1 Milli Egemenliğe Giden Yolda –4. Bölüm--

Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 24.04.2021
Okunma Sayısı : 941
Yorum Sayısı : 11


Bitirdiğim için biraz uzun olacak. Kusura bakmayın.

***************************************************

Evet, daha önceki bölümde de belirttiğim gibi Mustafa Kemal’in bazı söz ve davranışları  onun padişahla birlikte işgalci devletlere ( özellikle İngiltere’ye) karşı takiyye yaptıkları şeklinde yorumlanmıştır ki aslında böyle düşünenler hiç de haksız değillerdir. Neden mi?

Mustafa Kemal, Samsun’dan Havza’ya, oradan Amasya  ve nihayetinde Erzurum’a geldiğinde 7 Temmuz 1919 da  görevinden alındı ( O da zaten istifa etmişti.) Görevinden alınmakla da kalınmadı tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi emredildi 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e. Ayrıca Rauf Orbay’ın da tutuklanması emredilmişti

Peki sonuç?

Sonuç, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’i  de Rauf Orbay’ı da tutuklamadı. Dahası kendisinin hazırladığı kongrenin ( Erzurum Kongresi) başkanlığına getirdi. Rauf Orbay’a da dokunmadı.

Peki Padişahın normalde bu davranışa kızıp  Kazım Karabekir Paşa’yı da görevinden alması gerekmez miydi?  Evet..Neticede Osmanlı Devletinde Paşa nesli tükenmiş değildi.  Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a gönderecek bir paşa mutlaka bulunurdu ama bulunmadı. Kazım Karabekir’e her hangi bir ceza verilmediği gibi Mustafa Kemal’e tevdi edilen 9. Ordu Müfettişliği görevi herhani bir başkasına verilmedi. Madem o kadar önemliydi bu görev, bir başkasına verilmesi gerekmez miydi?  Ama verilmedi. Ve tabii ki kafaya takılan bir soru da Kazım Karabekir’in – Mustafa Kemal ile aynı rütbede olduğu halde ve Mustafa Kemal’in tüm askeri yetkilerine son verildiği halde – ‘’Ben ve kolordum emrinizdeyiz paşam’’ Diyerek  Mustafa Kemal’in emrine girmiş olmasıdır. Bir paşa, neden hiç bir askeri yetkisi ve etkisi olmayan üstelik tutuklanması gereken bir insanın emrine girsin ki?

Tüm bu göstergeler kimi tarihçilere göre Mustafa Kemal ve padişah Vahdettin’in en başından beri birlikte hareket ettikleri,  bu planda Mustafa Kemal kahraman rolünü üstlenirken Padişah Vahdettin’in mecburen hain rolünü üstlendiği şeklinde yorumlanmıştır.

Evet,  Mustafa Kemal’in elinde hiç bir askeri yetki kalmadığı halde Sivas Kongresinin başkanı da o olur.  Kongrede belirlenen Temsil  Heyeti başkanı da o seçilir ve 4 Eylülde başlayan Sivas Kongresinden sadece 24 gün sonra Sivas’ta bizzat kendi gayretiyle çıkarttığı İrade-i Milliye gazetesinde ( Sonradan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi olacaktır bu gazetenin adı ) Padişaha hitaben bir yazı yazar ki  sanırsınız Padişah Vahdettin ile Mustafa Kemal  can ciğer kuzu sarması...

Başlığı ‘’ Padişahımız ne emrediyor hükumet ne yapıyor?’’ Olan bu yazıda Mustafa Kemal, Padişaha toz kondurmadan Damat Ferit hükumetine verip veriştiriyor. ( Bu mektubun tamamını okumak ve gazeteyi görmek isteyenler şu linkten bakabilirler: (https://www.gastearsivi.com/gazete/iradei_milliye_sivas/1919-09-28/1)

Ancak asıl önemli olan  Mustafa Kemal’in bu çok uzun yazısını hangi cümle ile tamamlamış olmasıdır.

Evet, Mustafa Kemal, yazısını yani padişah Vahdettin’e hitabını  şu cümle ile tamamlar: ‘’ Emr-i Ferman hazret-i Tâcdâr-ı Âzâmîlenindir.’’

Padişah, Mustafa Kemal’in elindeki tüm askeri yetkileri ondan almamış mıydı? Almıştı.  Mustafa Kemal’e sivil herhangi bir görev de vermediğine göre Mustafa Kemal hangi emir ve fermandan bahsediyor?

İşin ilginç tarafı padişah Vahdettin de ‘’ Ne emiri? Ne fermanı? Sen kimsin?  Hangi hakla ve yetkiyle  benden emir bekliyorsun?  Ben seni görevinden azlettim.’’ Demiyor.

Evet  Mustafa Kemal, elindeki tüm yetkiler kendisinden alındığı halde, kendisine sivil hiç bir görev verilmediği halde her fırsatta padişaha ne kadar bağlı olduğunu dile getirmekten geri kalmıyor, padişah da ‘’ oğlum sen kimsin yahu. Beni seviyorsan teslim ol da seni hapse atalım. ‘’ Demiyor.

Mesela bu sıralarda  padişah Vahdettin o çağın koronası İspanyol gribine yakalanıyor, Mustafa Kemal öylesine bir geçmiş olsun dileğinde bulunuyor ki insan kendi öz kardeşine öyle bir geçmiş olsun dileğinde bulunmaz.

Mustafa Kemal’in bu tutum ve davranışını TBMM açılmadan önce ve  açıldıktan sonra da görmekteyiz ama TBMM açıldıktan sonra sadece ‘’ Padişahım çok yaşa !’’ Demiyor aynı zamanda ‘’ TBMM nin üzerinde bir güç yoktur.’’ da diyor.

Bir taraftan ‘’Amacı yüce hilafet ve saltanatı kurtarmak olan meclisimiz’’  Diyor; bir taraftan ‘’ Padişahın durumu içinde bulunduğu esaretten kurtulduğu takdirde TBMM nin vereceği karara göre düzenlenecektir.’’ Diyor.

TBMM nin açılışına kadar Padişah Vahdettin’in en sadık adamı görüntüsü veren Mustafa Kemal, TBMM açıldıktan sonra yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ‘’ Artık saltanata da hilafete de, yer yok’’ anlamına gelebilecek cümleler kurmaya başladığı gibi  bunun alt yapısını hazırlıyor.  Ama yine de her şeye rağmen en azından birlikte bir davayı(Vatanı kurtarma davası ) omuzladığı insanları ürkütmemek için padişaha bağlılık yemini bile ediyor.

Evet, 1 Mayıs 1920 de TBMM de Millet vekilleri, padişaha bağlılık yemini ettiler ve bu yemin  bir beyanat olarak 2 Mayıs 1920 De Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde yayınlandı.

Ancak bu yeminin çok önemli bir sebebi vardı. Millet vekilleri ‘’ Biz sana bağlıyız. Sen bizim sultanımızsın’’ Yemini yapmamışlardı.  Yaptıkları yemin asla ona karşı isyan etmeyeceklerine dair bir yemindi.

İyi de isyan nereden çıktı?

TBMM nin açıldığı günlerde bir taraftan Anzavur Ahmet denen hain TBMM ye karşı harakete geçmişken bir taraftan da Kuvay-i İnzibatiye birlikleri hazırlanıyordu.  Bu arada İngilizler de sürekli TBMM nin Padişaha karşı isyan edeceği,  Kuvay-i İnzibatiye’nin bu isyanı bastırmak üzere kurulduğundan bahisle Türk halkını Kuvay-i İnzibatiyenin yanında yer almaya davet ediyordu.

İşte bu durum karşısında Mustafa Kemal ve TBMM nin milletvekilleri aşağıdaki beyannameyi yayınladılar:

..........Padişaha ve halifeye isyan sözünü  ortaya atıyorlar.Millet Meclisi halife ve padişahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu’nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payitahtımızı da ana vatana bağlamak için için çalışıyor. 


Biz vekilleriniz Cenab-ı Hak ve Resul-u Ekrem namına yemin ederiz ki padişaha, halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir ve bundan maksat vatanı müdafaa eden kuvvetleri, aldatılan Müslümanların elleriyle .... etmek,  memleketi sahipsiz ve müdafaasız bırakarak elde etmekdir.  Hindin, Mısır’ın başına gelen halden mübarek vatanımızı kurtarmak için İngiliz casuslarının sizleri,  aldatmak üzere uydurdukları yalana inanmayınız. İzmir Adana Urfa, Maraş elhasıl vatanın düşman istilasına uğramış köşelerini müdafaa edenleri din ve milletlerinin şerefi için kan döken kardaşlarınızı arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve onları Millet Meclisinin kararı  üzerine cezalandıracak olanlara yardım edin. Ta ki din, son yurdunu kaybetmesin. Ta ki milletimiz köle olmasın. Biz birlik oldukça düşman üzerimize gelmeyeceğini resmen ilan etti. Onun candan istediği, aramızda nifak ve şilaldır.

Allahın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun. Ve rahmet ve tevfiki halife ve padişahımızı millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.

BüyükMillet Meclisi emriyle reis Mustafa Kemal---- Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 2 Mayıs 1920.


2 Mayıs 1920 deki bu beyana rağmen Haziran 1920 de gerek Anzavur Ahmet, gerek Kuvay-i İnzibatiye ile doğrudan doğruya silahlı çatışma yapılması üzerine Mustafa Kemal artık padişah ve halifeyi kurtarmaktan, sık sık padişaha sevgi ve saygılarını sunmaktan vazgeçiyor ve  25 Eylül 1920 de bakın  bu sefer neler diyor Padişah Vahdettin hakkında..

‘’Hilâfet ve saltanat mahfuziyeti zaten birinci esasımızdır. Hakikaten. düşündüğümüz halâsı hakikiye vusul için, arzettiğim veçhile makamı hilâfet ve saltanat olan merbutiyetimiz ve o makamın bütün şeraiti lâzimesiyle mahfuziyeti birinci esasımızdır. Bu islâm dünyasının istinatgahı olan rabıtai hakikiyesini tesise birinci derecede medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir vakitte kâr-ı akıl değildir. Ve bunu bizden zorla almak mümkün değildir. Gayeye vusul için arzı ihtiyaç ve iftikar eylediğimiz kuvvetler birinci derece islâm dünyasıdır. Bu islâm dünyasının ikide birde Meclisi Âlinizin hilâfet ve saltanat, halife ve sultan meselesiyle iştigal etmesinde mehazir( Mahzurlar) vardır. Bu mahzurları şimdiye kadar fiiliyatiyle gördük. Bunu bizden zorla almak isterlerse her türlü mücahedeyi yaparız, ikide birde Meclisi Âlinizin (bu mesele üzerinde) müzakere ve münakaşa açması caiz değildir kanaatindeyim.

Bugün bu makamı işgal eden zat bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar) Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir adamdır. (Alkışlar, bravo sadaları) Meclisi Âlinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gördük. Maateessüf şimdi makamı hilâfet ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir adamdır.


Evet,  Mustafa Kemal 25 Eylül 1920 de TBMM nin gizli oturumunda yaptığı bu konuşmada saltanat ve hilafetten asla vazgeçilmeyeceğini söyleyerek kurbağayı ürkütmemeye çalışmışsa da ilk kez bu tarihte  Padişah Vahdettin için ‘’ Hain’’ ifadesini kullanmış ve ilginçtir onu esaretten kurtarmaktan bahsederken ne kadar alkış almışsa  ona hain derken de bir o kadar alkış almıştır

Neticede 23 Nisan 1920 de Egemenlik  Kayıtsız Şartsız Milletindir ilkesi kabul edilmiş ama görüldüğü gibi bu hiç de kolay bir mücadele ile olmamıştır.

                                                                 -SON-
( Milli Egemenliğe Giden Yolda –4. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 24.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.