Vay be. Üzerinden kırk bir- kırk iki sene geçmiş. Oysa her şey dün gibi
gözlerimin önünde.
Yaklaşık Nisan Ayı başlarında başlamıştı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
hazırlıkları.
Öğretmenlik hayatıma 30 Kasım 1978 de başladığım için ilk 19 Mayıs Bayramımızı
19 Mayıs 1979 da kutlamıştım öğretmen olarak.
Evet, 6 Mayıs 1979 da Halkın Kurtuluşundan Türk halkını bela ve musibetlerden
kurtarmak adına(!) yediğim o feci dayağın üzerinden sadece on üç gün geçmişti. Kafamdaki
dikiş izleri henüz kapanmıştı ama 19 Mayıs 1979 da ben de diğer öğretmen
arkadaşlarım ve öğrencilerim ile 19 Mayıs kutlamalarına dahil olmuştum.
Öğrencilik yıllarımda da tek tük kız öğrenci arkadaşlarım 19 Mayıs törenlerine
katılmamak için bin dereden su getirirlerdi. ‘’ Tek tük ‘’ Diyorum zira
Bakırköy Lisesi Öğrencisiydim ve bizim liseden öyle çok fazla gerici(!) yobaz(!)
çıkmazdı. O tek tükler de böyle 19 Mayıslarda iyot gibi açığa çıkarlardı.
Öğretmenliğe başladığımın daha ilk senesinde bu problemin çok daha büyük bir
boyutta olduğunu gördüm görev yaptığım Manavgat İmam-Hatip Lisesinde. Kız
öğrencilerin hiç biri bırakın mini etekli olarak törene katılmayı, başlarını
açmayı bile istemiyorlardı. O sebeple de her biri 19 Mayıs’tan bir kaç gün önce
hastanenin yolunu tutmuştu. Veliler, cebren veya hile ile kız çocuklarına
hastalık raporu alıyorlardı ki kimi veliler zaten işi en başta sağlama alıp kız
çocuklarına ‘’ Beden Eğitimi Dersine giremez.’’ Raporu almışlardı. İşte bu
raporu en baştan almayanlar şimdi bir sürü sebep uyduruyorladı. Öyle ki
neredeyse bütün kız öğrencilerimiz menisküsten ileri derecede fıtığa, ileri
derecede fıtıktan kızamığa, boğmacaya aklınıza gelen her türlü derde düçar
idiler(!)
Bu arada arkası sağlam olmadığı için doktorlar tarafından ‘’ Kardeşim ! Kızının
hiç bir şeyi yok. Tıpış tıpış o törenlere katılacak’’ Diye fırça yiyen gariban
vatandaşa boynunu bükmekten başka çare kalmıyordu ama işin o kısmını da okul
müdürü hallediyordu: Bayrama ille de jimnastik hareketlerine katılarak
katılması şart değildi ya öğrencilerin. 19 Mayıs şiirleri okuyacak öğrencileri
kızlardan seçersin, yürüyüş koluna bir iki kız öğrenci eklersin olur biterdi ve
hep de böyle oldu.
Şimdi Kurtuluş Savaşı ile ilgili Yukarıdaki resimlere bakalım.
Cepheye mermi taşıyan kadınlar hep tesettürlü kadın ve kızlar.
Doğrudan doğruya eline silahı alıp düşman üzerine yürüyen kadın ve kızlarımız
da tesettürlü kadınlar.
Ve dahası bugün bayramını kutladığımız 19 Mayıs 1919 un mimarı Mustafa Kemal
Atatürk’ün annesi, eşi de tesettürlü bir kadın ama gelin görün ki bu ülkede 1974
yılında hem de memleketim Kars gibi mutaassıp bir ilimizde kız öğrencilerimiz,
fotoğrafta gördüğünüz kıyafetlerle törene iştirak ediyorlar. Neden? Medeni
olacağız. Çağdaş olacağız.
Kurtuluş Savaşında bayrağı taşıyan kadınlar- kızlar hep tesettürlü ama
kurtulduktan sonra sanki o savaş tesettüre karşı yapılmış bir savaşmış gibi
milli bayramlarda bayrak taşıyan kızlar mini etekli.
Yahu Allah aşkına birileri açıklasın bana bizim zamanımızın Milli Eğitim Kılık
Kıyafet Yönetmeliğinde bile kız öğrencilerin kıyafetleri maddesinde ‘’ Kızların
etekleri diz altında olacak’’ Denirken 19 Mayıslarda bu etekler niçin diz
üstüne çıkardı? Yok hani daha medeni bir görünüm içinse bu kılık kıyafet
yönetmeliğine ne ihtiyaç vardı? Aslolan kılık kıyafet yönetmeliği ise 19
Mayıslarda bu yönetmelik niçin çiğneniyordu?
İşin ilginci çağdaşlığını ve medeniyetini taklit ettiğimiz batıda böyle bir
kıyafet ancak plajlarda söz konusuydu. Yani medeniyette sollamıştık batıyı (!)
Neyse...
1980 Yılının 19 Mayısında yine kız öğrencilerin bir kaçı yürüyüş kolunda, bir
ikisi şiir okuyacak, diğerleri raporlu olmak üzere erkek öğrencilerimizle hazır
ve nâzırız. Manavgat İmam- Hatip lisesinden, bugün artık nostaljik bir köprü
olan köprüye doğru ilerliyoruz.
İlerlemesine ilerliyoruz ama yüreğimiz de ağzımızda çünkü köprünün Antalya
tarafı bize ait değil.
Yok yok bir başka ülke topraklarına doğru ilerlemiyoruz ama köprünün o tarafı
benim kafayı dağıtanların hakimiyetinde. Gerçi bu kadar büyük bir kalabalığa
saldırmazlar ama mutlaka bir parazit yapacakları kesin.
İyice yaklaştık köprüye. Okul Bandosu, Sosyal Bilgiler Öğretmenimizin
neredeyse iki aylık bir taliminden sonra boru ve trampetle zar zor çalabildiği
(Daha doğrusu biraz biraz benzettikleri. ) Gençlik Marşını çalıyor... Tabii ki
o zamanlar ‘’ Dağ Başını Duman Almış’’ Marşı olarak bildiğimiz bu marşın aslında ‘’ Üç Şırfıntı Kız’’ manasına gelen ve bir
İsveç halk şarkısı olan ‘’ Tre
Tralllande Jantör’’ Olduğunu ne biz biliyoruz ne de köprünün diğer tarafındaki
Uzun Adil ve çetesi.
Efendim, Uzun Adil o yıllarda Manavgat’ın bizim nezdimizde en korkulan kişisi...
Aslına bakacak olursanız bir avuçlar ama öyle ses çıkarıyorlar ki onların
korkusundan köprüden geçip mesela Belediyeye, Kaymakamlığa, İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğüne gidemiyoruz. Sabahtan akşama kadar köprü başındaki TÖB-DER Binasının
önünde kendisi ya da çetesi nöbetteler.
İyice yaklaştık köprüye...
Uzun Adil ve Çetesi her zamanki yerlerindeler. Eyvah ki eyvah.
Yok yani dediğim gibi böyle bir kalabalığa saldıramazlar ama bir provokasyon
yapacaklar kesin.
Önlerinden geçiyoruz davula ve trampetlere daha kuvvetli vurup borazanları daha
sesli çaldırarak. Bir taraftan da gür bir sesle söylüyoruz: ‘’ Sesimizi yer,
gök, su, dinlesin. Sert adımlarla her yer inlesin, inlesin.’’