KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
semazen.net
45 sene; 2340 hafta, 16380
gün ediyordu. Her gün yazdım ve hala yazıyorum. Yani 16380 sayfa yazı oldu.
Haydi bunun Pazarlarını çıkaralım, arada sırada yazamadığım günleri göz önüne
almayalım, bayramları, hastalıkları, tatile gittiğimde köşemi boş bıraktığım
zamanları da düşünürsek yuvarlak olarak 16.000 sayfa yazı eder. Nereden baksak 200 sayfalık kitaptan 80 tane
kitap eder.
Gönül dostlarıyla yüz yüze
yaptığımız çay sohbetleri, imza günlerinde okurlarım ve öğrencilerimle
yaptığımız söyleşiler, okullara davet edilerek icra ettiğimiz; “Öğrenci/Yazar
buluşmaları”, televizyon ve radyo konuşmalarımız kitap olmalı.
İşte bu düşünceden;
“YAŞADIKÇA” isimli bir kitap meydana geldi. Neden bu ismi verdim? Tabii başka
isimler de verebilirdim. Ama en sıcak ve bana en yakın gelen ve de hepimizi
ilgilendiren hayat serüveni içinde yaşadıklarımız, gördüklerimiz,
denediklerimiz, “keşke” dediklerimiz, pişman olduklarımız, acısıyla tatlısıyla,
iyisi ve kötüsüyle geçtiğimiz zaman köprüsünden geçmişe bakıp hayıflandığımız,
“eyvah” ettiğimiz, bir yaşanmışlıktır.
Her insan bunu yaşamaktadır.
Her canda mutlaka bir hayat tecrübesi mevcuttur. Hayatı tecrübe etmeyen,
hayattan ders çıkarmayan veya ders çıkarmayı bilmeyenlerin hayatta söyleyecek
sözleri olamaz. Bir eli yağda, bir eli balda olanlar, aklını terletmeyenler,
emek vermeyenler, aklını kullanmayanlar, düşünce geliştirmeyip aklını kiraya
verenler…insanlığa ve ülkelerine hizmet etme güzelliğinden mahrumdur.
Yazmak, dünyanın en mutluluk
veren işi. Eli kalem tutan, okumayı beceren herkesin mutlaka yazması gerekir.
Hele mesleği “Öğretmen” olanların yazmadan kaçması düşünülemez. Yazmak için
okumak şarttır. Okumayan yazamaz.
“Okumadan alim, yazmadan katip” diye bir söz
var. Evet gerçekten okumadan bilgi sahibi olunmaz. Yazıya dökmeden de bir
şeyleri yazdım diyemezsiniz. Bu yüzden ilk emir; “Oku” olmuştur. Okumayı sadece
kitap olarak düşünemeyiz.
“Çok gezen mi bilir? Çok
okuyan mı?” diye de güzel sözümüz var. Aslında gezerek, görerek, dokunarak,
sorarak, yaşayarak… bilgi sahibi olmak güzeldir.
Hayat bir değirmen, öğütür
insanı zaman içinde. Ömür bir süreç, terbiye eder insanı an içinde. Biz farkına
varmayız, varamayız belki ama eninde sonunda insan, adeta tornadan çıkmış bir
nesne gibi dümdüz olur.
Zaman, bazen bize keşkeleri
söyletir. Bazen pişmanlıkları oynarız, bazen de kılımız kıpırdamaz. İlkeler
açık, mesela; “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”, “Niçin
yapmadığınızı söylersiniz?”, “Niçin düşünmezsiniz?”, “Sizin duanız olmasa,
Allah size ne diye değer versin?”, “Başkasının tanrısına sövmeyin ki, o da
sizin Allah’ınıza sövmesin”, “Senin dinin sana, benim dinim bana”…
Yaşadıkça
Kıldan
ince kılıçtan keskin, hayat imtihan,
Doğan
girer, ölen çıkar iki kapılı han,
Değiştirilemez
hiç el ele verse cihan,
Yaşadıkça
her zaman ellerine dikkat et!
Aldatmasın
kimseyi menfaati dünyanın,
Canlara
zehir olur şatafatı dünyanın,
Sabun
köpüğü gibi, saltanatı dünyanın,
Yaşadıkça
her daim, hallerine dikkat et!
Yalan
yanlış konuşma, karşına çıkar her an,
Sen
kimseyi incitme, incinmesin tek insan,
Kalp
gözünle iyi bak, üzülmesin hiç bir can,
Yaşadıkça
dünyada dillerine dikkat et!
İyi yapış
şaşırma sırat-ı müstakimden,
İntikama
uğrama, Hüda-i müntekimden,
Ne gelirse
yanlıştır, Allah dışında kimden,
Yaşadıkça
alemde yollarına dikkat et!
Havaleci olmamak, işleri
başkalarına havale etmemek, kendi göbeğimizi kendimiz kesmek, kendi işimizi
kendimiz görmek durumundayız. Armudun sapı, üzümün çöpü demeden hayat okulunda
başarıya imza atmak zorundayız.
Hayata meydan okuyamayız hiç
birimiz. Hayatın ilkelerine uymak, o ilkelere sıkı sıkı sarılmak
mecburiyetindeyiz. Hayatın işleyişine müdahale ettiğimiz zaman ne mi olur? Doğa
kirlenir, çevre bozulur, düzensizlik hakim olur. Dahası; Rabbimin işine
karışmak gibi bir aymazlığın içine gireriz ki, sonuç felakettir.
Hayat
mı dediniz? Hayatın tarifini; google'da bulamazsınız, ansiklopediler sadece
hayatın tarifini yapar.
Hayat;
Face book'tan mesaj atmaktan, mesajlaşmaktan, geyik sohbeti yapmaktan ibaret de
değildir.
İnternette;
çetleşmek değildir hayat. Hiç tanımadığınız, bilmediğiniz, huyundan, suyundan
haberdar olmadığınız, hırlı mı? Hırsız mı? Ahlaklı mı? Ahlaksız mı?...hakkında
her hangi bir bilgiye sahip olmadığınız, tabir yerindeyse dibi görünmedik
kaptan su içmek gibi ne idüğü belirsizlerle sanal arkadaşlık yapmak da değildir
hayat.
Hele
akıllı telefonların ekranında hiç göremezsiniz hayat denen zaman yokuşunu!
Akıllı telefon deyince aklıma geldi. Aslında hiç aklımdan çıkmıyor, hatta hiç
unutamıyorum; neyi mi unutamıyorum? Söyleyeyim; insanımız, o kadar benimsemiş
ki akıllı telefonu, yolda giderken, otobüste, trende, tramvayda, dolmuşta,
parkta, bahçede, yaya yürürken, araba kullanırken, evde, misafirlikte,
camide…kimsenin başı dik değil. Hepsi telefona boyun eğmiş! Kimse; yanındakini,
önündekini, sağındakini, solundakini görmüyor! Telefona bakacağım, internette
gezineceğim diye ağaca ve araca çarpanları görürsünüz.