Sezgin Öğretmen

 

      Yine içi kıpır kıpırdı Emir’in. Ertesi gün okullar açılıyordu. Reşat amcasının şehirden gönderdiği iskarpinleri ilk olarak okulda giymeyi planlamış ve saklamıştı. Yeni önlük de gelmişti Emir’e ve iyi ki gelmişti. Eski önlüğü “eski” sıfatının tüm özelliklerini taşıyordu. Üstelik bayağı da küçük geliyordu üstüne. Reşat amcası evliya gibi adamdı. Sanki ihtiyaçlarını hissetmiş ve bir sürü yiyecekle beraber çeşit çeşit elbiseleri üç koliye paketlemiş köy minibüsüne vermişti. Anası Zehra, bacısı Sümbül ve Emir büyük bir heyecanla koliyi açmışlar ve çok mutlu olmuşlardı. Yine en büyük hisseyi Sümbül kapmıştı. Yengesinin, hediyelerin çoğunu Sümbül’e özel hazırladığı belli oluyordu. Etekler, süslü çoraplar, biri siyah diğeri kırmızı iki çift pabuç, yeni önlük, üç tane dantelli yakalık ve müşterek kullanılmak üzere bir sürü defter, kalem ve hikâye kitapları… Anası Zehra’da unutulmamıştı. Yengesi, ya fazla giyemediklerinden ya da annesi için yeni aldığı çok güzel uzun etekler ve elbiseler de göndermişti. Selim’e de bir çift ortopedik ayakkabı, boğazlı kazak ve güzel bir mont göndermişlerdi. Kolinin içinden bir de not buldular. Notta şöyle yazıyordu:

 

      “Sevgili yengem Zehra değerli yeğenlerim Selim, Emir ve Sümbül,

       Beğeneceğinizi umduğumuz bazı hediyeler gönderiyoruz. Size layık değil biliyoruz, lütfen kabul buyurun.”

 

                                                                         Amcanız ve Yengeniz

 

      Notun altında değişik yazılmış bir başka not daha vardı. O da şöyleydi:

 

     “Sevgili Emir,

      Biliyorum ki sen çok akıllı bir çocuksun. Keşke seninle başka şartlarda karşılaşmış olsaydık. Baban için inan çok üzüldüm. Sen, her şeyin üstesinden gelebilecek bir çocuksun. Kendine ve ailene iyi bak. Bu arada sigarayı bıraktım, tabakayı da bir antikacıya satıp sana bir dürbün aldım. Umarım beğenirsin.”

                                                                                     Esma

 

       Emir çok duygulanmıştı bu notu okuduğunda. Dürbün de öyle böyle bir dürbün değildi hani. Oldukça pahalıya benziyordu. Bu üç koli onların hayatında pek çok şeyi değiştirecekti.

 

      Emir, okul heyecanıyla yatağına girdi. Yanında çok heyecanlanan biri daha vardı. Okula yeni başlayacak olan Sümbül. Yatağından kalkan Emir önce annesine sarıldı. Sonra abisi Selim’i öptü ama uyuduğu için usulca öptü. Sonra da bacısı Sümbülün başını okşayıp onu da alnından öptü. Her gece okuduğu duasını okuyup önce rahmetli babasının ruhuna gönderdi sonra kendine ve odaya üfleyip tekrar yattı.

 

      Ramazan Hoca’nın yanık sesiyle uyandı Emir. Sabah ezanı okunuyordu. Hemen ahıra gidip koca ineğin yem teknesine biraz ot ve yem karıştırdı. Ardından koyunlara ot ve arpa kırığı döktü. Daha sonra kepek çuvalından dört avuç alıp köpeği Saçaklı’nın kabına döktü. Tulumbadan biraz su alıp bir çubukla yalı iyice kardı ve Saçaklı’nın başını okşayarak önüne koydu.

 

      Bu arada Zehra da uyanmış, çay demliyordu. Kahvaltılarını yaptıktan sonra kardeşi Sümbül’ün elinden tuttuğu gibi, evlerine çok da uzak olmayan okula doğru hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Emir, yeni iskarpinleri toz olmasın diye oldukça özen gösteriyordu. Okulun bahçesinde üç-beş çocuk vardı. Kendi aralarında koyu bir sohbete dalmışlardı. Bu sohbete Emir ve Sümbül de dâhil oldular. Okulun bahçesi çok geniş olmamakla beraber yine de top oynayacak bir alanı vardı. Okul, tek katlıydı ve taştan yapılmıştı. Topu topu üç sınıfı vardı okulun. Üç de öğretmeni. Birinci sınıfları bu sene Aysel Öğretmen, iki ve üçleri Mehmet Öğretmen okutacaktı. Dört ve beşleri ise Emir in öğretmeni olan Sezgin Öğretmen okutacaktı. Öğretmenlerin üçü de genç ve bekârdı.

 

       Emir, Sezgin Öğretmeni çok seviyordu. Birinci sınıftan bu yana onda okuyordu. Ama bu yaz Sezgin Öğretmen nişanlanmıştı ve tayinini isteyecekti. “Beşleri mezun edipte tayin isteyeceğim” diyerek iyi bir öğretmen olduğunu ispat etmişti. Üstelik öğretmeninin bu kararı Emir’in hayatında ölene dek iz bırakacak önemli bir karardı.

 

       Sezgin Öğretmen, yakışıklı bir adamdı. Uzun boylu ve hafif sarışındı. Yüzünde, o kendine has gülümsemesi hiç eksik olmazdı. İyi giyinirdi ve iyi giyinmeyi severdi. Ayakkabılarına özellikle özen gösterirdi. Emir bazen bunun, Sezgin Öğretmen’inin bir takıntısı olduğunu bile düşünürdü. Sezgin Öğretmenin konuşması da çok ikna edici ve zorâki dinleten cinsindendi. Öğrencilerine her zaman, “Önce Manisa sonra tüm şehirler benim memleketimdir” derdi. Spor yapmayı da tutku derecesinde çok severdi. Anlamadığı spor dalı yok gibiydi. Havaların iyi olduğu zamanlar köyün geçleriyle gazozuna maç yaparlar, yenilse de yense de hep Sezgin Öğretmen ısmarlardı gazozu. Mehmet Öğretmen’le beraber Alamancı Fehmi Dayı’nın alt katında oturuyorlardı. Aysel öğretmen ise Sağlık Ocağı’nın lojmanında kalıyordu. Aslında, Sezgin Öğretmen’in ailesinin durumu oldukça iyiydi. Öğretmenliği, geçim için yapmadığı belliydi. Her tatil dönüşü, memleketinden seçme üzüm getirir, ilk ders tüm sınıf bu üzümü afiyetle yer, öyle derse başlarlardı. Bir de uzun çubuk şeklinde mesir macunları getirirdi. Fakat bu mesir macununu tüm sınıfa dağıtmazdı. Ya derslerinden iyi not alanlara verirdi ya da iyi bir davranış gösterene verirdi. Kimi zaman da teneffüste koşuşurken düşüp ağlayanları yanına çağırır, yarasının beresinin olup olmadığına bakar, sonra da “Bundan iyi ilaç yok, şimdi iyileşirsin” diye gülümseyip o lezzetli sihirli çubuğu verirdi. “Bizi de öğretmenlerimiz bununla okutup adam etti.” diye ilave etmeyi de ihmal etmezdi.

 

       Sezgin Öğretmen, işte yine karşısındaydı ve Emir’e doğru geliyordu. Hayret! Bu defa gülümsemiyordu ve hatta hüzünlü bir hâli de vardı. Emir ve Sümbül’ün yanına gelerek eğildi. Önce Sümbül’ü öpüp “Okulumuza şeref verdiniz Sümbül Hanım. İnşallah siz de abiniz gibi hatta ondan da çalışkan olursunuz.” dedi. Sonra Emir’e döndü.

-         Başınız sağ olsun Emir. Geldiğimde öğrendim. Allah rahmet etsin. Hüsnü Abi gerçekten iyi bir insandı, iler görüşlüydü. Ama şu sigaradan bir türlü vazgeçiremedim onu. Demek ki takdir böyle imiş. Şimdi nasılsınız bakalım?

-         Sağ olun öğretmenim, iyiyiz.

      Emir’i Sümbül’ün yanından biraz uzaklaştırdı.

-         Bak Emir! Bir ihtiyacınız olursa bilin ki ben buradayım. Çekinmek yok, kızarım bak sonra.

-         Sağ olun öğretmenim.

-         Sonra seninle uzun uzun konuşuruz tamam mı? Şimdi töreni yapıp hayırlısıyla okulu bi başlatalım.

 

        Sezgin öğretmen, hem öğretmen hem de müdür vekiliydi. Okulun giriş kapısındaki üç basamaklı merdivenin başına çıktı ve yine o güzel Türkçesiyle etkili bir açış konuşması yaptı. Törenden sonra herkes sınıflarına geçti.

 

        Sezgin Öğretmen’in klâsiklerinden olan üzüm dersi başladı. Yine, masasına koliyle üzümü koydu. Üzümleri kendisi yıkayıp temizlerdi hep. Her zaman olduğu gibi, numara sırasına göre öğrenciler teker teker gelip neredeyse birbirinin aynı olacak şekilde paylaştırılmış üzümleri alıp afiyete yediler. “ Çöpler doğru çöp sepetine” sözü de Sezgin Öğretmen’in klâsikleri arasındaydı. Bir de üzümün insan zekâsına faydaları konusunda, neredeyse tüm sınıfın ezberlediği yemek konuşması yaptı. Ama yine de dinledi tüm çocuklar Sezgin Öğretmen’in bu alışılmış konuşmasını.

 

      Sınıfın kapısı tıklatılmadan hafifçe aralandı. Emir, kapının aralığında kendisine bakıp başıyla gelmesini söyleyen kardeşi Sümbül’ü gördü. Öğretmeninden izin alarak Sümbül’ün yanına gitti. Suratı allak bullaktı kardeşinin. Sümbül’ün, sınıfından kaçtığını düşünerek sordu:

-         Ne oldu Sümbül? Neden çıktın sınıfından?

-         Sana bişey sormaya geldim abi.

-         Sor bakalım. Ama unutmadan bişey söylemeliyim. Bir daha tıklatmadan hiçbir sınıfın kapısını açma oldu mu?

-         Tamam, oldu.

-         Ne soracaktın bana?

-         Öğretmenimiz herkesin adını soyadını soruyor.

-         İyi ya. Söyleseydin işte Sümbül ELMAS diye.

-         Onu söylerim de başka bir şey daha soruyor.

-         Neymiş bakalım?

-         Babanız ne iş yapıyor diyor.

      -     …..

      Emir yutkundu. Yakalığını bir sağa bir sola esnetti. Şimdi evde ikinci adam durumunda olduğunu hatırladı. Sesindeki kararlılık apaçık hissediliyordu.

-         Babam öldü de Sümbül. Bu yaz babamızı kaybettik de. Yaşıyorken mesleği çiftçilikti, tütün ekerdi, bir de besiciydi de olsun bitsin. Hadi şimdi doğru sınıfına. Bak, sizin sınıftaki Güllü’nün babası da öldü iki sene önce. O sınıfından çıkıyor mu hiç?

-         Sınıftan çıkmadı ama o da ağladı.

-         Tamam. Sen ağlama o zaman ve sıra sana gelince öğrettiğim gibi cevap ver. Hadi yallah!

 

      Bu olayı tatlıya bağlayan Emir, özür dileyerek yerine geçti. Yeni iskarpinleri çok ses çıkartıp dikkat çekmesin diye usul usul yürümeye özen gösterdi.

 

      O hafta çabucak geçmişti. Sümbül okula alışmış ve öğretmeninin verdiği ödevleri abisi Emir’le birlikte yapmaya başlamışlardı bile. Cuma günü bayrak töreninden sonra Sezgin Öğretmen, Emir’le görüşmek istediğini ve okuldan ayrılmaması gerektiğini söylemişti. O da kardeşi Sümbül’ü eve bırakıp, koşarak tekrar okula döndü.

 

      Müdür Odası, küçük ve sâde düzenlenmiş bir odaydı. Odada bir makam masası, masanın üzerinde farklı boyutlarda dosyalar, kalemlik, masa bayrağı ve masanın karşısında ve yanlarında birkaç sandalye vardı. Masanın sol yanında, içi tamamen evrakla dolu kocaman bir çelik dolap vardı. Sezgin Öğretmen, masasında bazı kâğıtları okuyup imza atıyor, arada bir tarihî daktiloda çat-çut bir şeyler yazıyor ve dosyaların arasına tıkıştırıyordu. Gündüz kendileriyle, okuldan sonra da bu işlerle uğraşan Sezgin Öğretmen her geçen gün Emir’in gözünde büyüdükçe büyüyordu. Kapı açık olmasına rağmen Emir yine de kenarını tıklattı.

      

-         Otur Emir. Benim azıcık bir işim kaldı. Sen de bu arada şu mesir macununun tadına bak bakalım, bu yılki macunu beğenecek misin?

-         Sağ olun öğretmenim. Ama macunu hak edecek bir başarım yok ki daha.

-         Bence var.

  

      Emir meraklanmıştı şimdi. Farkında olmadan güzel bir iş yapıp yapmadığını düşünüyordu. Daha ilk haftadan sınav da olmamışlardı ki. Bildiği kadarıyla düşüp bir yerlerini de incitmemişti üstelik. Kısa bir tereddütten sonra cesaretini toplayıp sordu:

-         Ne yaptım ki bunu hak edecek öğretmenim?

-         Sınıftayken kapının önünde kardeşin Sümbül’le konuştuklarınızı işittim. Seni takdir ettim. Yılın ilk macununu hak etmen için yetmez mi? Aferin Emirciğim. Abin Selim’in durumu mâlum. Evde tek sorumlu sen oldun artık.

-         Ben, ikinci adamım öğretmenim.

-         O da ne demek?

-         Babam sağken bana “ Sen üçüncü adamsın.” demişti. Babam yokken ikinci adam olmuyor muyum?

-         Birinci baban mıydı?

-         Yok. Birinci anammış. Babam öyle söylemişti.

Gülüştüler.

-         Emir, seninle konuşacaklarım vardı. İşin varsa ya da bugün geç oldu diyorsan yarın da konuşabiliriz. Senin durumun ve geleceğinle ilgili bazı şeyleri konuşalım ki hem sen rahatla hem de ben.

-         Yarını bekleyemem öğretmenim. Akşam ezanına daha çok var. Ama yine de siz bilirsiniz.

-         Tamam o zaman. İstersen okul dışına hatta köyün dışına, Kamburtepe’ye çıkalım. Değiştirdiğim arabama da bir bak bakalım, beğenecek misin?

-         Arabanızı uzaktan görmüştüm öğretmenim. Çok güzel. İnşallah kazasız binersiniz.

-         Teşekkürler Emirciğim. Allah daha iyisini sana versin.

-         Öğretmenim,

-         Efendim Emir.

-         Kamburtepe’ye gitmesek de Köstebek Mağarası’na gitsek nasıl olur?

      Bunu söylerken, öğretmeninin büyük bir ihtimalle “Hayır” diyeceğini düşünmüştü Emir.

-         Oraya giden düzgün bir yol var mı Emir?

-         Mağaranın alt yanından bir yol geçiyor. Kışın kötü ama bu zamanda düzgün oluyormuş. Fakat mağaraya ulaşmak için yürüyerek yamacı tırmanmamız lazım. Sonra bana kızmayın.

-         Tamam, anlaştık, mağaraya gidiyoruz.

 

      Doğrusunu söylemek gerekirse Emir, öğretmenin bu kararına biraz şaşırmıştı. Acaba bu mağara hakkında söylenenleri duymamış mıydı Sezgin öğretmen? Dayanamayıp sordu.

-         Siz oraya daha önceden gittiniz mi öğretmenim?

-         Gitmedim.

-         Size, mağarayla ilgili bir şeyler anlatmadılar mı?

-         Anlattılar.

-         Korkmuyor musunuz yani?

      Emir, bir an için Sezgin Öğretmen’inin, gördüğünden çok farklı, hatta başka bir âlemden olduğunu düşündü. Oldukça rahat görünmesi Emir’in garibine gitmişti. O mağaradan korkmayanın bir tek kendisi olduğunu düşünüyordu hep. Sezgin öğretmen, Emir’in gözlerinin içine gülümseyerek baktı.

-         Hadi çıkalım Emir. Bak, teker meker patlarsa, sana değiştirtirim haberin olsun.(DEVAMI VAR)

( Babam Yokken... başlıklı yazı mstf GÖZELEL tarafından 4.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.