1
NEDEN 29 EKİM?
29 Ekim 1923 de Cumhuriyet ilan edilmiş
ve 30 Ekim’de bütün
Türkiye’de büyük bir
sevinç doğurmuştu bu
haber. Evet..Cumhuriyetin ilan edilmiş
olmasına sevinmeyen yok gibiydi
ve işin aslına
bakarsanız Cumhuriyetin ilan
edildiği gün TBMM de
olmayan vekiller de
cumhuriyetin ilanına karşı filan
değillerdi. Hele hele
saltanatın geri getirilmesi gibi
bir şey akıllarının
ucundan bile geçmiyordu. Peki o
halde neye muhalefet
ediyorlardı? Onlara niçin
muhalif deniyordu? Cumhuriyet
ilan edilmiş olay kapanmıştı
o halde hâlâ
neye muhalif idiler?
Onların neye muhalif
olduklarını muhalefetin başı
olarak görülen Rauf Orbay’dan dinleyelim:
‘’Cumhuriyet kuvvetini yalnız ve yalnız milletin muvafakatinden almalı. Başka
hiçbir tesirin ve kuvvetin karşısında eğilmemeli ve halkın ezici çoğunluğunun
arzularına uygun olmalı. Aksi takdirde isim değiştirmekle üst tabakada şekil
değişmesiyle hakiki ihtiyaçların temin edilmiş olacağını zannetmek özellikle
yakın bir geçmişte gördüğümüz acı tecrübelerden sonra büyük hata olur.” (Tevhidi
Efkar, 1.11.1923)
Kazım Karabekir- Refet Bele ve Ali
Fuat Cebesoy da aynı görüşteydiler. Özetle
karşı çıktıkları şey
Cumhuriyet değil Mustafa
Kemal’in hem parti başkanı
hem devlet başkanı
olmasıydı ve onda
toplanan yetkilerin onu
tek adam durumuna getirdiği
idi.
Ayrıca Cumhuriyetin ilan
edilme şekline de
karşı idiler. Oldukça aceleye
getirildiğini ve yeterince
tartışılmadığını savunuyorlardı.
Her zaman Atatürk’ün yanında olan
Falih Rıfkı Atay bile
Çankaya adlı eserinde
şöyle diyordu:
“Aralarında siyasi şöhretler, yarı veya tam aydınlar, şöyle böyle Türkçüler,
fakat bilhassa Osmanlılar vardır. Devrimci değildirler. Gerici de değildirler.
Bunlar kayıtsız şartsız milli hâkimiyet prensibini tutacaklardır. Mustafa
Kemal’in diktatör olmaması için dostça, muhalifçe uğraşacaklardır. Biraz sonra
ilk gerçek demokrasi savaşını bunlar verecekler, Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkasını kuracaklardır. Kendileriyle Mustafa Kemal arasında ayırıcı çarpışma,
cumhuriyetin ilan edildiği zaman başlayacaktı.” ( Çankaya- Sa 420)
Kazım Karabekir tavrını açık
ve net bir
şekilde şöyle ortaya koyuyordu: “Ben Cumhuriyetten yana, fakat kişisel yönetime karşıyım”.
Bu arada öyle gelişmeler
oldu ki ortam
bir anda gerildi
ve eski dostlar
iyice karşı karşıya
geldiler.
Önce Rauf Bey’in
son Halife Abdülmecit
Efendiye yaptığı bir nezaket ziyareti
hemen ardından İngiltere’de yaşayan ama
Hindistan’daki Müslümanların sözde
lideri olan Ağa Han ve
Emir Ali
başbakan İsmet
İnönü’ye bir mektup
yazarak Halifeliğin güçlendirilmesi gerektiğini
yazmışlardı ama bu mektup
başbakanın eline geçmeden başka ellere
geçip gazetelere sızdırılınca kabak muhalif milletvekillerinin ve özellikle
bu mektubu gazetelerinde
yayınlayan gazetecilerin başında
patladı.
Bir taraftan rejim
değişikliği sebebiyle ağır eleştiriler yazarak
hükumeti topa tutan
gazeteler bir taraftan da bu
mektubu yayınlayınca kızılca kıyamet
koptu.
İsmet İnönü böyle
bir mektubun yayınlanmasının vatana
ihanet olduğunu dolayısıyla da
yayınlayanların Hıyanet-i Vataniye
kanununa göre yargılanması
yönünde önerge verdi
meclise.
Bu önerge 8 Aralık 1923 de 63 Red
oyuna karşılık 89
Evet oyu ile
kabul edildi ve
böylece Cumhuriyet Döneminin ilk İstiklal Mahkemesi bir basın suçu sebebiyle yeniden açılmış oldu. Ama işlenen suç(!) Vatana ihanetle eşdeğer görülmekteydi.
Hüseyin Cahit, Ahmet Cevdet, Velid Ebuziyya, Ömer İzzettin, Hayri Muhiddin gibi
gazeteciler tutuklanarak yargılandılar. Suçları saltanatın geri getirilmesine çalışmaktı.
Tanin – İkdam ve Tevhid-i Efkar
Gazeteleri bir süre
için kapatıldı.
Bu arada Rauf Orbay da 1 Kasım 1923 de
Tevhid-i Efkar gazetesine verdiği
beyanat sebebiyle Halk Parti
Grubunda İsmet Paşa başkanlığındaki bir
komisyonca bayağı bir terletilmişti.
İstanbul İstiklal Mahkemesi gazeteler
ve gazeteciler ile ilgili kararını 2 Ocak 1924’te açıkladı. Mektubun
1 Kasım 1922 tarihli saltanatın kaldırılması ile ilgili karara saldırdığı,
Halife’ye siyasi nüfuz verilmesinin savunularak milletin hukuk egemenliği
aleyhine kışkırtıcılık unsurları içerdiğini ve avukatların mektubun suç
olmadığı şeklindeki savunmalarının kabul edilmediğini açıkladı. Uzun sözün
kısası hepsi beraat etti.
***********
İki yıl
sonra... Yani 1925
yılında...
1925 yılının Ekim ayı
içerisinde Fahrettin Altay
Paşa'nın "Cumhuriyeti neden 29 Ekim'de ilan ettiniz?" sorusuna
Atatürk şu cevabı vermişti:
"Mütareke 30 Ekim 1918'de İmzalanmıştı. ( Atatürk’ün bahsettiği
mütareke 30 Elim 1918 de imzaladığımız ve Türk
Milletinin yok edilmesini amaçlayan
Mondros Ateşkes Antlaşmasıydı.) Vatan parçalanmış, istilaya
uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918'den bizim İzmir'e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül
1922'ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl.
29 Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük
inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde
vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz
acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur.
Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden
hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın.
Mondros 30 Ekim'dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir
milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır. ”
Atatürk bir an durdu, Fahrettin Paşa'ya baktı ve sonra elini masanın üzerine
vurarak: “Deyiniz ki, BU TARİHTEN SİLİNMEK İSTENEN BİR MİLLETİN
ÖCÜDÜR.’’
********
Bugün Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. Yıldönümü.
Cumhuriyet Bayramımız Milletimize
Kutlu olsun.
Yaşasın Cumhuriyet.
NOT: Üst- sağdaki resimdeki sorunun cevabı nedir
acaba? Bakalım TC İnkılap Tarihi ve
Atatürkçülük Dersinden durumunuz
ne alemdedir?