Geçmişe özlem, her insanın fıtratında vardır.Hüzünlenir, sevinir, güler, ağlar döneriz geçmişimize. En güvenilir limandır yerine göre...Çocukluk yıllarımızı ve o yıllara ait özel anları hiç ama hiç unutamayız.Neden? Onlar, kirlenmemiş beyinlerimize saf damlalar halinde düşen bahar yağmurları kadar verimli ve önemli anlardır.O dönemde ki anılar bugün ki gibi aklımızdadır.Çepersiz, çetrefilsiz ve çeşit çeşit...
Mahallenin Ketum Bakkalı Osman, Muhtarı Arif, İmam Cemal, Ayyaş Ünsal'ı, Şıllık Şadiye'si, Meraklı Nazife'si, Kasap Mesut, Altın Makas Tevfik , Afilli Cemal, Artis Figeni v.s hepimizin böyle tipleri yok mudur?.
Ya da hangimiz izlediğimiz filmlerde baş rol oynamadık.Filmin en bilindik sahnelerinden,ağaç altı buluşmasının namahrem anını yaşamadık.Kim diyebilir ki,iyilere zulmeden kötülere lanet okumadık.Ara bozuculara galiz küfürler etmedik.Her dönemin, her kuşağın kendine has argümanları vardır.O dönemi yaşayan o kuşağın temsilcileri anlayabildiği veya anlatabildiği kadar var olur o zaman diliminde...Benim gibi seksen kuşağı ve öncesi olanlar daha bir şanslıdır bana göre...Çünkü,mum ışığında ders çalışırken birden televizyona bakan gözlerimiz oldu, hem de üstü kaneviçeli...Siyah beyaz sihirli kutular bir anda rengarenk kutulara dönüşüverdi.Kanal sayısı birden ikiye sonra sonsuza çıktı.Ayağımıza daha kara lastik alamazken,birden etrafa nispet yaparcasına afilli korna ile "dat dat" bastığımız dört kara lastikli tomofile biner olduk. İki zıt dönemin en dolambaçlı mozağini yaşayanlar olarak; bugün üst düzey teknolojinin mutsuzluğunu ne de çabuk kavrayabiliyoruz. Sevginin, komşuluğun, paylaşmanın zirve noktasından, kapıların en yakın akrabaya bile açılmadığı bu günler de kalbi sıkışan en şikayetçi kesim biziz belki de...Neden?
Çünkü, var olanın olmayanı sorgusuz sualsizce anlayabildiği dönemlerde beraberce çorbalara kaşık sallanmıştır. Bonosunu ödeyemeyen Memur Ahmet'in imdadına komşusu Manifaturacı Remzi yetişmiştir.Fırıncı Kemal'in efil efil kokan pidesine katık, beyaz peynir ve domatesidir, paylaşmayı bilen gönülleri kadar doğal o insanlara…Hasta olan veya hastası olanın refakatçileri tüm mahallelidir. Sırayla ve güleç yüzlü olarak...
Camiye, cemaate, kahveye iki gün artarda gelmeyenin sorup soruşturulduğu günlere kim kurşun sıktı? Düğünler, davetiyenin allısına tellisine bakılmadan dolar taşardı.Cenazelerde hazır okunmuş yasinler,kiralık cemaatlar olmazdı.Evlenemeyen fakir fukara,garip gurebayı mahalleli imece usulü evlendirirdi.Yetimlerin başı okşanır, beyaz delikli fileler gün kararınca eve girerdi. Çeyreğin çeyreği altın henüz icat edilmemiş, altın suyuna batırılmış bakırlar elleri ve boyunları süslememişti o yıllar. Sanat çeşit çeşitti. Müzik kısım kısımdı. Gündelik bestecikler yoktu.
Şimdilerde ne eksik? Neden bu kültürü aktaramadık çocuklarımıza? Neden?
Şimdi ise çok ama çok katlı ve büyük AVM’ler var. Onlar, cumbalı, az katlı, pencerelerinde begonyaların, kasımpatıların neşv'ü nema bulduğu birbirine yakın mahalle evlerinin yerine kondular, konduruldular…İnsanlığın yerlerde süründüğü bu yıllarda herşeyimiz var maddi olarak. Lakin, gönüllerimiz taş, sevgilerimiz suni ve anlık. Binbir türlü hile desise ve insanlık dışı olaylar yaşanıyor akla hayale gelmeyen…Üçüncü sayfa haberleri artık sürmanşet atılır oldu. Kan ve gözyaşı billur sularımızdan çok akar oldu.
Fazla söze hacet var mı bilmem...Neyse...