol siz ölü müsünüz?
KENAN- Yaklaşık bir saattir evet…
ABLA- Ben bir helva yapayım da görün. Parmaklarınızı yersiniz valla.
BEN- Çok teşekkürler hamfendi. Parmaklarımızı az önce aşureyle karışık yemiştik zaten.

Kenan kıvranıyor özellikle dini ve tarihi konularda benimle sanal ortamda yaptığı tartışmalarla ilgili soruları sormak için ama düşünün ki karşınızda aşere-i mübaşere ile başlayan bir sohbeti alıp aşureye, Şeker Ahmet Paşa’ya, ölmüşlerin ruhuna helva olayına bağlayan biri var. Daha nerelere bağlanacak Allah bilir.

Dışarıya attığımız masamıza yanaşıp bize çorap satmaya kalkan bir fukaradan, olayı alıp keşkül-ü fukaraya bağlayan bir abla ile karşı karşıyayız.

Gördüğünüz ve okuduğunuz gibi biz böyle Kenanla tatlı tatlı sohbet edemezken birden gözlerimin parlamasına vesile olan bir şey oldu. Ne mi oldu? Abla’nın hakkından gelebileceğini umduğum kişi geldi. Kim mi? Sitemizin Işık Mehmet Ali’si( Çoktan beri yok maalesef aramızda) yani Mehmet Ali Işık.  İçimden ‘’ Ey abla aha şimdi hapı yuttun. Bu Mehmet Ali, iki dakikada seni susturmazsa ben de bir şey bilmiyorum’’ Dedim. Anlayacağınız Mehmet Ali Işık da ablanın erkek versiyonu benim nazarımda.

Neyse Efendim. Mehmet Ali herkesle tokalaştı. Hemşerim olduğu için onu Kenan’a tanıtırken ‘’ Has hemşerimdir’’ Diye tanıttım. Tanıtmamla birlikte de ablaya farkında olmadan yine pası vermişim. Abla tekrar sazı ele aldı.

ABLA-( bana hitaben) Aaaa ben sizi Karadenizli sanıyordum. Karadenizlilere daha çok benziyorsunuz.
BEN- Anne tarafından da Trabzonluyum. Ondandır.
ABLA- Demek Karslısınız. Karsın neresinden?
BEN- Kağızman
ABLA- Kağızmana ısmarladım nar gele nar gele…Gümüş kemer ince bele dar gele dar gele… Biliyor musunuz beyefendi bu türkü aslında Erzurum türküsüdür. Ayrıca Kağızmanda nar da yoktur, nargile de.
BEN- Ben pek bilmem memleketi. İsterseniz Mehmet Ali Anlatsın.
MEHMET ALİ- Kağızman…
ABLA- Görümcemin kızının damadı Kağızman’da askerliğini yapmış. Çok güzel bağları varmış Kağızman’ın.
MEHMET ALİ- Evet…Bağ..
ABLA- Bağ dedim de… Bağlama çalmayı bilir misiniz? Ya da içinizde bilen var mı? Hani bir türkü vardır: Bağlamam var üç telli, borcum var üç yüz elli. Ya da ‘’ Aman aman bağlamam yoruldum, dalgalı saçlarına vuruldum’’ Ay sakın alınmayın Mehmet Ali Bey. Sizin dalgalı saçlarınız yok diye. Türkü öyle. Ama bakın bıyıklarınızın maşallahı var. Biliyormusunuz beyler bıyıklar, Karanfil bıyık,Kaytan bıyık,Pala bıyık,Burma bıyık,Pos bıyık,.Bektaşi bıyığı diye altı çeşide ayrılır. Mehmet Ali Beyinkiler pos bıyık mesela.
MEHMET ALİ: Benim bıyıklarım…
ABLA- Eskiden Buick marka arabalar vardı. Ama bizim millet ona bıyık derdi hep. Güzel arabaydılar lakin tabii ki Şavrole, Pleymut ve ille de Kadillak’ın yerini hiç biri tutmaz. Siz şimdi şeyi de bilmezsiniz. Hani o devirlerde arabaların motorunun çalışması için ön taraftan Z harfi gibi bir demir sokulur ve çevrilirdi. Motor öyle çalışırdı.

Allah’ım Allah’ım…Abla Mehmet Ali’ye tek kelime ettirmiyor. Dünyada bundan büyük zevk olabilir mi? Gerçi Kenanla ben de konuşamıyoruz ama olsun.

Şimdi diyeceksiniz ki ‘’Niçin bu kadar seviniyorsun Mehmet Ali’nin konuşamamasına?’’

Efendim bu konuşma olayı ile olarak Mehmet Ali ile aramda eski bir husumet vardır da ondan.( Onun bu husumetten haberi bile yok tabii ki) Yaklaşık iki yıl önce Asked adlı dernekte Bestekar Vural Şahinle ikisi, konusu Mevlana olan bir konuşmada bana tek kelime konuşma fırsatı vermemişlerdi. O gün bu gündür Mehmet Ali’yi böyle dut yemiş bülbül olarak görmek için dua edip duruyordum. Kısmet bu güneymiş.

Derken efendim Ayser Hanım geldi yanımıza. Abla’ya hitaben.

- Abla içeri girelim olmazsa. Yemek hazırlayalım dostlarımıza.

BEN- Aşk olsun yani. Burada bu kadar genç bayan varken olur mu hiç? Abla bizimle kalsın da o güzel sohbetinden istifadeye devam edelim.

Bu sefer Kenan, Mehmet Ali ve özellikle de Seher hayret ve şaşkınlıkla bana bakıyorlar. Nereden bilsinler benim içimden ‘’Yaşasın kötülük’’ Diye bağırdığımı. Gerçi arada Kenan da kaynıyor ama kim takar Kenan’ı. Mehmet Ali’den intikamım alınıyor. Ablanın yanımızdan ayrılmasına müsaade eder miyim hiç?

BEN- Hanımefendi siz bilirsiniz. Dut yemiş bülbül neden susar? Yani dut ile bülbülün susması arasındaki ilişki nedir?
ABLA- Hemen izah edeyim beyefendi. Bülbül bildiğiniz üzere kanaryagillerden bir kuş olup genelde tırtıl, böcek ve meyvelerin küçük tohumlarıyla beslenir. Yani oldukça zengin bir damak tadı vardır.Ancak tabii ki her meyve ve sebze bülbül gibi zarif bir kuşun bünyesine uygun değildir. Dut yiyen bülbül ishal olur. İshal olan kuş da ötmek ile susmak arasında bir ikilem içine düşer. Çünkü gagasını açtığı anda arka tarafı çalışmaya başlar. İşte bu sebepten dut yiyen bülbül her iki tarafı da kapatmak zorundadır. Aksi takdirde ishalden ölüp giderler.
KENAN- Yahu şu geyik muhabbetini bıraksak da daha ciddi konulardan konuşsak.
ABLA-Mesela ne gibi?
KENAN- Mesela Allah Hz. Adem’i çamurdan yarattı da niçin Havva’yı onun kaburga kemiğinden yarattı…(Sorunun devamında ‘’ Niçin onu da çamurdan yaratmadı?’’ var ama abla hemen devreye giriyor tabii ki.)
ABLA- Kaburga diyince orada duracaksınız. ( Zaten bir yere gittiğimiz yok ki. Hep duruyoruz.) Özellikle Antep’te çok güzel yaparlar kaburga dolmasını. Siirt’in de büryan kebabı meşhurdur. Bildiğim kadarıyla Kars’ın da kazı meşhurdur. Değil mi Mehmet Ali Bey?
MEHMET ALİ- Kaz…
ABLA- Kaz dağlarına çıktınız mı hiç? Aaaaa mutlaka görmenizi tavsiye ederim. O ne muhteşem bir tabiat, o ne muhteşem bir natura. Hele de kelebek mevsiminde gideceksiniz ki tadına tam varacaksınız.
KENAN- Adem ile Havva…
ABLA- Yok Adem ile Havva yeryüzüne tekrar döndüklerinde Kaz dağlarına gelmediler. Onlar Urfa taraflarına geldiler. Nuh’un gemisi de Hrıstiyan inanışına göre Ağrı dağına, Müslüman inanışına göre Cudi’ye kondu. Hz Nuh, tufandan sonra Cudiye gelince gemisinde bulunan yiyeceklerden bir çorba yaptı. Adına da aşure dedi. Pardon ben beyefendiye ( Yani bana ) aşure ikram etmemiştim. Bakayım dolapta varsa ona da bir tas aşure getireyim.

Kenanla Mehmet Ali’nin gözleri parlıyor abla kalkacak diye ama yakalamışım bir kere. İntikamın tadını çıkarmadan bırakır mıyım hiç?

BEN- Abla ölümü öp sen kalkma. Bak burada aslan gibi Seher var. O getirir.

Kenan mevzuuu bilmediği için ayağıma tekmeyi indiriyor masa altından ama kimin umrunda.

SEHER- Zaten kalmadı.
ABLA- Nasip değilmiş. Neyse..Siz de bir dahaki gelişinizde helvamı yersiniz.
KENAN- İnşallah abla, inşallah bir daha gelişimizde senin helvanı yemeye gelmiş oluruz.
MEHMET ALİ- Zaten bir daha gelirsem helvanı yemeye gelirim abla. Başka bir şey için de gelmem.

Mehmet Ali duymuyor ama içimden ‘’Eeee Mehmet Ali. Alma mazlumun ahını, işte böyle çıkarırlar aheste aheste ‘’ Diyorum.

Ha bu arada, bazen abla mola veriyor ama bu sefer de cep telefonları susmuyor. ( Resimlerde de göreceğiniz gibi ) Yani nereden bakarsanız bakın bu cep telefonu denen nesnenin iyi yanları yanında kötü tarafları da var.

Efendim daha sonra tekrar içeri girip biz misafirler için hazırlanan o muazzam ziyafete ortak olduk hep beraber. Sevgili ablamız bizlere sofrada o güne kadar hep ‘’meyhane pilavı’’ olarak bildiğimiz yemeğin aslında ‘’meyane pilavı’’ olduğunu açıkladıktan sonra bu pilavın nasıl yapıldığını, yani tarifini de verdi.

Aslında yazabileceğim daha çok şey var ama okuyucuyu da düşünmek lazım. Değerli dostların engin hoş görülerine sığınarak yazdığım bu yazının sonunda şunu söylemek isterim:

Bâki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. Tabii ki o sedayı çıkarmanıza izin verilirse.)))))

Her ne kadar sürç-ü lisan eylediysek affola.

Not: Yazıyı okuduysanız videoyu seyretmenizi de şiddetle tavsiye ederim )))))))))

&autoplay=1/?autoplay=1&mute=0" allow="autoplay" frameborder="0" allowfullscreen>
( M.fikret Ünalan'a Nazire---kolaysa Konuş Da Göreyim. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 30.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.