EĞİTİM SİSTEMSİZLİĞİ
Eğitim, bir milletin en çok önem vermesi gereken alandır. Gençlerinizi, çocuklarınızı nasıl eğitirseniz o şekilde bir geleceğe sahip olursunuz. Milletler, yüzyıllar sonrasına kalabilmek için çocuklarına en iyi eğitimi vermek zorundadır.
“Bir ülkenin geleceği, o ülkenin insanlarının göreceği eğitime bağlıdır.” diyor Albert Einstein. Çocuklarınız fikir üretmeye, bilimsel çalışmalar yapmaya, özgür düşünmeye, belli kalıplara bağlı kalmadan yenilikler yapabilmeye uygun eğitim alırsa özgüvenleri yüksek ve ufku geniş bireyler olurlar, ülkeyi de o derece ileri götürürler. Bunun tam tersini düşünürsek belli kalıpların içinde sıkışmış ve kendisine verilenle yetinmeyi kural edinmiş bir eğitim sistemi uygularsanız, yöneten ve üreten değil, sadece emredileni uygulayan bir nesil yetiştirmiş olursunuz.
Milletlerin uzun soluklu eğitim sistemi olmalıdır. Ne zaman, nerede, nasıl hareket edileceği belli olan eğitim sistemleri… Eğitim öğretim hayatına başlayan bir çocuk hangi kriterlere göre hangi okullara gidebileceğini bilmeli, veli de çocuğunun eğitim seyrini önceden bu kriterlere göre planlayabilmelidir.
Ülkemizde ne yazık ki yıllardır bir eğitim sistemsizliği, eğitim kaosu yaşıyoruz. Ortalama üç yılda bir değişen sınav sistemi, her bakana göre değişen eğitim planlaması, her yıl değişen öğretmen politikası ve geleceğin ne olacağını bilmeden hareket eden öğretmenler, veliler, öğrenciler…
Öyle bir sistemsizlik içindeyiz ki çocuğumuzun altı ay sonra hangi liseye hangi sistemle gireceğini bilmiyoruz. Yine öyle bir sistemsizlik içindeyiz ki bir yıl sonra üniversite sınavına girecek gencimizi hangi sistemle nasıl bir sınava sokacağımızı da tahmin edemiyoruz, çünkü sürekli değişen bir şeyler var.
Yine öyle bir sistemsizlik içindeyiz ki birinci sınıfa başlayacak çocuğumuzun kaç aylıkken başlaması gerektiğini bile ölçüp değerlendiremiyoruz.
4 + 4 + 4 eğitim sistemine geçilme sürecinde, 2012 Haziran’ında TBMM Dilekçe Komisyonuna bir dilekçeyle başvurdum. Dedim ki: “60 aylık çocuğun parmak kasları gelişmediği için birinci sınıfa başlaması uygun değildir, ayrıca 60 aylık bir çocukla 72 aylık çocuğun aynı sınıfta ders görmesi de doğru değildir, biri fizik, kas ve beyin olarak daha ilerdeyken diğerinin ona uyum sağlaması zordur, öğretmen bu iki gruba aynı eğitimi veremez. Bu yüzden ilkokula başlama yaşının 72 ay olması gerekir. Ana okulları zorunlu hale getirilerek 60-72 ay çocuklarının gelişiminin sistemli şekilde sağlanması daha doğru olacaktır.”
3 Temmuz 2012 tarihli bir yazıyla TBMM dilekçe komisyonu bana cevap verdi ve şöyle diyordu yazıda: “Dilekçi: Dilekçe sahipleri, yeni yasayla değişen ilköğretime başlama yaşının, önceki düzenlemelerde olduğu gibi 72 ay olarak kalmasını talep etmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığından alınan cevabi yazıda, 30.03.2012 tarihli ve 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kurumlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un uygulamasına ilişkin çalışmaların Bakanlıklarda yürütüldüğü bu kapsamda Genelge yayımlandığı söz konusu Genelge’de 2012-2013 Eğitim ve Öğretim yılında okula kayıt yaşının 30 Eylül 2012 itibariyle 66 ayını tamamlamış olmak şeklinde belirlendiği bildirilmiştir.
Gereği Düşünüldü: Dilekçeler ve ilgili idarenin cevabi yazısı incelenmiş olup idarece beyan olunan açıklamalar dışında 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun ile TBMM İçtüzüğünün 116’ncı maddesi uyarınca dilekçe hakkında Komisyonumuzca başka bir işlem yapılamayacağına karar verildi.”
Ve yazı altında Komisyon üyesi beş milletvekilinin imzası…
Birkaç gün önce basında bir haber yer aldı. Bakınız ne deniyor haberde: “ … Milli eğitim müdürlüklerinin, şubat ayı başında okullara gönderdiği yazıda, 60-66 aylık çocuklarla 66-80 aylık çocukların aynı sınıfta eğitim almalarının hem bedensel, hem de pedagojik yönden olumsuzluklara neden olduğunun bakanlık denetçilerince tespit edildiği belirtildi. Okullara gönderilen yazıda, ‘2013-2014 eğitim öğretim yılında şubelerin öğrencilerin aylarına göre oluşturulması’ istendi. Ancak halen bir arada okuyan 60-80 ay arası çocukların durumun ne olacağı ise merak konusu oldu”
İlköğretimde 6, 7 ve 8. Sınıflarda her yıla SBS getirildiği dönemde, dersler başladıktan birkaç ay sonra bir yazı yazmış ve şunu demiştim: “Bu sistem yanlış, ben dershaneciyim, bu sistem benim işime yarıyor ve ben bundan para kazanıyorum; ama çocuklarımız bu sistemle heba olacaklar. Bunun hemen kaldırılması lazım.”
Benim bu yazımdan üç yıl sonra MEB sistemin yanlışlığını fark etti ve uygulamayı kaldırdı. Yine o zaman şunu iddia etmiştim: “Milli Eğitim Bakanlığı’nda çocuk gelişimi ve eğitim uzmanı olduğunu sanmıyorum. Eğer olsaydı bu sistemi onaylamazlardı.”
4 + 4 + 4 eğitim sistemi getirildiğinde de aynı iddiada bulundum. Bugün iddiamın doğru olduğuna emin oldum.
Ne yazık ki bakanlığımızda eğitim uzmanı, çocuk gelişimi, çocuk psikolojisi uzmanları mevcut değil. Mevcutsa da vazifesini yapmıyor, yapamıyor.
Ve yine ne yazık ki bir eğitim sistemsizliği içinde sürüklenip gidiyoruz.
Çözüm mü? Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Eğitim Başkanlığı adıyla özerk bir kurum olmalı, hükümetlere göre bakan (başkan) değişmemeli ve bu başkan mutlaka öğretmen olmalı, 7 yılda bir öğretmenlerin seçimiyle başkanlığa gelmeli, ülkede neyin ne zaman nasıl olacağı belli olan bir sistem kurulmalı.
Yoksa biz daha çoook nesil heba ederiz.