...dilimi ısırıp öylece susmak harcım değil biliyorsun!
tenhalarda zarifce ölebilirim adını söylerken
sonra unutuluruz, sonra unutursun, belki unuturum da
sonra;
eski bir yara buluruz, iyileştiririz önce sevinç verip, sonra tuz basarız keder için....
--------------------------------------------------------------------------------
’ - Böyle devam edemeyiz
- Neye devam edemeyiz?
- Beraber olmamaya... ’
(La Fille Sur Le Pont)
.................................................
/eskiden gidenlere yas tutanlar vardı
ve kalanlar ezgiler kadar yitikti/
bir kadın bıkmadan yaralarını sarıyordu ’zaman(l)a’
yara iyileşmiyordu umarsız ve çıkarcıydı
merhem olmuyordu ’an’, ’acı’ mikrop kapıyordu
hıçkırarak tuz basıyordu adam, kadın ’umut’ üflüyordu sızıya...
ben seni öldüre öldüre bitiremiyordum örneğin
incecik bir yağmura tutulup saklanırken
üşümüş bir kedi gibi saçakların altına
melul bir akşam iniyor, deviniyordu üzerime
anlıyordun gözlerime inince adın; s/avunmasızdım
anlıyordum bakınca gözlerinin içine çaresizliğini
adın; s/ayıkladığım yarım bir düş oluyordu, irkiliyordum
geliyordun, susuyordun, gidiyordun, yine susuyordun
günler geçiyordu; kalabalık yalnızlığımızı çiğneye çiğneye
bana hayıflanmak yaraşıyordu, sana en çok sevilmek…
‘memleket gözlüm’ diyordun eskiden
’gözlerinde memleketimi kucakladığım kadın!’
’memleketimde gözlerini gördü(ğ)üm adam!’ diyordum ben...
sen vatanım oluyordun, ben uzak ülkedeki gurbetçin
iklim ve zaman ayrımında yitiriyordum ellerini...
soluduğum nefes azalıyordu giderken sen
ve ıskalıyordu beni umut, düşerken saklı bahçemden
baş kaldıramamanın çaresizliğiyle can çekişiyorduk
yığınla karmaşanın orta yerinde, sayıkladığın şimdi bir tek kadın!
söylesene; kaç ölüm ediyordu zikredince adın ?
...
fulya/şubat2011