Konaklar köylerin ve mahallelerin ortak malları olabildiği
gibi, daha çok varlıklı ailelerin, hem kendilerine, hem konu- komşuya,
hem de dışarıdan gelecek konuklara ve gariplere açtığı özel mekanlardır.
Köylerde ki kısmen varlıklı aile sayısına bağlı olarak konakların da
sayıları üç, beş, yedi biraz büyük köylerde belki on civarında
bulunurlar. Uygun arsa bulunduğunda bunlar genelde köylünün geçiş
yolları üzerinde olmakla birlik, çoğunlukla evden ve aileden kısmen uzak
hakim bir yer ve özel konumdadır. Çevrelerinde insanların dışarıda da
zaman tüketebilecekleri ya küçük bahçeleri, yahut bir miktar boş alanlar
mutlaka bulunur. Konak, sahipli olsa da daha çok kendi kimliği ile var
olan bir yapıdır.
Bu konaklarda ibadet edilir, ama,
buralar asla cami değildir, buralarda hayata dair çok şey öğrenilir ve
öğretilir, ama, asla birer medrese değildir, buralarda pek çok oyuna ve
eğlenceye yer verilir, ama, asla kahvehane değildir. Buralarda yemek
yapılır, çay da içilir, ama, asla bir imarethane değildir. Buaralara
zaman zaman tarikat büyükleride uğrar, zikir de yapılır, ama, asla birer
tekke ve zaviye değildir. Buralar belki de bunların tümünden birer
parça kopararak kendini var eden özel yapılardır.
Bu
yapılar genelde bir başlarına emek verilerek yapılmış sağlam yapılardır.
Elbette biz daha çok taş ve kerpiçle örülen, içerisi tepeden tırnağa
ahşapla döşenmiş, yer yer özel süsleme ve figürlere yer verilerek dizayn
edilmiş olanlarını tanıdık. Benim bu kısacık yazımda, size anlatmaya ve
tanıtmaya çalışacağım konak ve konak kültürü benim doğma yerim de olan
Bayburt ve onun köylerine ait, benim de içinde zaman zaman bulunduğum,
daha çok cocukluğumu yaşadığım; çayından-çorbasına kadar biraz da
hizmetinde bulunduğum yerler olacaktır...
Bu konaklara
dışarıdan baktığınızda gerek büyüklüğü, gerek görkemi itibariyle, diğer
köy yapılarından farklı ve ayrıcalıklı oldukları hemen anlaşılır. Bu
konakların, garip-guraba öncelikli olarak düşünüldüğünden çoğunluğunun
anahtarı dışarıda ya uygun bir yerden asılıdır, buralar genelde
çocukların ulaşamayacağı yerlerdir, yahut o kocaman ve siyah anahtarlar
kapının üzerindedir. Yaklaştığınızda sadece size anahtarı bükerek içeri
girmek düşer. Kapılar da, yapılara uygun olarak süslü ve görkemlidir.
Girdiğinizde sizi bir avlu karşılar, bu genelde konağın büyüklüğünün
yarısı kadar bir yerdir. Burada tuvalet, abdest yeri, yakacak koyulacak
bir alan, mutlaka bir ocaklık, büyüklerin yanında sigara içemeyen
gençler için oturulacak divan ve sedirlerin bulunduğu da görülebilir.
Yiyeceğinden, yakacağına bu yerler için yaz boyunca özel hazırlıklar da
yapılır... İç kapı, şekil ve görünümü itibariyle, konağın içinde nasıl
bir güzellikle karşılaşacağınızı, ilk baktığınızda az çok kulağınıza
fısıldar. Kapıyı araladığınızda o uhrevi ve derin sessizliği fark
edersiniz...Tavanlar mutlaka ahşap süslemelidir. Duvarlarda yine
ahşaptan mutlaka bir kitaplık ve ya kitaplık gözü bulunur. Çoğu yerde
tek kitap olan Kur’an mutlaka ayrı bir yere ve en yükseğe asılı durur.
Burası kişilerden daha çok nesillere ait olduğundan; duvarlarda asılı
bastonlar, eskilerden kalma kılıçlar, kamalar gibi eşyalar görmemiz de
mümkündür. Mutlaka iki duvar boyunca oturmak için sedirler, sedirlere
yayılmış minder ve şilteler bulunur. En büyük şilte kapıdan girdiğinizde
gözünüzü hemen alan, en hakim köşede bulunur ve diğerlerinden biraz
büyükçedir. Orası genelde konak sahibine, yahut yaşta ve yolda büyük
olanlara aittir. Bu sakinlerin olmadığı zamanlarda da kullanmak pek
uygun olmaz ve çoğu zaman hatıra binaen boş durur. Değerli halılar,
kilimler, ısıtmada kullanılan bir soba, kapı girişinin sağında ve
solunda; bir yanda yüklük bulunur daha çok kapalı olarak tutulur ve
buralarda misafirler için yataklar bulunur. Diğer yanda yine misafirlere
su gerekli olduğunda hamam, yahut kehriz tabir edilen yıkanmak için
uygun mutlaka kapalı bir alan bulunur. Aydınlatmada, evlerde
bulunanlardan daha büyük lüks yahut değişik lambalar da asli
unsurlardandır...
Eğer evin uygun bir yaşlısı yoksa,
konaklar sabahleyin pek açılmazlar. Özellikle uzun geçen kış aylarında
öğlenle ikindi arası kısa bir süre kullanıma açılır. Konaklar daha çok
uzun kış geceleri ve özel günler için anlamlıdır. Akşam namazını kılan
er kişiler-erkekler çoğu siyah ve uzun sakolarını omuzlarına atarak
konakların yolunu tutarlar; başlarında bir kasket, yahut fes mutlaka
bulunur, çoğunlukla da sarma sigarayı tüttürerek yol alırlar.
Geldiklerinde onları karşılayacak konak sahibinin ailesinden gençler ve
çocuklar mutlaka bulunur. Bunların görevi çoğu zaman hoşlanmasalar da
büyüklerine hizmetten ibaretttir. Oturma düzeni inanılmaz hiyerarşiktir.
Çoğu konuğun yeri zaten önceden bellidir, belki de yıllarca aynı yerde
oturmaktadırlar...Halde, yaşta ve yolda saygın olanlar üst sedirlere
otururlar, orta yaşlılar sedirlere yaslanma imkanı veren yer
minderlerine, gençlerse giriş kapısının her iki yanına yakın, yüzleri
cemaate dönük olarak otururlar.
Her günün kendiliğnden
oluşan mutlak bir konusu olduğu gibi, bir de değişmez hikayeleri olur.
Bizim zamanımızda çoğu yaşlılar gazi olduğundan, bolca seferberlik
hikayeleri dinlerdik; öyle hikayeler ki; Çanakkale’den Kafkaslar’a;
Hint’den Yemen’e sürüp gider bu hikayeler...Bu hikayelerin en acı vereni
daha çok seferberlik ve çekilen yokluk, yoksulluk, yetimlikler ve
savaşlardan bir daha dönmeyenlerin hikayeleri...Bir dede söz alıp da;
"Yemen’de on altı amcam gitti ve hiç biri dönmediler" dediğinde,
yutkunmaktan başka elinizden hiç bir şey gelmez. Kur’an az çok mutlaka
okunan ve okunması gereken bir kitaptır. Yine okuması güzel olanlardan
dinlenilen Hz.Ali cenkleri, ilmihale ait bilgiler, yine bitip tükenmeyen
askerlik anıları ve daha çok gurbete gidenlerin dillendirdiği İstanbul
hatıraları ki, son devirde bunlar karşımıza daha çok Almanya hatıraları
olarak gelecektir. Burada köye çoban tutmakta dahil, bir yıl boyunca
köyde olan ve olması ihtimal, bütün olaylar görüşülür,
konuşulur..Nişanlar, düğünler olur, şerbetler içilir..Özellikle kışın
davulsuz düğün olmaz...Bütün bu olup bitenler arasında gençler an’ı ve
saati geldiğinde mutlaka kahveleri ve çayları hazırlamış olurlar, bu
işler alışıla geldiğinden kendiliğinden gerçekleşiyor gibi doğaldır.
Bazen bunalan, kaçan gençler olsa da, bunlar sözle ikaz edilir, bazen
sopa yenildiği de olağan şeylerden olur. Burada bütün rollere ait,
görmüş- geçirmiş örnekler olduğundan her kuşak yeterince hayat dersi
almış olur. Bütün terbiye kurallarının öğrenildiği en önemli mekanlardır
aynı zamanda. Sosyal hayatın ve toplumsallaşmanın can damarıdır demek
sanırım daha doğru bir söz olacaktır.
Pencerelerini
daha çok sardunya ve küpe çiçeklerinin bölüştüğü bu konaklar artık yok
gibi, olanlar da yorgun, mahsun ve kimsesizdir... Konağın boş saatlerine
dek düşürerek kakül devirip çiçekleri sulayan genç kızlar da yok artık.
Adını, adresini, kimliğini dert etmeden, kendi elleriyle kapıyı
aralayıp, gecelerini geçiren yolcular, o garip- guraba da yok
artık...Hepimiz bir tür konup- göçmeye devam etsekte, döndüğümüzde, daha
çok herkesi bir arada görme şansı veren, özlemlerimizi tavan aralarına
sakladığımız bu mekanlar yok artık. Hepimiz kendi köylerimizde ve kendi
evlerimizde konup- göçüyoruz...En acı vereni de, bastonuna dayanmış,
ışıl ışıl gözleri ile yazın uzakları kollayan, kışın derinleri dinleyen
yolda kalmışlara kapı aralayacak dedelerimiz yok artık...
Hey gidi hey ! Bu çoklukta, bu yokluk necedir kim bile? Kim bile,
belki de kapı koluna asılıp, anahtarı çevirecek bir el aramaktalar...
Hayrettin YAZICI
.