1 Hayallerim Ve Gerçeklerim( 12)
Üniversite yıllarımdan kalma ders notlarım, atmaya kıyamadığım kitaplarım ve dokümanlarımı muhafaza ettiğim mukavva kutumun üzerine yapıştırdığım geniş bandı büyük bir heyecanla kendime doğru çektim.  Artık hepsi emrime amadeydi.  

Hafızam; Bilal’in telefonunu, son sınıf defterlerimden birinin arkasına yazdığımı söylüyordu. Nitekim de öyle oldu. Fazla uğraşmadan numaraya ulaşmıştım. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Şimdi ise sıra kolay olandaydı. Numarayı sabırsızlıkla tuşladım.

“Alo Bilal! Ben Gözde nasılsın?

“ Hayırsız nerelerdesin? Ne yapıyorsun?

“Memur oldu arkadaşın! Ya sen!”

“Ben senin kadar şanslı değilim. Resmi bir dairede işe giremedim. Dayımın işlerine bazen yardımcı oluyorum o kadar!”

Bilal için üzülmüştüm ama kendi adıma mutluydum. Konuyu açmamın tam sırasıydı. Önce yutkundum sonra bir çırpıda “Beni dayınla görüştürebilir misin?” dedim sesim titreyerek. Aldığım yanıt  “Elbette” olmuştu. Bilal, dayısıyla görüşür görüşmez beni arayacağını söylediğinde çığlık atmak istiyordum. Uzun zamandır hiç olmadığım kadar mutluydum.

Bir an önce kollarımı sıvamalıydım.  Bu işi çok istiyordum ve bu uğurda sabaha kadar kirpiklerimi gözlerime nöbetçi dikmeye hazırdım. Yeter ki kabul etsin!

Yatak odama bir kuş hafifliğinde geçtim ve kendimi yatağın üzerine öylece bırakıverdim. Tavana gözlerimi dikmiş düşüncelere dalmıştım yine.

Gerçekleşmesi için dualar ettiğim ve özlemle beklediğim hayallerim gerçekleşince ne yazıkki umduğumu bulamamıştım.  Hayal kırıklığı ne feci bir şeydi böyle!

Şimdi ise gözlerimi kapatmış yeni hayalime yelken açmıştım.  Fazla da açılmamak için saatimi 06.30’a kurmuştum. Yarın mesai vardı ve nihayet Nilgün  geliyordu. Bekleyince bir hafta nasıl da bir asır gibi geliyordu insana. Yarın vekaleten baktığım sekreterlik görevimi asıl sahibi Nilgün’e teslim edip kendi çalışma odama geçecektim.

Serdar’la her ne kadar aynı başkanlıkta da olsak ona uzak bir odada çalışmak benim için fazladan nefes almakla eşdeğerdi.

Sabah gözlerimi açtığımda, gün; üstümdeki yorgan kadar ağır gelmedi bana. Bilal’le görüşmem ve Nilgün’ün geliyor olmasının   bundaki rolü büyüktü.    Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra üstümü giyinip evden çıktım.

İşyerime geldiğimde Serdar, Nilgün ve beni  huzuruna çağırdı. Kendi kendime girdiğim bahisten yine galip çıkmıştım. Serdar, Nilgün’e "Annenizin durumu nasıl? Düzeldi mi? Tekrar geçmiş olsun!” gibi insani sorular sormadı. İkimize söylediği şuydu : “Gözde, elinde ne var ne yoksa teslim et Nilgün’e. Nilgün, sen de yokken yapılan işlere yeniden bir göz at! Atladığınız bir şey olmasın. Hatadan nefret ederim!”

İkimiz de başımızla söylediklerini onaylanarak dışarı çıktık. Nilgün, uzun zamandır Serdar’la çalıştığı için huyunu suyunu almış görünüyordu. Yine de bozguna uğramış bir ifade vardı yüzünde ve bana hissettirmemeye çalışıyordu. 

Bir iki saat sonra şükür ki yerimdeydim. Masam o kadar tozlanmıştı ki.  Bu şekilde oturmam imkansızdı. Elime bir toz bezi alıp güzelce sildim ve oturduktan sonra sırtımı yasladım geriye. Bu saltanatım çok sürmedi tabi. Serdar, yine beni çağırıyordu. “Bugün  yapılacak bir toplantıyı neden sözlü olarak söylememişim de not olarak yazmışım” diye epeyce bağırdı çağırdı.  “Ama toplantı öğleden sonra” dedim. “Ya o notu okumasaydım!”   diye söylendi durdu.   Neticede okumuş işte! Toplantıyı da kaçırmamış! Neden   olayları bu kadar büyütüyordu ki!  “Sabır Gözde,  az kaldı” diyordum kendi kendime. Neticede bu sekreterlikle ilgili yediğim son fırçaydı.

Gün içerisinde gözüm hep saatimde oldu. Çabuk geçmesi için dualar ediyordum.

Akşam, kendim için güzel bir salata tabağı hazırladım. Sürekli telefona bakmaktan salata, tabağımda yeniden yetişiyor gibi bitmiyordu bir türlü. Sofrayı kaldırıp oturma odasına geçiyordum ki beklediğim telefon geldi. Arayan Bilal’di ve dayısıyla görüştüğünü iki gün sonra sabah erken saatlerde elimdekilerle dayısına gitmemi istiyordu. Bilal’e akşam mesai çıkışı gelebileceğimi söyledim. Bilal, zaten dayısının geç vakte kadar çalıştığını ve bunun  sorun olmayacağını söyledi. Bunu da can yoldaşımla paylaşmalıydım. 

Seyfettin Bey’in armağanı olan kalemimi kaybolur diye benim için bir dost kadar kıymetli günlüğümün arasında muhafaza ediyordum. Kalemimin kağıt üzerindeki ahenkli dansına hayrandım. Yüreğimi boşaltmak, ruhumu harflerin sırtına yaslamak inanılmaz rahatlatıyordu beni.

Böyle zamanlarda ailemi daha çok özlüyordum. Bir gün de ben onları aramadan, arasalar günaha mı girerlerdi?  Kırgındım hem anneme hem de babama. Her şey parayla ölçülmezdi ki. “İnsan hiç mi evladının sesini duymak istemez, ya da başına bir şey geldi mi?” diye meraklanmaz. Tabiki onlar için telefon parası her şeyden daha önemliydi. Aman çok yazmasın! Hem Gözde’nin aklı başında ya! Kızlarının başı bir omuza yaslanmak istiyor ve saçları şefkatle okşanmak istiyor diye hiç mi hiç akıllarının ucundan geçirmezlerdi!”

Yine küçüklük ben de kalsın dedim ve aradım. Anneme biraz içinde bulunduğum durumdan ve verdiğim karardan bahsettim. Çılgına döndü. Eğer böyle bir şey yaparsam mahvolacaklarını söyledi. Benim ruh halimi yine umursamadı. O ayrıntıyı da düşündüğümü söyledim. Telefonu hemen babama uzattı annem! Aynı sözlerin daha ağırını babamdan işittim. Telefon kapandığında yine yapayalnızdım. Kalemime ve günlüğüme sığındım gözyaşlarım arasında.

Aslında yaşadıklarım pek de hafife alınır gibi değildi. Bitip tükenmeye yüz tutmuş enerjime bir de sabır tasarrufu yaptırıyordum. Kendimi, içine ağırlığından fazla çamaşır konulunca ağır ağır dönen çamaşır makinasına benzetiyordum. Beynim bu yükü taşıyamıyor, mantığım olayları durulayamıyor netice de temizlenmiyordu yüreğime yapışıp kalan pislikler.

Altı çocuklu bir ailede ortancaydım ben. Abla ve ağabeylerim ile ufaklıkların arasında her olayda ortada kalan kişiydim. Yakan topta en çok canı yanan orta oyuncu gibiydim. Aile içi tartışmalarda orta yapan, küçülenleri giyip ortadan geçinen orta halli bir ailenin erken büyümüş çocuğuydum.

Diğer kardeşlerimin haylaz oluşu, benim aklı başında oluşum bana sanki bir ceza gibiydi.  O akıllıdır diyerek o kadar çok şeyden mahrum kalmıştım ki. Bir insan aptal olmayı hayal eder mi hiç. Ben ediyordum işte.  Herşey bende olağan ve sıradan karşılanırken diğerlerinin yaptıkları her nedense heykeli dikilecek bir hadise haline getirilirdi. Üniversite sınavını kazanmam bile ailemde ses getirmemişti.  

Artık bu düşüncelerden uzaklaşıp bir an önce uyumalıydım ve sıkı sıkı kapattım gözlerimi.

O gün sabah ilk kez aynanın karşısında bu kadar fazla kalıyordum. Daha bir özenli giyindim ve güzel bir makyaj yaptım. At kuyruğu yaptığım saçlarımı da serbest bıraktım. Kapıyı kapatıyordum ki aklıma antredeki poşet geldi. Az daha unutuyordum! dedim kendi kendime.

Servistekiler günaydınlaştım. Herkes bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Umursamadım bu bakışları. Dairede bu sefer de Birol Bey üstüme çok geldi. Öyle böyle derken akşamı etmiştim.

Bilal’in dayısının işyeri bana bir hayli uzaktı. Otobüs beklerken birden yanaklarım kıpkırmızı oldu. İyi de ben Bilal’in dayısının ismini unutmuştum! Hemen Bilal’i aradım. “Çağatay” deyince hemen anımsadım. İnşallah olumlu bir görüşme olur diye aklımdan geçirdim. 

Kapıyı çalarken yüreğimi ağzımda hissediyordum. Çağatay Bey o yıllarda sık sık üniversiye gelirdi. Kızlar hayran hayran süzerlerdi onu. Uzun boylu, geniş omuzlu, esmer, yakışıklı bir beydi. Konuşurken sık sık kaşlarını havaya kaldırırdı. Alnındaki kırışıkların sebebinin yaşından ziyade mimiklerinde olduğunu düşünürdüm hep. Kapıyı genç bir adam açtı sanırım asistanıydı.

Çağatay Bey beni çok sıcak karşıladı. Yarım saate yakın konuştuk. Ayrılırken, benden bir ay kadar süre istedi. Benim için hiç fark etmez dedim. Sonuçta beni memnun edecek bir şey olacaksa iki ay bile beklemeye razıydım.

 

 DEVAM EDECEK

Aysel AKSÜMER
( Hayallerim Ve Gerçeklerim( 12) başlıklı yazı AyselAKSÜMER tarafından 4.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.