1 Hayallerim Ve Gerçeklerim (1)
Hayallerim tek tek gerçek olmuştu ama ters giden bir şeyler vardı.  Bu seferde gerçeklerimin bir bir hayal olmasından korkuyordum. Kafam karmakarışıktı. 

Elbise dolabımın önünde kim bilir kaç dakikadır duruyordum öylece. Buraya herhangi bir ağacın tepesindeki en olgun meyveyi koparmak için gelmemiştim ya. Hemen kendime geldim. Elim, koyu kahverengi zemin üzerine  uçuk sarı çizgili takım elbiseme gitti. Bedenimin mevsime adaptasyonuna her zaman hayrandım.  “Daha dün kısa kollularla dışarıya çıkıyorken  şimdi nasıl da titriyoruz “gibi söylemler için duygularım tüm romantizmini yitirmişti. Üstümdeki geceliği çıkarıp giysilerimi bedenime geçirmem anlık olmuştu. 

Makyaj yapmak içimden gelmiyordu bugün. Kendime de gereksiz bir baskı uygulamadım. Bunu, ruhum ağır  bir makyaj yaptığı için istememiş de olabilirdim.  Belki  nefes alamayışım ruhumun; birkaç kat sürdüğü fondotenden, gözlerimi zar zor açıp kapatışım da kirpiklerini birbirine dolaştıracak kadar çok kullandığı rimeldendi  kim bilir.  İçime tutamadığım aynanın önünde alelacele saçımı topuz yaptıktan sonra yüksek topuklu ayakkabılarımı ayağa geçirdiğim gibi sokağa attım kendimi.  

Saatime baktığımda servisime yetişmek için beş dakikam olduğunu fark ettim. Adımlarımı hızlandırdım fakat topuklarımı alçaltamıyordum. Ne kadar da ters orantılıydı her şey. Yokuşu güçlükle çıkmış, kan ter içinde kalmıştım. En azından makyajım akmış mıdır diye telaş duymuyordum. Yine aynı yüzler, farklı elbiseler içinde benim gibi koşturuyordu. Esnaf da aheste aheste kapısının önünü süpürüyordu. Hepsini gönlüm olmasa da gözüm tanıyordu. 

Dudaklarım ve dilim  eylemsizlik kararı almış olacaktı ki tüm günaydınlara başım selam vermişti. Külüstür servisimizin en arka, pencere kenarındaki koltuğuna yerleşmiş, yanıma da kimsenin gelip oturmaması için dua etmiştim. İki durak sonra Neşe’nin “günaydın canım” diyen tiz sesi ile  içimin cız etmesi bir olmuştu. Eyvah ki ne eyvahtı benim için. Eksik mi dua ettim diye düşünmeden edemedim.  Yine başımı devreye soktum ama  Neşe tekrar aynı cümleyi kurunca kırık dökük bir merhaba demek zorunda kaldım ve bakışlarımı camdan dışarıya doğru çevirdim. Ama o ikinci müsabakaya geçmişti bile. 

“Gözde! Canım alıştın mı işine. Kaç günlüksün şimdi!”

Sabır sabır diyordum içimden. Yaşım bu kadar küçük bir sohbeti kaldıramayacak kadar büyüktü. Minyon tipli olmam hep başıma dert açmıştı zaten. Kararlıydım cevap vermeyecektim. Kaşlarımı çatarak  gözlerimi yumdum. 

“Canım uykusuzsun herhalde beşik mi salladın ayol!”

Bebek değil ama seni sallamak istiyorum hem de konuşma merkezinin ayarları bozulana kadar diyordum içimden.  Neşe’nin  bağrından kopup gelen cümlelerinin ardı arkası kesilmiyordu.  

“Hep senin gibi hakiki sarışın olmak isterdim. Şu gözlerinin mavisinden lens bulsam hiç kaçırmadan alırdım”.  

Neyse ki bir süre sonra özlediğim sükunet gelmişti.  

Servis  on dakika rotarlı olarak işyerime getirmişti beni. Sorgulamamıştım. Çünkü;  günlerden pazartesi, yıllardan da “yılgınlık”tı. Hem de yolun daha başındayken. 
Servisten indikten sonra kısa bir süre yürüdükten sonra işyerimin kapısının önüne gelmiştim. Çantamın içine elimi daldırıp, yaka kimliğini çıkardım ve boynuma taktım. 
Yıllarca ders kitaplarımın arasında dirsek çürüten, mezun olduktan sonra o sınav senin, bu sınav benim koşuşturan ve kazanınca havalara uçan ben, nasıl da sert iniş yapmıştım. Oysa ki düşlerimdeki bulutlar hiç de böyle kasvet yüklü değildi. 

Asansöre; biri gözlüklü, oldukça şişman bir bey, diğeri orta yaşın biraz üstünde ama bakımlı bir bayanla birlikte bindim. Onlar, üçüncü katta “iyi mesailer “ diyerek indiler. Altıncı kata kadar aynadaki solgun görüntümü saymazsak tek başıma çıktım. 
Koridorun sonuna doğru isteksiz isteksiz yürümeye başladım. Çalışma odamın kapısını  açmamla birlikte pencereye yönelmem bir oldu. Ne kadar da havasızdı içerisi. Masamın üzerine çantamı bırakıp kendime çeki düzen vermek üzere lavaboya gitmek üzereyken telefon çaldı. Karşımdaki ses Genel Müdürüm Serdar’a aitti.  Sırtımdan buz gibi ter akmıştı. Avuçlarımı sıkıp geri serbest bıraktım. Çantamı dolaba kilitledikten sonra kafamda bin bir düşünceyle çıktım dışarıya. 

Telefonda görüşme yapan Sekreter Nilgün;  beni görür görmez eliyle kapıyı işaret etti. Kapıyı bir kez tıklattım ve içeriye girdim. 

Serdar’ın yüzü hiç değişmemişti. Görünen tarafını herkes çok yakışıklı buluyordu. İkinci yüzünü tanımış olsalardı belki de benim gibi nefret edeceklerdi. 

DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER 
( Hayallerim Ve Gerçeklerim (1) başlıklı yazı AyselAKSÜMER tarafından 21.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.