“Yumurta tavuktan mı çıkar, tavuk yumurtadan mı? “ İşte size kıytırık bir tartışma konusu. Etkileşim konusunda da fert ve toplum ilişkisi öyledir. Fert, toplumdan etkilenerek mi kimliğini oluşturur? Toplum, kendini oluşturan fertlerin kimlik yapısından mı rengini alır? Cüneyd-i Bağdadî’nin (ö:911) farklı bir bağlamda söylediği “Suyun rengi kabın rengidir” sözünü kişi ve toplumsal çevre bağlamında düşünmek gerekir.

Halkı Müslüman olan ülkelerde, Müslümanlığın yaşanma derecesine göre, toplum hayatı şekillenir. Resmî toplum mühendislerinin projeleri de bir yere kadar etkilidir. Yaşanan Müslümanlık bizdeki gibi geleneksel olabilir. Adıyla kendi arasında ciddî mesafeler olabilir ama sonuçta tarihsel veya geleneksel olarak yaşanan din, topluma rengini verir. “Suyun rengi kabın rengidir” sözünün anlamı, “kişi, içinde yaşadığı toplumun yapısına uygun yetişir” demektir.

Ülkemizde, dinin damgasını vurduğu hayat tarzının en çok hissedilen zaman, Ramazan; ibadet ise oruçtur. Oruç, topluma rengini vermekte; damgasını vurmaktadır. Ancak toplumu oluşturan fertlerin yapısı bunu belirlemektedir. Az ya da çok. Şehir hayatının baskın olduğu günümüzde bunun “hissedilirlik derecesi”,  o şehrin yapısına göre, değişir. Mesela İstanbul ile İzmir, Ankara ile Kayseri bir değildir.

Şehirler, 70’li yıllar sonrasındaki göç dalgalarıyla şişmanladı. Muhafazakâr kimliğiyle bilinen milyonluk Kayseri ondan çok şey yitirerek “Büyükşehir” haline geldi. Cumhuriyet öncesi “ötekilerle birlikte yaşama” tecrübesinin kalıntılarıyla hoşgörü yelpazesini açarak bugünlere geldi. Ancak hoşgörü denilen şey de fertler arasında “karşılıklı etkileşim” içindedir. Yani orucun topluma damgasını vurduğu süreçte hoşgörü sadece oruç tutanların tutmayanlara hoşgörüsü değildir. “Biri yer biri bakar; kıyamet ondan kopar” sözü konunun önemini belirtir.

Kayseri bu konularda 70’li yıllarda değildir; yeme- içme konusunda imkânlar oldukça iyidir. Oruç tutmayanların oruç yiyenleri dövüp sövdüğü yıllar “her konuda sıkıntılı” yıllardı. Şimdi yiyip içene karışan yok ama böylesine toplumun renginin değiştiği bir süreçte oruç tutmayanların havası, hoşgörü sınırlarını zorlamaktadır. Kayseri halkı, Rum ve Ermenilerle birlikte, komşu ve karma mahallelerde, yüzyıllarca yaşamıştır. Oruçta, çocuğunun eline ekmek verip sokağa salmayan Ermeni artık tarihte kalmıştır. Bir elinde sigara bir elinde pet şişe, şehrin merkezi yerlerinde dolaşan kişiye karşı ağzımızı bozarak orucumuzu bozmamalıyız. Ama Osmanlı terbiyesinde yetişen Ermeni’ye de özlem duymamalıyız.

Reşat Ekrem Koçu’nun 70’li yıllarda İstanbul hatıraları yayınlanırdı. Hatırladığıma göre, İhtisab Ağası/Ahlak Masası Komiseri Hüseyin Ağa ekibiyle, şehir içinde “devriye” gezmektedir. Bir kıraathane/kahvenin önünden geçerken, sırtında iki küfe, güneş altında bekleyen; sineklenen bir at görür. Aylardan Ramazan değildir. Gider, dolaşır; birkaç saat sonra geri gelir. Bakar ki at hâlâ güneşin altında, sineklenmeye devam etmektedir. Soruşturur; sahibi kıraathanededir. Adam sabah satacağını satmış, atı direğe bağlamış; içerde keyf sürmektedir. Ağa, ekibine emir verir: “Alın bu adamı; yükleyin sırtına küfeleri. Atın önüne bir demet yonca atın. At yoncayı bitirinceye kadar, öylece kalsın!”

Belki uç bir örnektir ama hayvan hakkının bile böylesine gözetildiği bir İslambol’dan orucun hissedilmediği bir İstanbul’a gelinmiş midir? Birlikte yaşama sanatını yüzyıllarca gerçekleştirdiğimiz Ermeni’ye özlem duyacak Kayseri’ye gelinmiş midir? Suyun rengi kabın rengi ise kabın rengi ne haldedir?

“İnsan, sosyal bir varlıktır” diyen sosyoloji, bu sosyalliği sürdürme konusunda ne önermektedir? Hani benim özgürlüğüm başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitiyordu? Başkasının özgürlüğü benim özgürlüğümün başladığı yerde bitiyor mu? Ben, eskilerin sözüyle,  “aklı erer” biri isem, söz gelimi “tiryaki” değilsem, bu şehirde “sigara bağımlısı” olan yüzlerce oruçlu yok mu? Her zaman başkalarından hoşgörü bekleyenlerin Ramazan’da böyle davranmaları hoş mu?

Yumurta tavuktan mı, tavuk yumurtadan mı çıktı? Bu adamlar bu toplumdan mı çıktı yoksa nereden türediler? Osmanlı Ermenisine özlem duyuran bu kişiler, hangi toplum mühendislerinin projeleriyle yetiştiler? Halklının büyük çoğunluğunun –geleneksel de olsa- Müslüman olduğu bir toplumda, orucun varlığını hissettirdiği çok özel bir zamanda, bu nasıl bir kap ki suyun rengi böyle gözükmektedir? Eğer bu günlere sorunsuz gelinmişse, geleneksel de olsa, Müslümanların hoşgörüsüyle gelinmiştir. “10 yılda 15 milyon genç yarattık yeni baştan” diye yeniliğe öykünenler! Suyun rengi hâlâ bulanık değilse, beğenmediğiniz eskinin etkisindendir.  Kayseri’si, Konya’sı hâlâ birlikte yaşama sanatını, eskilerin hoşgörüsüyle sürdürmektedir.

Bu türediler bu toplumdan mı çıkmıştır bu toplum bu türedilerden mi oluşmaktadır? Bir elinde sigara bir elinde pet şişe, şehrin merkezi yerlerinde dolaşanlara “O kadar şey isen, ayakta işe” diyerek ağzımızı bozmak zorunda kalmamalıyız.

İnsanı bırakın, “hayvana insan gibi davranan” bir toplumun mirasçısı olarak…

( Suyun Rengi başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 2.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.