Her akşam yemeği sonrası tandır başında dinlediğimiz hikayelerin tadı da adı da hep aklımdalar. Çocukluk hevesi ve temiz dimağla dinlediğimiz için mi unutmuyorum? Bilemiyorum. O zaman ki yaşanılanları ve anlatılanları paylaşmanın hazzı da ayrı bir haz kaynağı ayrıca. Rahmetli dedem, anlattığı hikayelere yöresel ağızla "Hekat" derdi. Tandıra güveç içinde konulan yemeğin tadını anlatmam mümkün dahilinde değil. Hele de yanında taze pişmiş tandır ekmeği varsa keyif ve lezzet ikiye hatta üçe katlanır.

Bu doğal güzelliklere güzellik katan asıl sebep ise ataerkil yaşadığımız ve paylaştığımız anlarımızdır bana göre. Yaşanılan ve bizlerin içinden çıkamadığı zorluklarda, sıkıntılarda; büyüklerin olayı bir iki hamle ile hemencecik çözmeleri, elleri nasırlı, alınları nurlu o büyüklerimizin mutluklarını damla damla benliğimize damıtmaları unutulacak gibi değil. O günleri yaşamış olmanın hazzıyla bugün nefes alabildiğime inanıyorum nedense...Yine böylesi bir akşam üzeri; rahmetli dedem bizleri etrafına topladı. Yapılan günlük "yarenlik" sonrası, o günkü hekatına geçme hazırlığı yapıyordu. Pamuk beyazı sakalını, kanı çekilmiş damar damar elleriyle iki üç defa sıvazladı. Her işe başlarken yaptığı gibi Besmelesini çekti. Tam hikayeyi anlatacakken araya girdim. Bir iki heyecan öksürüğü sonrası;

-Dede, sana bir diyeceğim var iznin olursa.

Gülen gözleriyle bana doğru baktı;

-Yanıma gel dedi.

Alt baştan dedemin yanına bir zıplayışta geçiverdim. O sıcacık elleriyle başımı sıvazladı.

-Sor bakalım dedi.

Önce babamın, sonra anemin yüzüne baktım. Onlar da başlarıyla onay verince; sorumu sorma zemini hazırladım. Nasıl anlatsam diye düşünüyordum. Çünkü, Fen dersinde öğretmen;
Allah'ın varlığı, ahiretin var olup olmadığı, insan neslinin aslında maymundan geldiğini ve bu yüzden her yaptığıyla sorgulanamayacağı gibi bir çok konuyu kendi üslubunca anlattı. Belleklerimiz ve bildiklerimiz adeta alt üst olmuştu. Bir çok arkadaşım gibi benim de kafam iyice karışmıştı. Durumu dedeme olduğu gibi anlattım. Dedem, o gülen yüzüyle başımı göğsüne yaklaştırıp alnımdan öptü ve ;

-Size bugün Zaloğlu Rüstem'in Hekatını anlatacaktım.Madem, bu konuya girdin, size Mevlana ile Şems'in bir hekatını anlatayım. Kıssadan hissemizi nasiplenelim. Dedi.

Hepimiz, heyecan içinde dedemin anlatacaklarını meraklı gözlerle bekliyorduk. Sonra, tatlı ve naif sesiyle anlatmaya başladı;

-Hazreti Mevlana, dergahında yetiştirdiği müritleriyle hem bulunduğu Konya ilini hem de ülkesinin güzelleşmesi için uğraşıyordu. Size daha önce Mevlana ile Şems'in nasıl karşılaştıkları anlatmıştım. Hani, müritleriyle çarşı pazar gezerken; Şems Hazretleri bir görünüp bir kaybolarak, Mevlana'ya ; "Beni bul, beni bul "demişti ya, sonra uzun aramalar sonrası Mevlana onu bulmuş ve ölene dek beraber yaşamaya başlamışlardı.İşte, onların bu dostluğunu kıskananlar ve inkarcı grupların yaptıklarını yer yer size anlatmıştım hatırlarsanız.
 
Bugün anlatacağım hikaye de ise; yine inkarcı bir grup, aralarında seçtikleri üç kişilik heyeti Mevlana dergahına yollarlar. Amaçları; Mevlana ve Şems'i zor duruma sokmak ve halk arasında onları küçük düşürmektir. Selam verir ve Mevlana'nın yanına giderler. Destur aldıktan sonra ,ona üç adet soru soracaklarını beyan ederler. Mevlana Hz. onlara işinin olduğunu ve yan odada ders veren Şems Hz.ne gitmelerini söyler. Bu duruma canları sıkılan adamlar, bir şey demeden yan odanın kapısını tıklarlar. İçeride müritlere ders veren Şems, onları içeri buyur eder ve biraz beklemelerini söyler.
O arada, Şems Hz'nin elinde kerpiç bir tuğla vardır ve müritlere teyemmümü anlatmaktadır. Ders bitince Şems Hz. heyete döner ve maksatlarını sorar. Heyetin sözcüsü, kendilerince hazırlamış oldukları kazık soruları bir an önce sormanın ve yaşayacağı keyfin heyecanını iliklerine kadar hisseder. Bir iki öksürük sonrası, Şems Hz.ne yönelerek;

Hoca, size üç soru soracağım. ilki şudur; Allah'ın var olduğunu söylüyor ve halka onun varlığını anlatıyorsunuz. Var olan bir şey görülmez mi? Allah var ise bana gösterir misin?

Olanları sakin bir şekilde izleyen Şems, inkarcı grubun sözcüsüne dönerek;

-İkinci ve üçüncü soruyu peş peşe sormasını ve cevabını öyle vereceğini ifade eder. Sözcü durumu anladıktan sonra sorularını sorar.

- Şeytanın var olduğunu ve onun ateşten yaratıldığını sonra da onun cehennemde ateşte yanacağını söylüyorsunuz. Hiç, ateş diğer bir ateşe acı ve azap verebilir mi? Üçüncü ve son sorum da şu; İnsanlara ahiretin var olduğunu söylüyorsunuz. Onlar da size inanıp Cennetin hevesi, cehennemin korkusunu içlerinde yaşıyorlar. İnsanları kalıplara sokup neden emirler yağdırırsınız? Rahat bırakın da, insanlar ne isterlerse onu yapsınlar.

Şems Hazretleri, ayağa kalkar adama doğru yürür ve elinde bulunan kerpiç tuğlayı adamın kafasının ortasına indirir.Canı yanan adam ve diğerleri beklenmedik bu hareket sonrası ne yapacaklarını bilmeden dışarı çıkarlar.Hiç vakit kaybetmeden derhal Kadı'ya giderler. Durumu Kadıya bir bir anlatırlar. Kadı, hakkında şikayet olan Şems'i olayı açıklaması için mahkemeye çağırır. Şems Hz. Mahkemeye gider ve Kadıya durumu anlatır.

-Bakın Kadı efendi ! Bu adam bana sorular sordu. Ben de onlara cevabını verdim der.

Kadı, iyice şaşırır ve Şems'e dönerek;

-Hocam, size soru sorup ilim öğrenmeye gelen birinin kafasına kerpiç tuğla ile vurularak cevap verilir mi hiç?

Şems Hz., Kadıya ve o adamlara gülerek şu cevabı verir;

-Onlar, bana Allah'ın var olmadığını var ise görünmesi gerektiğini söylediler. Öyleyse bu arkadaş başının ağrıdığını söylüyor; ağrısını bize gösterse ya.

Şikayette bulunan adam ortaya atılır  ;

-Sayın Kadı, vallahi başıma öyle bir vurdu ki, acıdan kıvrandım ve başım hala ağrımaktadır.

Şems Hazretleri;

-Ama, Kadı ve ben senin ağrını göremiyoruz nasıl ispatlayacaksın?

Duruma bozulan adam, biraz geri çekilir ve Şems Hz. konuya devam eder .

-Bu adam, diğer sorusunda; Şeytan'ın ateşten yaratıldığını ve cehennemin de ateş olduğuna göre onu nasıl yakacağını sordu. Ben ona aslı toprak olan kerpiçle vurdum. Biz insanlar da topraktan yaratıldığımıza göre, nasıl olur da onun canı yanar. Son olarak, bana; insanları rahat bırakmamızı ve canları ne isterlerse yapmaları gerektiğini savundu. Ben de onun bu fikrine katılıp, ona vurmak istedim ve vurdum.

Kadı ve inkarcı adamlar; cevaplar karşında hiçbir şey söyleyemez ve şaşırıp kalırlar.
 

Dedem, bu güzel hekatını anlattıktan sonra, bana doğru eğildi ve bu hekatı izin verirse o öğretmenin dersinde anlatmamı söyledi. Günü geldiğin de Fen öğretmenime durumu izah ettim ve bu hikayeyi anlattım.Ders sonrası öğretmen beni yanına çağırdı ve bu hikayeyi bana kimin anlattığını sordu.Ben de ;

-Dedem anlattı. Dedim.

Yüzünde ki farklı ifadeyi anlatmam mümkün değil.Sonra, bana doğru dönerek;

-Beni dedenle tanıştırır mısın? dedi.

Ben de, bu beklemediğim duruma şaşırdım ama hiç beklemeden cevabımı verdim ;

-Neden olmasın?

Fen Öğretmenim,bizim ilçede kaldığı dört yıl boyunca dedemin yarenlik sohbetlerine ara ara katıldı.Gitmesine az bir süre kala dedem vefat etti. Öyle ki; dedemin cenaze namazına koşarak gelenlerin başındaydı.

( Akşam Yarenlikleri başlıklı yazı Arzeni tarafından 5.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu