çocukluğumdan beri insanlara umut bağlamayı ve sonucu çoğu kez acı çekmeyi öğrendim.
farklı insanlar, farklı davranışlar olsada, sadece çeşidi değişsede acı aynı tonda kaldı hep yüreğimde.
azdır, çoktur. önemli,önemsiz. yaşadığımız günde bunu ayırt etmenin zorluğunu sende bilirsin sanırım?
bazen acı, öfke ve bazen yenilmişlik hırsı ve kendimize ayırdığımız o en gerçek zavallılık,
hani "üç kuruşluk" insanlar deyimi! ben neyim ki dünyanın sorunlarını çözeyim? ya da senin?
yarının nasıl olacağını bugünden bilseydik hiç hata yapmazdık sanırım?!
 
iyi insan bence karşısındaki gibi düşünmeyide beceren ve öyle davranan insandır. buna göre ben pek iyi
insan sayılmam örneğin, onların adına da en iyisini de ben düşünür, ben bilirim havası vardır bende! ya sen?
ve kendisi için bile iyiyi yaşayamanın mutluluk hakkı olmadığına inanırım. ya sen? mesela benim ne mutlu olma hakkım,
ne de şansım var. çünkü kendim için bile yaşamayı beceremiyorum. bence en büyük hastalığım bu. ya karşımdaki?
bana ne demeyi de öğrenmeliyim ve acı bile çekmeden üstelik! bu bencillikse bunun da ne olduğunu öğrenmeliyim gerçekten ve üstelik bunun iyi örnekleri çokta uzak değilken bana!
 
hiç bir duygu düzeyi aynı düzlemde gidemez, artar eksilir, çok olur, yok olur. aslında çok insanca davranış,
duruma göre kabullenmekte gerçeği yaşayarak, dürüstlük! nasıl gözlerimizdeki aşkın hep aynı parlaktıkta olduğunu iddia
edemezsek her şeyinde aynı olduğunu düşünmemeliyiz. gerçeği yerine oturtan insan mutluluk kapısını da aralamış demektir belki. ya sence? yada gelen günün bu günden iyi, yada kötü olabileceğini söylemek kimin hakkı olabilir? madem bu bedeni
ben taşıyorum her şeyin sorumluluğu da bana ait, değil mi? ki çocuklar bunun dışında . örneğin sana çokça çocuk gözüyle bakmayı beceremesem ben, canın cehenneme! ve bana da çocuk gibi davranılmasını istemek, burada adı geçen çocukla iletişim kurmak adınadır belki de. belki de!
 
ne çok şeyin öğrenimi acıdan geçiyor . örneğin "aşk" talebinin bir noktada acı çekmek olduğunu öğreniyor insan, dünyası yıkılıyor. herşey yalan, çünkü ortak bir dünya tanımıyken aşk , öyle bir noktaya gelip bencillik oluyor. ( benim örneği)
insan kendine atfettiği " onurlu" davranış ve tavırları başka sakatlıklarla birleştirip kendinden uzaklaşabiliyor. kendinden uzak olanın aşka yakınlığı "şüpheli"! kötü kumaştan iyi elbise çıkmıyor ne yazık ki! ( sen örneğin) aslında genel yazdıklarımı okudukça, kendimin de bir çıkmazlar denizinde boğulduğunu rahatlıkla görüyorum, çünkü hiç bir şeye çözüm üretmeye gücümün olmadığını biliyorum. ve günü akışına bırakmak tek kelimeyle "yavşaklıklığım"! ve bu yavşaklıkta bana çözümsüzlükten başka yolları göstermeyenleri de unutmamak gerekiyor belki de!
 
tuhaf bir insanım ve kendim olmak adına çözümsüzlükleri körüklüyorum belki de. kimseye benzemek gibi bir derdim yok ve bu manada hoşnutum kendimden. ulan diyorum, altı üstü satacağın bir yüreğin, onu da isteyen alır, istemeyenin canı sağolsun. ha, değen mi alsın? hiç öylesine rastladınmı bugüne dek? içinde yaşadığın bu ruh halinde "değenden" bahsetmek
en hafif deyimiyle ikiyüzlülük olur, değil mi? değer yaratmak? işiyle, vücuduyla ya da yüreğiyle. yanılgılar sonrası iç mahkemesinde insan kendine soruyor, vücut yitik, yürek bitik olabiliyor örneğin, yada her ikisi. bende hep geç kalma korkusu vardır mesela. her geçen günün kayıp olduğunu düşünürüm. ve böyle düşünmem yaşadığım güne ait  bir değer yaratamamaktan mıdır, bilmem...
 
bu bakışla bende hep " en" kalacaksın. en büyük aşk örneğin, yada en büyük hayal kırıklığı! ve sen o dar odalarda, paslaşılan konuşmalarla nasıl bir çözüm bulamayacaksan sorunlarına, bende böyle bir başıma yazarak çözüm bulamayacağım. ama hayat! öyle yada böyle geçiyor nasılsa. değil mi?
 
kendime ve sana dair ne çok şey düşünüyorum, çoğu olumsuz elbette. nasıl benden bir bok olmayacağı belliyse, senden bir şey olmayacağını da biliyorum örneğin. heyecan diyorsun en çokta. ve bu bende çağrışım , eşiti huzursuzluk, eşiti yetememe, yetişememe. ve tavrım; istemiyorum! hayatımı kendi gözlerimle, kendi ellerimle ve kendi vücudumla yaşamak istiyorum. ve benim senin dile getirdiğin o heyecanı ne yaşama isteğim, ne de gücüm var. istemiyorum! kendimi yargılama yerim sadece kendi gözlerim. yaşayıp yaşamadığım bir benim bileceğim ve bundan da huzurluyum. kimseye bir şey anlatma, yoku var gibi gösterme derdim yok. ve belki  o çok yakınlarıma oynanan dramları saymazsak!
 
evet, üçüncü sınıf gazinolarda sahne alan üvertür bir şarkıcıyım ben, astsolistlik hayalim yok! yaşadığım hayat ancak ben olmaya müsait ve etrafımda assolist kılıklı yalancı şarkıcılar. ve ne yazık kendilerini bulma yolunda kendilerinde kayıp.. hep dedim vücut ateşi geçince geriye sadece utancın kaldığını insana ve demeye de devam edeceğim. ve insanlar sırf kendileri olmak adına bu utanca nasıl dayanırlar şaşıyorum. çünkü o utançları yarında yaşamamaları için bugün kendilerini yok etme zorunlulukları var, başka seçenekleri de yok zaten!
 
ve böylesi bir yaşamın tesadüf bir kıyısında, bir damla gözyaşı.
ama pislik çekiyor alttan alta ve o dik bedenlerde nede çok bitik insanı taşıyor toprak, yok ve umutsuzluk öylesi çökmüşken boynuna. başka bir yolunu bilmiyorsa elbet insan yaşamanın tabi ki...
farkındasın değil mi? ben seni ne de çok affediyorum...
( İnsancık... başlıklı yazı ekin tarafından 10/10/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.