Milli Egemenliğe Giden Yolda –4. Bölüm--
Bitirdiğim için biraz uzun olacak. Kusura bakmayın.
***************************************************
Evet, daha önceki bölümde de belirttiğim gibi Mustafa Kemal’in bazı söz ve
davranışları onun padişahla birlikte
işgalci devletlere ( özellikle İngiltere’ye) karşı takiyye yaptıkları şeklinde
yorumlanmıştır ki aslında böyle düşünenler hiç de haksız değillerdir. Neden mi?
Mustafa Kemal, Samsun’dan Havza’ya, oradan Amasya ve nihayetinde Erzurum’a geldiğinde 7 Temmuz
1919 da görevinden alındı ( O da zaten
istifa etmişti.) Görevinden alınmakla da kalınmadı tutuklanarak İstanbul’a
gönderilmesi emredildi 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e. Ayrıca Rauf
Orbay’ın da tutuklanması emredilmişti
Peki sonuç?
Sonuç, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’i
de Rauf Orbay’ı da tutuklamadı. Dahası kendisinin hazırladığı kongrenin
( Erzurum Kongresi) başkanlığına getirdi. Rauf Orbay’a da dokunmadı.
Peki Padişahın normalde bu davranışa kızıp
Kazım Karabekir Paşa’yı da görevinden alması gerekmez miydi? Evet..Neticede Osmanlı Devletinde Paşa nesli
tükenmiş değildi. Mustafa Kemal’i
tutuklayıp İstanbul’a gönderecek bir paşa mutlaka bulunurdu ama bulunmadı.
Kazım Karabekir’e her hangi bir ceza verilmediği gibi Mustafa Kemal’e tevdi
edilen 9. Ordu Müfettişliği görevi herhani bir başkasına verilmedi. Madem o
kadar önemliydi bu görev, bir başkasına verilmesi gerekmez miydi? Ama verilmedi. Ve tabii ki kafaya takılan bir
soru da Kazım Karabekir’in – Mustafa Kemal ile aynı rütbede olduğu halde ve
Mustafa Kemal’in tüm askeri yetkilerine son verildiği halde – ‘’Ben ve kolordum
emrinizdeyiz paşam’’ Diyerek Mustafa
Kemal’in emrine girmiş olmasıdır. Bir paşa, neden hiç bir askeri yetkisi ve
etkisi olmayan üstelik tutuklanması gereken bir insanın emrine girsin ki?
Tüm bu göstergeler kimi tarihçilere göre Mustafa Kemal ve padişah Vahdettin’in
en başından beri birlikte hareket ettikleri,
bu planda Mustafa Kemal kahraman rolünü üstlenirken Padişah Vahdettin’in
mecburen hain rolünü üstlendiği şeklinde yorumlanmıştır.
Evet, Mustafa Kemal’in elinde hiç bir
askeri yetki kalmadığı halde Sivas Kongresinin başkanı da o olur. Kongrede belirlenen Temsil Heyeti başkanı da o seçilir ve 4 Eylülde
başlayan Sivas Kongresinden sadece 24 gün sonra Sivas’ta bizzat kendi
gayretiyle çıkarttığı İrade-i Milliye gazetesinde ( Sonradan Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi olacaktır bu gazetenin adı ) Padişaha hitaben bir yazı yazar
ki sanırsınız Padişah Vahdettin ile
Mustafa Kemal can ciğer kuzu sarması...
Başlığı ‘’ Padişahımız ne emrediyor hükumet ne yapıyor?’’ Olan bu yazıda
Mustafa Kemal, Padişaha toz kondurmadan Damat Ferit hükumetine verip
veriştiriyor. ( Bu mektubun tamamını okumak ve gazeteyi görmek isteyenler şu
linkten bakabilirler: (https://www.gastearsivi.com/gazete/iradei_milliye_sivas/1919-09-28/1)
Ancak asıl önemli olan Mustafa Kemal’in
bu çok uzun yazısını hangi cümle ile tamamlamış olmasıdır.
Evet, Mustafa Kemal, yazısını yani padişah Vahdettin’e hitabını şu cümle ile tamamlar: ‘’ Emr-i Ferman
hazret-i Tâcdâr-ı Âzâmîlenindir.’’
Padişah, Mustafa Kemal’in elindeki tüm askeri yetkileri ondan almamış mıydı?
Almıştı. Mustafa Kemal’e sivil herhangi
bir görev de vermediğine göre Mustafa Kemal hangi emir ve fermandan
bahsediyor?
İşin ilginç tarafı padişah Vahdettin de ‘’ Ne emiri? Ne fermanı? Sen
kimsin? Hangi hakla ve yetkiyle benden emir bekliyorsun? Ben seni görevinden azlettim.’’ Demiyor.
Evet Mustafa Kemal, elindeki tüm
yetkiler kendisinden alındığı halde, kendisine sivil hiç bir görev verilmediği
halde her fırsatta padişaha ne kadar bağlı olduğunu dile getirmekten geri
kalmıyor, padişah da ‘’ oğlum sen kimsin yahu. Beni seviyorsan teslim ol da seni
hapse atalım. ‘’ Demiyor.
Mesela bu sıralarda padişah Vahdettin o
çağın koronası İspanyol gribine yakalanıyor, Mustafa Kemal öylesine bir geçmiş
olsun dileğinde bulunuyor ki insan kendi öz kardeşine öyle bir geçmiş olsun
dileğinde bulunmaz.
Mustafa Kemal’in bu tutum ve davranışını TBMM açılmadan önce ve açıldıktan sonra da görmekteyiz ama TBMM
açıldıktan sonra sadece ‘’ Padişahım çok yaşa !’’ Demiyor aynı zamanda ‘’ TBMM
nin üzerinde bir güç yoktur.’’ da diyor.
Bir taraftan ‘’Amacı yüce hilafet ve saltanatı kurtarmak olan meclisimiz’’ Diyor; bir taraftan ‘’ Padişahın durumu
içinde bulunduğu esaretten kurtulduğu takdirde TBMM nin vereceği karara göre
düzenlenecektir.’’ Diyor.
TBMM nin açılışına kadar Padişah Vahdettin’in en sadık adamı görüntüsü veren
Mustafa Kemal, TBMM açıldıktan sonra yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ‘’ Artık
saltanata da hilafete de, yer yok’’ anlamına gelebilecek cümleler kurmaya
başladığı gibi bunun alt yapısını
hazırlıyor. Ama yine de her şeye rağmen
en azından birlikte bir davayı(Vatanı kurtarma davası ) omuzladığı insanları
ürkütmemek için padişaha bağlılık yemini bile ediyor.
Evet, 1 Mayıs 1920 de TBMM de Millet vekilleri, padişaha bağlılık yemini
ettiler ve bu yemin bir beyanat olarak 2
Mayıs 1920 De Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde yayınlandı.
Ancak bu yeminin çok önemli bir sebebi vardı. Millet vekilleri ‘’ Biz sana
bağlıyız. Sen bizim sultanımızsın’’ Yemini yapmamışlardı. Yaptıkları yemin asla ona karşı isyan
etmeyeceklerine dair bir yemindi.
İyi de isyan nereden çıktı?
TBMM nin açıldığı günlerde bir taraftan Anzavur Ahmet denen hain TBMM ye karşı
harakete geçmişken bir taraftan da Kuvay-i İnzibatiye birlikleri
hazırlanıyordu. Bu arada İngilizler de
sürekli TBMM nin Padişaha karşı isyan edeceği,
Kuvay-i İnzibatiye’nin bu isyanı bastırmak üzere kurulduğundan bahisle
Türk halkını Kuvay-i İnzibatiyenin yanında yer almaya davet ediyordu.
İşte bu durum karşısında Mustafa Kemal ve TBMM nin milletvekilleri aşağıdaki
beyannameyi yayınladılar:
..........Padişaha ve halifeye isyan sözünü
ortaya atıyorlar.Millet Meclisi halife ve padişahımızı düşman
tazyikinden kurtarmak, Anadolu’nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına
mani olmak, payitahtımızı da ana vatana bağlamak için için çalışıyor.
Biz vekilleriniz Cenab-ı Hak ve Resul-u Ekrem namına yemin ederiz ki
padişaha, halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir ve bundan maksat
vatanı müdafaa eden kuvvetleri, aldatılan Müslümanların elleriyle ....
etmek, memleketi sahipsiz ve müdafaasız
bırakarak elde etmekdir. Hindin,
Mısır’ın başına gelen halden mübarek vatanımızı kurtarmak için İngiliz
casuslarının sizleri, aldatmak üzere
uydurdukları yalana inanmayınız. İzmir Adana Urfa, Maraş elhasıl vatanın düşman
istilasına uğramış köşelerini müdafaa edenleri din ve milletlerinin şerefi için
kan döken kardaşlarınızı arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve
onları Millet Meclisinin kararı üzerine
cezalandıracak olanlara yardım edin. Ta ki din, son yurdunu kaybetmesin. Ta ki
milletimiz köle olmasın. Biz birlik oldukça düşman üzerimize gelmeyeceğini
resmen ilan etti. Onun candan istediği, aramızda nifak ve şilaldır.
Allahın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun. Ve rahmet ve
tevfiki halife ve padişahımızı millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların
üzerinden eksik olmasın.
BüyükMillet Meclisi emriyle reis Mustafa Kemal---- Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
2 Mayıs 1920.
2 Mayıs 1920 deki bu beyana rağmen Haziran 1920 de gerek Anzavur Ahmet, gerek
Kuvay-i İnzibatiye ile doğrudan doğruya silahlı çatışma yapılması üzerine
Mustafa Kemal artık padişah ve halifeyi kurtarmaktan, sık sık padişaha sevgi ve
saygılarını sunmaktan vazgeçiyor ve 25 Eylül 1920 de bakın bu sefer neler diyor
Padişah Vahdettin hakkında..
‘’Hilâfet ve saltanat mahfuziyeti zaten birinci esasımızdır. Hakikaten.
düşündüğümüz halâsı hakikiye vusul için, arzettiğim veçhile makamı hilâfet ve
saltanat olan merbutiyetimiz ve o makamın bütün şeraiti lâzimesiyle mahfuziyeti
birinci esasımızdır. Bu islâm dünyasının istinatgahı olan rabıtai hakikiyesini
tesise birinci derecede medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir vakitte kâr-ı
akıl değildir. Ve bunu bizden zorla almak mümkün değildir. Gayeye vusul için
arzı ihtiyaç ve iftikar eylediğimiz kuvvetler birinci derece islâm dünyasıdır.
Bu islâm dünyasının ikide birde Meclisi Âlinizin hilâfet ve saltanat, halife ve
sultan meselesiyle iştigal etmesinde mehazir( Mahzurlar) vardır. Bu mahzurları
şimdiye kadar fiiliyatiyle gördük. Bunu bizden zorla almak isterlerse her türlü
mücahedeyi yaparız, ikide birde Meclisi Âlinizin (bu mesele üzerinde) müzakere
ve münakaşa açması caiz değildir kanaatindeyim.
Bugün bu makamı işgal eden zat bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar)
Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir adamdır. (Alkışlar, bravo sadaları)
Meclisi Âlinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gördük. Maateessüf
şimdi makamı hilâfet ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir
adamdır.
Evet, Mustafa Kemal 25 Eylül 1920 de
TBMM nin gizli oturumunda yaptığı bu konuşmada saltanat ve hilafetten asla
vazgeçilmeyeceğini söyleyerek kurbağayı ürkütmemeye çalışmışsa da ilk kez bu
tarihte Padişah Vahdettin için ‘’ Hain’’
ifadesini kullanmış ve ilginçtir onu esaretten kurtarmaktan bahsederken ne
kadar alkış almışsa ona hain derken de
bir o kadar alkış almıştır
Neticede 23 Nisan 1920 de Egemenlik
Kayıtsız Şartsız Milletindir ilkesi kabul edilmiş ama görüldüğü gibi bu
hiç de kolay bir mücadele ile olmamıştır.
-SON-
(
Milli Egemenliğe Giden Yolda –4. Bölüm-- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
24.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.