2007 yılında işe başladığımda yepyeni bir dünya ile karşılaşmıştım. Doğduğu ilden başka bir ilde iş hayatına atılan her insanın karşılaşacağı türden bir dünya bahsettiğim. Biz insanlar dünyayı yalnızca doğduğumuz yerden ibaret zannediyoruz. Hâlbuki gerçek bu değil. Günümüz teknolojik dünyasında dünya üzerinde Türkiye küçük bir yerleşim birimi gibi gözüküyor olsa da içerisinde ne kadar çok kültür barındırıyor inanamazsınız. Yani anlatmak istediğim dünya kesinlikle ve kesinlikle eminim ki doğduğumuz yerden ibaret değil. Ama ben 2007 yılına kadar böyle zannediyordum.

 

Doğdukları yerde ölenlerin öyküsünü beğendiğim bir şarkı da gayet acıklı bir şekilde duymuş ve hissetmiştim. Ama doğduğum yerden dışarı çıkana kadar ne bahsedildiği hakkında bir fikrim yoktu. Ben ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi doğduğum yerde tamamladım. Yalnızca askerlik için il dışına çıktım. O da kısa dönemdi, sonuçta askerdim ve gurbet denilen şeyden hiçbir şey anlamadım. Askerden sonra da doğduğum yerde çalıştım. Ta ki 2007 yılına kadar. 2007 yılında doğduğum yerden epeyce uzak bir yerde çalışacaktım. Bu benim için ilk başlarda oldukça korkutucuydu ama bir o kadar da heyecanlıydım.  Ailemden ayrılıp otobüse bindiğimde içim içime sığmıyordu. Aslına bakarsanız hep böyle bir seyahat hayal ederdim. O meşhur şarkıyı mırıldanırdım sık sık; ‘’Gurbete kaçacağım, o lacivert ülkeye…’’ belki kaçmamıştım ama yine de gurbetteydim yani o lacivert ülkede. Yaşam tarzım bütünüyle değişmişti. Yeni insanlarla tanışmıştım. Aslında şanslıydım. Belki de şanslı olduğuma inanmak istiyordum. Ama gurbet dediğim bu yerin insanları benim doğduğum yerde yaşayan insanlardan daha misafirperverdi. Bende çok sevdim bu insanları.

 

Bu yeni yer ise düşündüğümden daha farklı bir kültüre sahipti. Ben bu kadarını elbette ki beklemiyordum. Yani en fazla şive farklılığı olur diye düşünüyordum. Ama elbette durum benim düşündüğüm gibi değildi. Bu farklılık ayrım anlamında negatif bir farklılık da değildi elbette. Bu bir kültür meselesiydi. Farklı bir şivenin yanında, farklı bir yaşam tarzı, farklı bir düşünce tarzıydı karşılaştığım. Ufkum genişledi gerçekten. İlk başlarda alışmakta güçlük çeksem de yavaş yavaş alıştım ve bağlandım.  Yemeklerinden, evlerinden, giysilerinden, eğlenme biçimlerinden, üzüntülerinden, düğünlerinden, yaslarından tutun da her şeyiyle bambaşka bir dünya karşımdaydı. Bu benim için oldukça farklı bir durumdu. Şimdilerde tek dileğim ise ömrümün geri kalanını ülkemin değişik illerini gezerek geçirebilmek, her ne kadar bunun imkânsız olduğunu bilsem de.

 

İşim dolayıyla (ki bu yüzden işimi çok seviyorum) eğer bir yere gitmişsem o yerin tüm köylerini dolaşıyorum. Yani ayak basmadığım yeri kalmıyor görev yerimin. Böylelikle gezmek için gelmiş olan bir turistten daha çok şey öğreniyor ve daha çok insan tanıyorum. Bu o yerin kültürünü daha iyi kavramama neden oluyor. Bunun için işime minnettarım. Bu şekilde bir uğraşınız yoksa doğduğunuz yeri bile benim kadar çok tanıyamazsınız. Bunu nerden mi biliyorum? Benim Konya’lı olup ta Hz. Mevlana’nın türbesini görmemiş birçok arkadaşım var.

 

2007 yılında göreve başladığımda yine görev yaptığım köylerden birinde geziyordum. İşim arazi üzerinde. Tepenin birinde gezinirken bir yaşlı amca ile tanıştım. Amca eşeğine binmiş geziyordu, çiftçiydi. Amcanın ismini vermeyeceğim. Fotoğraflarını bile çektim amcanın. İş dolayısıyla bana kızmıştı amca. Ama ben amcanın bu halini şirin bulmuş ve kendisine kızmamış sempati duymuştum. Bir hayli konuştuk sağdan soldan. Yine aynı yıl içerisinde birkaç kez gördüm amcayı. Birinde çocuklarıyla birlikte köye ev yapıyordu. Birinde yine eşeğinin üzerinde tarlasına gidiyordu. Bu amca benim görev yaptığım yerde bir köyde yaşıyordu. O köyde doğmuş ve ömrü boyunca o köyde yaşamıştı.

 

Şimdi 2010 yılındayız. Ben 2007 yılından beri birçok şey yaşadım. Aşık oldum, evlendim, çocuğum oldu. Hatta hastalandım, hastanede yattım. Üzüldüm, sevindim ve birçok şey yaşadım. Bu arada bu yere oldukça bağlandım. Geçenlerde bu amcanın olduğu köye tekrar gittim. Amcayla pek aramız yoktu ama yine de gözlerim amcayı aradı. Bir bahanesini bulup köy muhtarına sordum amcayı. 2008 yılında ölmüştü amca. Kendisini bir iki kez görmüş olsam da acısını derinden hissettim amcanın. Derin bir sessizliğe büründüm. Dokunsanız ağlayacak bir haldeydim. İş icabı amca ile karşılaştığımız tepeden geçtik. Aklıma geldi amca. Eşeğinin üzerindeki o günü bugünmüş gibi hatırlıyordum. Epeyce duygulandım. Oysa ben nerdeydim amca neredeydi? Eğer görev icabı gelmeseydim bu köye belki de hiç karşılaşmayacaktık bu amcayla. Ama yine de acısını derinden hissettim. Bir zamanlar yaşadığı köyde artık unutulmuş olsa da ben unutmadım bu sevimli ihtiyarı.

 

Yalan dünya dedikleri bu olsa gerek. Bu bahsettiğim amcanın ölümü beni düşünmeye sevk etti.  Bu amca dünyadaki milyarlarca insanın tanımadığı ve bilmediği bir köyde yaşadı. Bu köyde doğdu, bu köyde geçirdi çocukluğunu, bu köyde aşık oldu, bu köyde evlendi. Bu köyde çocukları oldu. Bu köyde kaybetti annesini babasını ve bu köyde doğdu torunları. Bu köyde ev yaptı kendine içinde oturmak için.  Sevindi, üzüldü, hastalandı. Kendi hayalleri, beklentileri ve umutları vardı. Duyduğuma göre çocukları için yaptığı evin içinde uyumak bile nasip olmadı kendine. Belki iyi bir adamdı, belki de kötü bir adamdı. Belki çok gaddardı, belki de çok cimri, bilmiyorum. Zaten bunlarla da ilgilenmiyorum. Benim ilgilendiğim o yaşlı amcanın yalnızca insan olduğu. İnsan gibi yaşayıp, insan gibi öldüğü.  Şimdi toprağın altında o amca ve zamanla unutulup gidecek, kendinden öncekilerin unutulduğu gibi. Kimse hatırlamıyor olsa da şimdi, bende ayrı yeri o amcanın. 

 

Doğduğum yerden hiç çıkmasaydım dışarı ne o amcayı tanıyacak ne de o amca için üzülecek ne de bu yazıyı yazacaktım. Ama şimdi dışarı çıktığım için, yeni insanları tanıdığım için, yeni insanlar için yeni duygular yaşadığım için oldukça memnunum hayatımdan, üzülsem de kaybettiklerime. Bende günün birinde öleceğim. Ama doğduğum yerde mi ölürüm bilmiyorum, doğduğum yere mi gömülürüm hiçbir fikrim yok. Zaten umursamıyorum da o kadar. Ama şunu söyleyebilirim kendim hakkında;

 

‘’Uslan artık uslan gönlüm, görmedin mi geldi ölüm…’’

 

 

( Yeni Dünyada Eski Duygularla Flört Etmenin Yansımaları başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 9.08.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.