(NE MUTLU CANINA isimli öykü kitabımdan bir hikaye...) 



Doğumhanenin önü tıklım tıklımdı. Çocuğun babasından amcasına, teyzesinden babaannesine kadar bütün yakın akrabalar buradaydı. Yirmiye yakın kişinin kapı önünde bekliyor olması bile hastane çalışanlarının dikkatini çekmişti.


Yarım saat olmuştu doğum başlayalı. On yıldır beklenen bir çocuktu bu. Tedaviler uzun sürmüş, umutlar hiç bitmemişti. Beklenen günün gelmesi inadına uzamış, dokuz ay dokuz yıl gibi geçmişti. Bir evin bir oğlu olan Fikret’in çocuk sahibi olması hem ailesi hem de hiç erkek çocuğu olmayan yakın akrabaları için büyük önem taşıyordu. O soyu devam ettirecek, O yüzleri güldürecekti.


Fikret Bereket mobilyacıydı. Apartmanlarının altında büyük bir dükkânda her türlü mobilya satışını yapar, sık sık dükkândaki mobilyalar değişirdi. Hanımı Süheyla ile görücü usulü bir evlilik yapmıştı. Süheyla’nın ailesi Fikret’i çok sever, ona damattan çok önemli misafir gibi davranır,  saygı ve sevgide kusur etmezlerdi.


Bir ara hemşirelerden Hidayet ameliyathaneden çıkıp hızlı adımlarla koridorun sonundaki odaya girdi. Duvar dibine çömelmiş, çocuğun amcası, halaoğlu ve büyük enişte hemen ayağa kalkmışlardı. Bir haber mi vardı acaba? Bütün başlar hemşireye çevrilmişti.


Ardından elinde pamukla yeniden ameliyathaneye girdiğinde herkes yeniden yerine oturdu. Kadınlar sessizce dua ediyor, yalvarır gözlerle ameliyathane kapısına bakıyorlardı.


Aradan on dakika geçmişti ki bebek sesi duyuldu. Beklenen çocuk dünyaya merhaba demiş, kapıda bekleyen bütün yüzleri güldürmüştü.


Hidayet hemşire dışarı çıktı, gülümsüyordu.


—Gözünüz aydın, nur topu bir gibi bir oğlan… Annesi de iyi. Biraz dinlensinler, odalarına alacağız, hemen ardından görebilirsiniz.


Kapı önünde sarılmalar, öpüşmeler başladı. Erkekler ellerini ceplerine atıp çıkardıkları paraları Hidayet hemşirenin cebine yerleştirirken, kadınlarda dualarını sesli yapmaya başlamıştı.


On dakika sonra bebek ve annesi özel odaya alındı, şimdi bütün yakınları buradaydı.


—Aslanım benim, babasının koçu!

—Oy babaannesi kurban sana!

—Teyzenle oyun oynayacak mısın?

—Ben kuzenin Suna!

—Ay ellerine bak, yumuk yumuk, yesin ellerini halası!

—Dede, bebek konuşabilir mi?

—Birkaç yıl bekle torun, hele Bismillah!

—Hadi çıkalım da dinlensinler…


Odada anne, baba ve bebek kalmışlardı. Küçücüktü. Henüz üç buçuk kiloydu ve herkes etrafında pervane olacağa benziyordu. Babası yanağından öpmeye bile korkuyor, cam gibi kırılacağını zannediyordu. Annesi göğsünü açtı, hemşire sık sık emzirmesini söylemişti. Kokladı. Cennet kokusu muhakkak ki buydu. Rabbine ne kadar şükretse azdı.


Birkaç gün sonra anne ve bebeği dört araba eşliğinde hastaneden çıkarıp evlerine götürdüklerinde Süheyla ve Fikret çok mutluydu. Nihayet on yıl sonra evlerinden çocuk sesi yükselmeye başlamıştı.


Şimdi tek sorun aylardır karar veremedikleri isim konusuydu. Bebeğin ismi ne konacaktı? Baba isim koymanın on yıldır bu günü bekleyen annenin hakkı olduğunu söylerken anne birlikte koymayı öneriyordu. Son aylarda baktıkları hiçbir isim sözlüğünde çocuklarına yakışan bir isim bulamamışlardı. Hiç biri uygun değildi.


Teyze çayları getirip salondaki herkes ikram etti. Bebek annesi için hazırlanmış yatağın hemen yanında süslü mavi beşiğin içinde uyuyordu. Henüz kirpikleri, kaşları bile yoktu. Bembeyazdı. Melek masumiyetiyle hakkında konuşulanları hiç bilmeden uyuyordu.


—Adını rahmetli amcamın adını koyalım Fikret’im, İhsan olsun adı, hem Allah’ın bir ihsanı bu!

—Hiç olur mu? diye itiraz etti küçük dayı. İsmini koyunca rahmetli amcan geri mi gelecek?

—Arda olsun.

—Çok klasik, bu aralar her doğan çocuk ya Arda ya Enes ya da benzeri! diye itiraz etti hala.

—Benim dedem vardı, Abdülcabbar. dedi, babaannesi. Herkes kendisine ters bakınca sustu. Israr etmeye hacet yoktu.


Komşu Zeynep karıştı söze.


—Çocuk ismine çeker derler, ona göre düşünmek lazım. Muhammet koyun derim ben!

—Olmaz, diye itiraz etti bu kez çocuğun babası.

—Muhammet ağır bir isim, hadi çocuğa kızdı birisi, kötü söz sarf etti! Nasıl kalkacağım ben bu yükün altından?

—İlahi Fikret Bey oğlum, adı olacak, kendisi değil ya.


Birkaç dakika sessizlik oldu odada. Herkes çayını yudumluyor, isimler öneriyor, birinin söylediğine diğeri itiraz ediyordu. Çocuk isimsiz mi kalacaktı? Elbet bir isim bulunacaktı.


Bebek ağlamasıyla herkes beşiğin etrafına koşuştu. Halası yavaşça alıp yanağına bir buse kondurdu, annesine uzattı. Erkekler müsaade isteyerek bahçeye çıkmışlar, kalanlarda mutfağa girip yemek hazırlığına koyulmuşlardı.


Yemek esnasında da konu dönüp dolaşıp aynı noktaya geldi. Yakında göbeği düşecekti bebeğin ama hâlâ bir ismi yoktu. Artık akrabalar neredeyse birbirini kırmaya başlamıştı. Kimse kimsenin önerdiğini beğenmiyor herkes isim koyma hakkının kendisinde olduğunu zannediyordu.


Aradan geçen bir hafta içinde çocuk ıslak tülbentlerle silinerek güya ilk üç banyosunu bile yapmıştı. İsim olayına mahalle esnafı, konu komşu, yakın şehirlerdeki akrabalar bile karışmaya başlamıştı.


Fikret ve Süheyla bebeklerini “Canım, cicim, bebeğim,” diye severken, diğerleri bu durumdan daha rahatsız oluyorlardı.


Fikret yolda giderken bile tanışları ona takılmaya “Görmemişin oğlu olmuş, isim beğenmemiş,” diye espriler yapmaya başlamışlardı. Geçtiği yerlerde tanımayanlar bile aralarında fısıldamaya başladığında Fikret’in oğlu on günlük olmuştu.


Süheyla ve Fikret bir akşam ilk kez yalnız kaldıklarında ilk konuştukları konu bu olmuştu. Süheyla da eşi de aynı fikirdeydi, bu isim bulma işi oldukça uzamıştı ve buna acilen bir çözüm bulunmalıydı.


Gecenin geç vakitlerinde birleşen fikirler başkaları için farklı gelecekti ama başka çözüm yoktu. Sabah erkenden uygulamaya koyacağına söz veren Fikret gece ağlayan bebeği ilk kez duymadığı derin ve huzurlu bir uykuya daldı. Süheyla yine nöbetçiydi. Yarım saat arayla çocuğuna süt veriyor, iki saatte bir altını değiştiriyor, uykusuz gözleriyle çocuğunu öpüp kokluyor, Yaradan’ına her nefeste şükrediyordu.


Fikret sabah kahvaltısını dükkânında simit ve çayla yapmış, elamanı Vahit’e fotokopiyle çoğaltması için yazdığı dosya kâğıdını uzatmıştı. Tam iki yüz fotokopiyle geri dönen Vahit bile okudukları karşısında şaşkınlıkla gülümsüyordu.


“Bereket Mobilya’nın sahibi Fikret Bereket, yeni doğan oğluna isim arıyor!


Oğlumuza uygun ismi bulduğunu düşünen dostlarımızın,  küçük bir kâğıda yazacakları isimle mağazamıza gelmeleri ve kâğıtlarını çekiliş kutusuna atmaları gerekmektedir. Noter huzurunda çekilecek olan isim töreninden sonra yemek ziyafeti verilecek olup tüm akraba, komşu, tanıdık ve dostlarımıza duyurulur.”


Fikret’in ve Süheyla’nın tahminlerinden daha çok katılım olmuş, el ilanını başkasından görenler bile küçük kâğıda yazdıkları isimlerle mobilya dükkânına gelerek, Fikret’in özenle hazırladığı mobilya sandığına oy verir gibi heyecanla yazdıkları isimleri atıyorlardı.


Akşama kadar üç yüze yakın kişi gelip gitmiş, akşam yapılacak şenlik için de hazırlıklar başlamıştı. Sokak baştanbaşa masa sandalyelerle donatılmış, bembeyaz masa örtüleri, peçeteler, sürahiler muntazam şekilde hazırlanmıştı. Süheyla çekiliş saatine doğru bebeğiyle dükkâna geldiğinde eşini hazırlıklar için koşturur vaziyette buldu. Bütün masalar tıklım tıklım dolmuş, bazı misafirler de ayakta kalmıştı. Konu komşunun çocukları dükkânın dışına asılmış renkli balonları almaya, görevli garson ve yardımcılar da çocukları dükkân önünden çekmeye çalışıyorlardı.


Noterin gelmesiyle yemek servisine başlanmıştı. İsteyene pilav üstü kuru, salata, isteyene döner ve ayran ikramı yapıldı. Herkes önce afiyetle yemek yemiş, ardından çalan müzikle oynayan çılgınları seyretmeye başlamıştı. Adeta bir düğün havası vardı. Oğlunun doğumuna da böylesi bir şölen yakışırdı.


Ardından Fikret’in noter beyle birlikte sandığı açmasına sıra geldi. Herkes sustu. Etrafta çocukların sesinden başka hiç ses yoktu. Soluklar bile tutulmuş gibiydi.


Noter bey önce kendisini tanıttı ve açılacak ismin çocuk için hayırlı olmasını temenni etti. Herkes ama en çok da Süheyla ve Fikret heyecanlıydı.


Kahverengi sandık açıldığında takım elbiseli, hafif kilolu noter, elini sandığın içine daldırdı ve kâğıtları iyice karıştırdı. Ardından bir küçük kâğıtla elini çekti. Süheyla’nın o sahnede gözlerini kapattığını tek fark eden eşi Fikret olmuştu.


 

Ertesi gün Fikret erkenden nüfus müdürlüğüne gitti. Nihayet çocuğunun nüfus cüzdanını çıkaracaktı. Memur kendisine uzatılan, doğum raporunu, nüfus kayıtlarını ve kimliği alırken sordu;


—Ne olacak çocuğun ismi?


—Adıgüzel Bereket.

 

Son

( İsim Aranıyor başlıklı yazı F.Ç.Kabadayı tarafından 9/4/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu