Babam elinde tuttuğu baltayı gösterirken;
-Selim bak, sana yeni balta aldım ! Hem de arkadaşlarını getirdim. Beraber kırarsınız odunları. Ben Bıdbıd Yasin Amcaların düğününe gideceğim.
Sevinsen mi üzülsen mi bilemedim. Bizim, burada canımız çıksın, beyimiz düğün dernek dolaşsın. Ohh ne ala memleket. Neyse ki SS ler buradalar.
Önce Semih sonra Samet;
-Kolay gelsin Selim dediler.
-Hoş geldiniz, sizi görünce bu kadar sevineceğimi hiç düşünmemiştim. dedim
Başında ki bereleri ve montlarını çıkarmaya başlamışlardı. Semih;
-Tabi ki sevinirsin, kim olsa sevinir. Şu, dağ gibi odun tek başına kırılır mı? Allah’tan İbrahim amca yevmiyeleri verdi de…
Samet, hemen öksürmeye başladı.
-Öhhh öhhhö !!!
-Semih, olayı toparlama gayretine girdi. Samet ne saçmalıyorsun, biz Selim’e yardım etmeye geldik değil mi?
-Şeeeyyy! Selim, şeyy demek istedim.
Dilerseniz öncelikle Tarık bin Ziyad’ın bilinen yönlerini kısaca bir ele alalım. Daha sonra sizleri farklı yerlere götürmek istiyorum. Tarihçilerin ifadelerine göre Tarık bin Ziyad, Emevî Halifesi Velid bin Abdülmelik döneminin Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr’ın azatlı kölesi Berberi asıllı Ziyad’ın oğludur. Vali Musa bin Nusayr, azatlı kölesi Ziyad’ın oğlu Tarık’ı iyi keşfetmiştir. Tarık bin Ziyad’ın sağlam kişiliği, kahramanlığı, kalp kuvveti, etkili hitabeti ve ikna edici konuşmaları, Vali’nin gözünden kaçmamış ve O’nu Endülüs’ü (İspanya) fethetmekle görevlendirmişti. Endülüs’te o dönemlerde Vizigotlar hüküm sürmekteydi. Başlarında ise Kral Rodrik vardı. Tarık bin Ziyad, yanına dört gemi ve yedi bin asker alarak Endülüs’e doğru yola koyuldu. Askerlerini karaya çıkardığında, ani bir karar verdi ve askerlerinin sayıca kendilerinden çok fazla olan düşman askerinden korkup kaçma ihtimaline karşı gemileri yaktı.
Hepimiz şaşırmıştık. Hep bir ağızdan bağırdık;
-Ne gemileri mi yaktı?
Dedem kaldığı yerden devam etmek üzere;
-Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok… Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, önce bizzat kendi canımdan başlıyorum. Bu konuşma askerleri rahatlatmış, cesaretlendirmişti.
Samet, Salih ve ben dedemin anlattığı bu zatı çok sevmiştik. Heyecan içinde dinliyorduk. Tüm yorgunluğumuza rağmen merak içindeydik. Dedem kaldığı yerden devam etti.
-Aslanım hoş geldin! Endülüs Fatihim, bi tanem! Evimin direği, can yoldaşım! Çocuklarımın babası, hoş geldin! Gözümüzü yollarda koydun, seni çok özledik. Allah’a şükür sağ salim geldin! Seni bize bağışlayan Allah’a şükürler olsun! Evine, ocağına hoş geldin! demesini bekliyorsunuz. İşin aslı ben de bu türden bir ifade kullanmasını beklerdim.
Ama Tarık bin Ziyad’ın eşi böyle şeyler söylemiyor. Ne diyor peki? Kapıda kocasını karşılıyor ve başlıyor bağırmaya:
- Nerde kaldın sen? Evin yolunu unuttun! Beni ve çocuklarını da hatırlar mıydın? Evin yolunu kim gösterdi sana? Memleketi kurtarmaktan bize sıra geldi mi? Biz burada aç sefiliz. Başımızda erkek yok. Canın istediği zaman gelip istediğin zaman gidiyorsun. Burası senin evin mi otel mi?
Tarık bin Ziyad… Koskoca komutan… Endülüs Fatihi… O kocaman orduları dize getiren Tarık bin Ziyad’ın hanımı, neler söylüyor? Olacak şey mi? Tarık bin Ziyad’ın beraberinde ki komutan ve askerler çok şaşırıyorlar. Ve kendi kendilerine diyorlar ki:
- Eyvaaaaahh! Zavallı kadın, şimdi yandı. Bizim komutan şimdi bu kadının ağzını burnunu dağıtır. Mahvoldu kadıncağız. Ama korkulan olmuyor. Tarık bin Ziyad, hanımının ağzını, burnunu dağıtmıyor. Eşine el kaldırmıyor. Bırakın el kaldırmayı, o koca komutanın ağzından tek bir söz bile çıkmıyor. Sadece eşini dinliyor ve susuyor. Askerleri bakıyor manzaraya ve önce duruma bir anlam veremiyorlar. Sonra yine kendi kendilerine diyorlar ki:
-Vay be! Şu koca komutana bak be! Kocaman orduları dize getiren Tarık bin Ziyad! Evde ki kadından tırstı. Biz de komutanımızı kazak erkek bilirdik. Yazıklar olsun şu kadına! Askerler, manzara karşısında komutanlarının yüzüne bakıyorlar ve bir açıklama istiyorlar adeta. Tarık bin Ziyad, askerlerinin ne demek istediklerini anlıyor. Askerlerinin gözlerinin içine baka baka diyor ki:
-O benim eşimdir. O benim hayat arkadaşımdır. Çocuklarımın anasıdır. Bildiğiniz gibi çok uzun seferlere giderim. Evimin ve çocuklarımın yükü hep onun omuzlarına kalır. Yerine göre çocuklarımın hem anası hem babası olur. Benimleyken ve ben uzaklardayken, başımı önüme eğdirmez. Evimize ve çocuklarımıza sahip çıkar. Çok cefa çeker. Hiddeti bu yüzdendir. Yüreğinde bir kötülük yoktur. O, benim başımın tacıdır. Bana bu kadarcık bağırmasına nasıl kızabilirim ki!
İşte çocuklar! Bizler böylesi ecdadın torunlarıyız. Heybet, celadet ve kahramanlığı savaş meydanında bırakıp…Merhamet, asalet ve halim selim bir halle evine ve eşine gelmesi…Eşinin ona tepkisi karşısında susması ve onu anlaması…Asıl fetih budur. Gönül fethetmek…Gemileri yakmak kadar önemli bir tavırdır bu…
Çaylarımızı içtik. Samet ve Semih izin alarak evlerine gittiler. Yüzlerinde öylesine mutlu bir tablo var ki…