Ölü bir gülüşün toprağına serildim ve
üstünkörü bir edayla örttüm üstünü yalnızlığın.
Ketumdu yeryüzü.
Kallavi gölgeler uykuda.
Aşka yataklık yapan gecenin sırları
Fısıltılar mıydı kundaklanan
Yoksa firari mizacı mı kâbusların…
Bir enstantane aşkın yıldızı
Bir enstrüman belki de yüreğin
kayrası
Manen sönen güneş gecenin matemine
eşlik eden
Sürrealist varlığın haritası
Nasıl da uzaktı coğrafyası mutluluğun
Uzun boylu düşünmeden sevmiştik madem
bir kere
Kısacık ömürlü şafağın saltanatı
Gündüze yol alan bir seyyah
Yürek sesinde saklı
Mezarı ve yalnızlığı.
Delişmen sonbahar
Devrimci dallar ve ağaçlar
Kökleri derin
Kökleri yanık kokan
Kimine göre yenikti insan
Doğanın telaffuz ettiği bir fay hattı
Ne de olsa kırılgandı mizacı toprağın
İnsan ki topraktan gelen ve toprağa
giden:
Çekendi toprak
Topak topak olmuş aşk ve hasret
İnzivaya çekilse şair ne ki?
İçinde doğan şiirden çekmedikçe elini
Ötesinde
Mevla’sına sadık ve âşık bir nefer
Kâinatın yol haritasında
Yoldan çıkan ruhlara dahi ışık tutan
Şiarı ne ölüm ne öfke ne hüzün
Sancağı dikili aşkın kıblesine
Selam veren rüzgârın atmışken benzi
Bereketliydi aşk ve yürek…
Koruk sözcükler
Körüklerken hazanı
Çöpsüz üzüm misali
Sevdikçe şair
Yiten giden hüzün heyben
Dercesine maneviyatın rüzgârı
Durulmak ne ki kıyamet öncesi?
Dümeni kırdı mı insan Rabbine
Dumanı tüten bir soba gibi
Aşkın ısıttığı her lahza her hece her
Besmele
Katıksız sunduğu maruzatı Rabbine
İnancın koru ve közü
Özüne sadık bir güfte adeta
Hicreti aşkın
Himayesinde İlahi varlığın
Ve işte açılan o kilitli çekmece…
Elbet yitmeden zaman
Uykuya dalmadan vicdan
Uyumsuz addedilse de derviş yürekli
seyyah
Meddücezrin asaletinde
Yer gök susmuşken
Bu İlahi Ateşin gücüne yenik düşen kâfirin
Beynamaz gölgelerin de soyu
tükenmişken
Sabırdı ve şükür tüm görkemiyle
kötülüğe set çeken
Yanan ruhun ve kıblenin
Emsalsiz gücü İlahi Aşk ile dillenen.