SEVGİMİZE GÖLGE DÜŞTÜ
 
Bugünden sonrası karanlık... Hep yarına erteledik yapacaklarımızı. Buğulu camların ardından göremediğimiz yarınlarımıza sükut ile bir sünger çektik. Ve özlemlerimizi yüreklerimize gömdük. Utangaç gözlerimizle aralamaya çalıştığımız sır perdeleri, gözlerimizle beraber bütün bedenimizi örten ve bize her şeyi karanlık eden mezarımız oldu.

Boğazlarına kadar toprağa gömülen taşlar kadar bile olamadık. Onlar gömüldükleri yerde yeşeriyor, çepeçevre otların yeşilliğine boğuluyorlardı. Böceklere, gözle göremediğimiz nice hayvanata vatan oluyorlardı. Ya biz... Yaşadığımız yerde problem, öldüğümüz yerde pis kokular saçan leş oluyorduk. Kutsal ölümle ölenler belki yeryüzünü rayihalara boğarak ferahlatıyorlardı. Ya gerisi...

Buruk yüreklerimizle gözlerimizi semaya açtığımızda, haber uçuran kuşların dillerindeki sevgi terennümüne şahit olduk. Onlar hala sevgileri ve sevdaları adına besteledikleri şarkılarla yaşıyorlardı.

Biz sevgi kavramına gölge düşüreli kaç zaman olmuştu bilmem; tek düze bir yaşama, heyecansız geçen günlerin sevgisiz topraklarına açmıştık çadırımızı. Bizimle beraber yaşayan insanların da dudaklarında hayat uçmuştu. Dokunsan ağlayacak halimizle kime sevinç dağıtacağımızı zannediyorduk?

Başımızın ucunda sessizce yürüyen ve bir imparatorluk kurma gibi sinsi ve gizli emeller peşinde koşan adsız kahramanlar değil miydi biricik katığımız olan sevgimizi solduranlar... Onlar değiller miydi sevgiyi paçavraya çevirip eskitenler?

Bizi hayata bağlayan bağlarımız vardı, her biri sevgiyle derilmiş... O bağlar olmazsa hayat zindan olurdu. Sevgi kulpundan tutarak aldığımız bu gıdanın hayatımıza kattığı renkle yüceldik. Bu sevgiyle büyüdük, çoğaldık ve yayıldık. Bizi cennete taşıyacak olan da bu sevgide gizli olan anlamdı. Birin etrafında birleşmek, bilenmek ve vahdet şuuru... Sevgi zemininde gerçekleşebilirdi bütün bu güzellikler.

Adına "nefis" dediğimiz düşmanı taşıyorduk içimizde. Damarlarımızda kanımızla beraber dolaşıyor, vücudumuzu baştan başa geziyordu. Anlam veremediğimiz, kabul edemediğimiz düşünceleri ilke edinenler, içimizdeki düşmanla ortaklık kurduğunda, savaşı her an kaybetme korkusu sindi içimize. Kendi kendimizle barışık değildik. Kendi içimizde güçlü değildik.

Şu uçsuz-bucaksız yeryüzünde ve gökyüzünde bir şeyleri seviyor ve onlara değer veriyorsak, "bir olan" aşkına seviyor ve değer veriyoruz. Bunun böyle olduğu zamanlarda başımız bulutlara değecek kadar yüceydik. Biz bu ayarı kaybedeli küçüldük, cüceleştik. Biz bu ölçüyü içimizde büyüttüğümüz nefsimizle olan savaşımızda kaçırdık. Bizi yorgun düşüren sebeplerimiz vardı.

Sevgi, kanadı kırılmış bir kuş gibiydi yüreklerde. Zaman zaman uçuş denemeleri yapsa da nafile... Uçamayacağı belliydi. Gözyaşı ile doyurulmamış bir sevgi, pazardan alınmış bir bebekti olsa olsa. O günlerde pazarlarda satılan oyuncak bebeklere ilgi büyüktü.

Yüreklerinde sevgileri bitenler, bitmişti. Kendilerini bir damla sudan yaratanı değil, benliklerine gömüp gizledikleri "nefis" canavarını sevenler de bitmişti. İğreti sevgilerle avunanlar mutlu olamazlardı. Kendileriyle ihtilaflıydılar. Bitmek tükenmek bilmeyen bir iç hesaplaşmanın içindeydiler.

Sevgi iklimi, iklimlerin en güzeli... Onun yeşerdiği gönüllerde mutluluk, kök salmış, dallanıp budaklanmış bir ağacın adıydı. Ağaç, sevgi zemininde hayatta kalabiliyordu. Sevgileri olmayanlar, mutlu olamazlardı. Onun duygu duygu yayıldığı yürekte ve bedende "nefis"; teslim bayrağı çekmiş bir mahkumdur. "Nefis"; kendisine iltifat edilmeyen, yüzüne bile bakılmayan zanlı, hapsedilip terbiye edilmesi gereken suçluydu.

Güneşin hakim olduğu güne hücum eden bulutlar, havayı kararttı. Sevgimize gölge düştü. Nefsimize yenildik. Derken içimizde mantar gibi biten iğreti sevgiler belirdi. Ham sevgiler... Dünyaya ve dünyalığa ait sevgiler... Aslında sevgi bile değildi. Tutku... Arzularımıza ulaşalım derken, ulaşmak istediklerimiz amaç halini aldı. Tutkularımız, nefsimizden aldığımız güçle bizi hatalara bulaştırdı.

Sevgimiz uğruna yaşadığımız zamanlar, mutluyduk. Kişi, bir kere niçin yaşadığını bilmeli. Kimin için, ne için yaşadığımızı unutalı mutluluk, Kaf dağının ardına saklanmış bir kaçak...

Dışımızdaki düşmanımız, içimizdeki düşmanla şimdi ortak. Nefsimizin meylettiklerini bir düşünün. Sevgimizi nasıl yitirdiğimizi. Birbirini takip eden günlerde iyiden iyiye zayıfladık. Beş vakit olan miracımızda kendimizi bir taşla bağlı olduğundan uçamayan bir kuş gibi görüyoruz. Bir şeyler bizi yere, yeryüzüne bağladı. Dualarımız bizi uçurmuyor. Ayaklarımız eşten, çocuktan, maldan yere çivili. Bizim değil bu ayaklar. Bu avuçlar, bu eller, bu beden esir olmuş bir şeylere. Damarlarımızda kanımızla beraber dolaşan saptırıcının izleri var, bizim zannettiğimiz her şeyimizde. Aman Allah'ım! Biz ne yapmışız? Sevgimizi yitireli, sevdamıza adadığımız sözlerimizin heybeti nerede? Nerede o heyecan ve coşku?!..

Kitabımızdan hayatımıza indirdiğimiz ayetlerle yaşamımızı zenginleştirdiğimiz günlerde, nefsimizin efendisi bizdik. Nefse efendiliği kaptırınca için için ağlayan ayetler, yüzüstü bırakılmış sureler kaldı geride.

Yüreğimizde büyüttüğümüz tutkularımız, iman ettiğimiz değerlerimizle aramızda kalın bir duvar ördü. Zar zor duyabildiğimiz ezanlar yanımızdaki çekiciliğini kaybetme yolunda. Yolumuzu yol bilenlerin feryatları, kulaklarımıza zor yetişiyor. Kardeşlerimizi duyamayacak kadar hislerimiz köreldi.

Yarınlara sakladığımız, en mahrem ve gözden ırak köşelere gizlediğimiz arzularımız, bir dokunuşla su yüzüne çıktı. Öldürememiştik. Saklamıştık sadece. Zayıf anımızda beliriverdiler bir bir. Müzik tutkumuz, moda hevesimiz, konfor hasreti, dünyalık adına ne varsa... Meğer saklamıştık, bastırmıştık bir taraflara. Nefisle olan savaşı kaybedince, maskemiz düştü.

Hani itaat edecektik, iman ettiğimiz düsturlara. Kitabımız ışık tutacaktı bize ve emrolunduğumuz gibi dosdoğru olacaktık.

Hani göz yaşlarımız?.. Yanaklarımızı yalayıp yere düştüklerinde, düştükleri yerde laleler yeşerten göz yaşlarımız... Hani biz olacaktık. Benzemeyecektik başkalarına.

Rüyalarımızda görmek isterdik Resulü. Onun için bin bir dua ile yatardık yatağımıza. Yatağımızda bir tesbihimiz bulunurdu, her uyanışta çekmek için. Sevgimiz aydınlatırdı odamızı. Aşkımız bizi mi'raclara taşırdı.

Ne oldu bize? Savaşı nerede kaybettik? Kendimizi nerede unuttuk?

Kavramlar bir bir gömlek değiştirdi. İçini dolduramadığımız kavramları çerçeveledik hayat duvarımıza.

Dönüş vakti geldi. Sevgi yuvamıza ve özümüze dönüş için henüz geç kalmış değiliz. Ayağımıza geçirilen, bileklerimize giydirilen nefse esaret zincirlerini kırma zamanı... Harabeye dönen yüreklerimizi sevgi iklimiyle ilkbahara dönüştürme ve özlemini duyduğumuz saadet günlerine geri dönme isteğiyle dopdoluyuz. Bu isteğimiz yüreğimizde sönüp gitmeden ilk adımı atmanın zamanı. Bu istekle yanıp tutuşanlara selam olsun!

( Sevgimize Gölge Düştü başlıklı yazı Nihat Öner tarafından 9.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu