1
Hangi renktin ve hangi coşkunun
muadili idi varlığın?
Ket vuran yalnızlığın kıyılarında
dolunayın ışığı sense sessizliğin güftesini yazmıştın şiir diye niyetlendiğin
yetmezmiş gibi şiar edindiğin ne çok acı geçirdin sırtına, sen şair ve
sessizlik illa ki tırmalarken göğsünü maviden mintanını gecenin sıyırdın
atıverdin üstünden ne de olsa…
Ah, ne de olsa istismar edilmiş
duygularını hecelediğin kadar hüküm giymiştin şiirlerin coğrafyasında tükenen
miydi yoksa iç sesin hani devasa kehanetlerle yıpranmış hayaletlerin izini
sürdüğün hangi ketum varlığının yarıladığı ömrün bilmem kaçıncı perdesiydi
kapanan sense çoktan kapaklanmıştın aşkın şeriatı kumsalın hicretinde
tapındığın sadece Rabbin ve teyakkuzda yüreğin defalarca acı sızdıran sense…
Sızlanmadan yaşıyordun ve külfet
bildiğin değildi sevgi.
Sen ki; semazen gölgenle yâd ettiğin
mazinden ne kadar çekmiş olsan da elini ister istemez kayandı elinden hüzün
batağında semiren hazan yaprakların uçuşan kayrasına ektiğin hüzün tanelerini
şiir niyetine biçerken…
İstikrarsızdı insanlar ve
nemalandığın nice yıkım nice yitim.
Göğün kavruk teninde s/üzülen gecenin
feri…
Fendi mi yoksa mevsimin…
Ah, firari rüzgâr.
Ah, çapkın dolunay.
Mehtabın sevecen varlığı ve sen, o
sefil yıldız addedilen varlığınla nasıl da sevmiştin içten ve derinden.
Kundaklanmıştı bir kez sözcükler ve
kefede saklı değildi adalet.
Kefen bezinde saklı bir iç cep adeta
içine sızdığın beyazın süregelen saltanatı ve sen alnının akıyla yaşarken
mağlup çıktığın o savaş iyi de adı hayat olan bir düzenekte hapsolduğun ve sen
bunu mutluluk diye resmetmiştin bir ömür.
O hengâme.
Düşeş gelen her geceden sökün eden
yalnız ve yorgun nidaların.
Ne de olsa düşmez kalkmaz bir Allah
ve sen sadece O’ndan istemişken ve Rabbin sana nuru ve rahmeti yağdırırken.
Masum bir gülüştü yüreğinin hicreti
hele ki Allah rızası için başını koyduğun o yol ve önüne çekilen setler. Rest
çekenlerse illa ki insanlardı hani, yüreğinde saklı tuttuğun şafağın atarken
şafağı ve şakağına dayadığın kalemin elbet kalbinin ritmine yenik düştüğün ve
serkeş bir rüzgardan öte tınısı ve tanısı belirsiz esintisi arkandan hicap
yüklü serzenişlerle ismini telaffuz edenler asla hak etmediğin sıfatlardan da
düşen payına…
Başın dikti lakin.
Başın sadece eğik Rabbinin huzuruna
çıktığında.
Bir yitim addedilen ömründen sökün
eden kareler hele ki bir film şeridi gibi gözünün önünden geçen hayatın en çok
da masumiyetini zikrettiğin çocuk kalbinle sevip seveceğin daha ne mi kalmıştı?
Çok şey elbet ve inhisarında yetim
mizacının, manen doyduğun daha da fazlasını saklayabilecektin madem yüreğinde
ne çıkardı matem diye adı çıkmışsa mabedinin?
Hazansa iş başında hüzün duraklarında
yeltendiğinse sadece geleceğin aydınlığına baş koyduğun öyle ki gecenin
karanlığında dahi tetiklediğin şunca sözcüğün rozeti idi belki de gözünün yanıp
sönen feri ve kırbaçlandıkça acıların kılcal damarlarında kaleminin, biliyordun
işte hüzünlü kalbini en çok sevenin kim olduğunu…
Hatırşinas idi evren.
Hatırına bunca hayalinin öyle ki asla
ç/alıntı olmayan düşlerinde düşüp kalsan da ansızın ve düşmez iken gözünden
rahmetin ve nemalandığın düşsel bir teyakkuzda hasretini çektiğin.
Miadı dolan neyse umurunda değilken
oysaki sen hala dününe sadık sahip çıkarken acına ve acısını çıkardığın hüzün
yüklü mevsimin kim bilir kaç mevsim daha karambole gidecekti eğer ki vazgeçmeyi
kafana koymuşken sen.
Vaaz verendi zaman.
Vaktin dolmadan ve de.
Kıyıldığın neydi hem sen bir ömür
kıyama durmuşken…
Rüzgâr susmuştu acına duyduğu
saygıyla.
Sense saygı duruşunda bulundun göçüp
gidenlerin ardından.
Pervane misali dönendiğin.
Pazen yüreğinde seken bir kurşundan
da öte…
Ötelendiğin kadar da ötenazi yaptığın
bunca kindar gölgenin ruhsatı şeytanda iken sen sadece inancına ve sevgine
sadık ve de sahip çıkmışken illa ki sana sahip çıkanla zaten yoluna devam
etmeye ant içmiştin.
Müzmin miydi sahi yorgunluğun?
Kat izi mi saf varlığının.
Semazen yüreğin ve şimendiferi
hüsranın.
Kat çıktığın kadar inancına varsın
ket vurulsundu yoluna.
Hasretin bilançosu iken bunca duygu
ve hüsranın baş şehri kaleminle nükseden her hece ve hicvinde dünün ve de
tanıklığında kaderin ve işte varlığınla örtüşen ve ötüşen iç sesinle beylik de
değilken yaşadıkların ve içinden geçenler her halükarda nöbetini de devretmedin
arkandan gelenlere ve manidar mizacı ile kaderin yolun bir kez kesişmişti madem
itikadın gücünde doğmak yeniden bahşedilendi sana hele ki askıya aldığın hayal
kırıklarından inşa ettiğin o tek kişilik kulüben elbet senin sırça köşkünde
üstelik Allah katında bir kez daha izin çıkmışken sana.
Yalnızlığın saltanatını sürdüğün ne
ki peşi sıra sürüklendiğin aşkın coğrafyasında sen hala masum kalmayı
başarmışken…