Yüreğinden Gelen Sesi Dinle

Nihat Öner

             Yaşadığımız olaylar, yaptıklarımızın karşılığıdır dersek yeridir. Düşüncelerimiz, söylemlerimiz neyse, tanık olduklarımız da onun uzantılarıdır. Bunu bireysel anlamda da, toplumsal anlamda da söylemek mümkündür.

            İçinde bulunduğumuz dünyanın ruhlara ulviyet bahşeden ve duygulara güzellik kazandıran, sükûnet atmosferine kavuşturan zenginlikleri karşısında şükürsüz bir hayat yaşadığımızı düşünüyorum. Dallarını ta yerlere kadar gerip başıyla secdeye giden ağaçların, yapraklarındaki müzikal seslerle şükrü ifa etmeye çalıştıklarını gördüğümde derin bir ürpertiyle sarsılıyorum.

           Kuşlar; ahenk içinde çıkardıkları seslerle insanı adeta büyülüyorlar. Gökyüzüne her sabah tırmanan, her akşam dayadığı yıkılmaz merdivenlerle inen güneş, kendisine çizilen yolda yürüyor. Sazlıklarda bağrışan kurbağalar, böcekler ve balıklar yaptıkları ibadetlerin izlerini taşıyorlar. Tek ağızdan, yaşadıkları çevreyi bambaşka bir hayata boğmaktadırlar. Şükrün gereği de bu olsa gerek.

           İnsanlara dönüp baktığımda ise ruhları karartan ve insanı talihsiz elemlere gark eden nahoş manzaralar hâkim. Bir debdebe, meçhul bir gidiş, kaygılarla dolu bir yaşam ve huzursuzluklar...

          Sürtüşmeler, ırmakları kan rengine dönüştüren isimsiz kavgalar, dudaklardan dökülen kelimeler... Kavgayı kızıştıran damlalar sanki. Ruh   bedene, beden ruha asi. Gözlerden  alev alev sıçrayan ateşlerden bir demet öfke. Kan kaybeden yüreklerde esen sam yeli.

         Yaptıklarımızdan haberdar mıyız? Bir gün boyunca neler işlediğimizi bir düşünelim. Bir ömür boyu, bir bir düşünelim. Bir günü bir ömür boyu düşünelim. Bir günün hesabını nasıl ödeyeceğimizi... Ya bütün ömrün hesabı?..

          Fert olarak iyi bir İslami yaşantıya sahip olduğumuzu, ağaçları, çiçekleri ve böcekleri kıskandıracak boyutta kullukla iç içe olduğumuzu iddia edebiliriz. Ama toplumumuzu bu yola iletmeye çalışmıyorsak, bu güzelliği onlara da taşımayı ve bu güzel dünyanın sakinleri kılmayı düşünmüyorsak, bencilliğimizin kurbanıyızdır.

        Kurtulduğumuzu zannettiğimiz anda kurtuluştan ne kadar ırak olduğumuz hatırlatılır ve kaybedenlerden oluruz.

        Top yekün kullukta terakki etmek, yükselip yücelmek ve böylece alnımızda beliren kara lekeleri silmenin mücadelesini vermek zorundayız.

        Ah ederek yanan ve yakınan yüreklerimizdeki bir sese kulak verelim hele;

Kendini ululayıp kibirlenen ey insan!
Yüreğin senden değil, sadece seninledir.
Sen bunca hatalarla yüreğini karartan!
Tek başına değilsin, bir toplum seninledir.

           Yüreğinin sesine kulak veren her insan, önünü karartan kara bulutları dağıtıp güneşin aydınlığında yol yürüyebilir. Güneşi başının üzerine koyduğu halde, gözlerini kapatıp dünyayı kendilerine zindan eden insanlar da var. Eğer yüreği varsa o insanın, gözleri görmüyorsa bile, kalbinin gözleriyle yolunu bulabilir. Ama bunun için de çok hassas kulaklara ihtiyacı vardır. Sadece ve sadece "o sese" ayarlıysa kulaklar, kutlu mesajı hissederek duyarak alır ve yürür cennetine.

         Yalnız başımıza değiliz. Bir toplumla iç içeyiz. Yokuşlarda kaybolduğumuzda kaybolan sadece biz değil, bir toplumla beraber hepimiziz. Karanlık da, aydınlık da hepimizin kaderi oluverir.

        Ayaklarımızla yere bastığımızda, ayaklarımızı bastığımız zeminin kayacak gibi olduğunu hissederiz. Yaptığımız işin sağlamca olmadığını, yolumuzun yanlış olduğunu düşünürüz. Bu durumda en makul iş, geri dönüştür. Ama inadımız bizi o yola doğru sürükler durur. Uçurumun başına geldiğimizde boşluğa atılmaktan başka çaremiz kalmamıştır. O ise sonu ölüm olan bir eylemdir. Onurla  ilintisi olmayan, kutsallıkla bağdaşmayan.

        Yüreklerimizden gelen ses, kulak patlatırcasınadır aslında. İnadın ve isyanın kaba gürültüsü o sesi bastırmıştır. O sesle birlikte yükselip onu bastırmış ve kişiyi esir almıştır. Bu esaret, anlamsız bir yaşamın bedelidir. İman edilen değerlerde basiretsizce yapılan tercihlerin kurbanı olmuştur nefis. Kulluk limitinden çıkılmış, yaşanılan hayatın karanlık girdaplarında boğularak can vermiştir artık. Böylece o; "kutlu sesi ve mesajı" duyamayacak kadar sağır, "gerçeği" göremeyecek kadar kör, "o cennete" giremeyecek kadar yolunu şaşırmış haldedir.

        Hayat; kanatlarını dürüp "artık bittim" dediğinde, ölüm; kanatlarını gerip "taşımaya hazırım" diyerek karşılar, yaşarken yüzü gülen ve kendisiyle övünç duyan insanı. Ahiret suyuyla mahşerde yıkandığında ortaya çıkar, renginin ne olduğu. Bütün mevcudat o anda orada hazır ve nazırdır. Kıbleler tespit edilir. Yeryüzünde kişiler her nereye yöneldilerse orayı kendilerine kıble edinmiş olduklarından, o gün de oraya iletilir, kendileriyle baş başa kalırlar.

       Yüreklerinin ağıt yakacakları gün de o gündür. Ateşe doğru Perçemlerinden tutulmuş halde götürülürlerken yüreklerden feryatlar yükselir;

Sesime kulak verip beni duysaydın,
Beni bir dinleyip sözümü tutsaydın,
Dönüp bakmadın, duymadın bile beni.
O ateşten şimdi, kim kurtarır seni?

       Yüreklerini gözyaşlarıyla ağartıp incelten ve kâinatın sahibini orada misafir kılanlar, yüreklerinin sesine her kulak verişlerinde coşkun bir nur selinin sırtında ötelere, saadet dolu dünyalara seyahat eder gelirler. Onlar kendi kendileriyle barış halinde yaşarlar. Yürekleriyle aralarında savaşa yer yok. Barış içinde, güvendeler. Öfke, yaşadıkları topraklardan göç etmiş bir muhacir. Kayıplara karışan... Yürekleriyle aydınlatarak cihanı…

 

( Yüreğinden Gelen Sesi Dinle başlıklı yazı Nihat Öner tarafından 2/1/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.