Aylardan Ekim, günlerden perşembeydi!
Ticaretle iştigal ettiğim yıllarımdı!
Yoğun bir tempoda, kendi halimizde, belirli prensiplerle,
Kanmaya ve kandırılmaya, kapalı bir kimlikte,
Huzurun mekânı sloganıyla, hizmet vermeye çalışıyorduk.
On beş kadar elamanımız mevcuttu.
Dört katlı ve her katı farklı reyonlardan oluşan,
Bir giyim mağazasıydı!
İsmi, ülkemizde ilk kez tarafımızdan konan,
Suffe giyim” unvanındaydı!
Mümkün olduğu kadar, prensiplerimize sadık kalarak,
Varlığımızı idame ettiriyorduk!
Üçüncü şahısların iş ahlakı ve piyasa uygulamaları,
Prensiplerimizle uyuşmuyordu.
İl valisi ve Emniyet genel müdürü,
Bir gazetenin il temsilciliğini yaptığımdan!
Ziyaretime geleceklerini, önceden haber vermişlerdi!
Buyursunlar dedim!
Teşrif ettiler, hasbıhal yaptık ve ben,
Birkaç güncel konu başlıklarını zikrettim!
Kendilerinden, konular hakkında kanaatlerinin,
Hangi yönde geliştiğini öğrendim.
Takdir ve teşekkürlerden sonra, vedalaştılar,
Ve ben kapıya kadar uğurlamıştım!
Akşam evimize geldim, hane halkıyla merhabalaştım,
Bir müddet sonra, istirahata çekildim.
Günün yoğunluğundan, uykuya daldım!
Kapıya öyle bir vuruyorlardı ki, aniden sıçradım!
Kalabalık ve ahenksiz sesler, kulağımı tırmalıyordu!
Öyle ki beynim zonkluyordu!
Hayırdır inşallah diyerek, kapı istikametine yöneldim!
Baktım hala kapıya vuruyorlar!
Artık duramadım, tok ve tiz bir sesle geldiğimi söyledim!
Atlet vardı üzerimde, öyle çıkamazdım!
En azından, gömleğimi takmalıydım.
Hayâ bunu gerektirir. Öyle öğrendik!
Fakat kapıya tekme vuranlar sabırsız!
Hala tekmeliyorlar!
Kapıyı süratle açtım!
Karşımda üç, dört polisle karşılaşınca, daha çok şaşırdım kaldım!
Hayırdır, ne oldu dedim!
Araban var mı diye, bir karşılık gördüm.
Evet, var dedim.
Hani, nerde dediler.
Kapının önünde duruyor deyince, polisler vay anam be,
Adamın dünyadan haberi yok dediler.
Çık ta bak bakalım orada mı, diye yeniden bir soru sordular!
Herhalde oradadır, ben ne bileyim nedim!
Polisler, işte böyle duyarsız adamlar mal sahibi olursa,
Bizim çok daha işimiz var, diyerek söylenmeden edemediler.
Ben hala şaşkınlığı, üzerimden atmayı, başaramamıştım!
Nihayet polislerle birlikte, sokağa çıktık ve baktık ki,
Bizim araba mekânından ayrılmış.
Takriben üç yüz ileride ve yolun ortasında kalmış!
Orada da üç polis, görev yapıyormuş!
Anladığım kadarıyla, mahallemiz sakinlerinden olan,
Benim arabamla aynı marka aracı bulunan,
Yalçın bey isminde bir arkadaşın,
Arabasını bir hafta önce çalmışlar.
Bu durum, arkadaşı o kadar etkilemiş ki,
Nasıl olurda bu mahalleden, benim arabamı çalarlar diye,
Dert edinmiş ve o günden sonra her gün sabaha kadar,
Cadde ve sokak gezerek, hırsızları faka bastırmayı, hasretle beklemiş!
İşte kapının çalındığı gün, dört kafadar hırsız,
Kafaya koymuşlar ve bizim arabayı tebdili mekân edeceklermiş.
Düz kontak yapmayı, birkaç kabloyla denemişler, fakat becerememişler.
Sokakları kolaçan eden ve daha önce arabası çalınan arkadaş,
Gecenin 03.30 da, bu gençler ne yaparlar diyerek,
Merak etmiş, yanlarına gelerek, sual etmiş.
Yardımcı olacağını söylemiş fakat arabayı çalacak,
Olan hırsızlar, sağ ol ağabey, şimdi çalışır,
Aküsünde bir sorun var diyerek geçiştirmişler.
Yalçın beyde tamam o zaman, size kolay gelsin diyerek,
Yanlarından uzaklaşmış.
Durumun vahamiyetini anlayan Yalçın Bey,
Bir sokak arkaya geçerek, telefona sarılmış ve polisleri çağırmış.
Sireni duyan hırsızlar, arabayı öylece bırakıp kaçmışlar.
Yalnız bir tanesini, yaka paça yakalamayı başarmışlar.
Olay buymuş!
Beni en çok etkileyen durum, gecenin o saatinde,
Yani 03.30 da, kapıya tekmelerle saldırma!
Demek ki, o zamanlar polislerin, görev sorumlulukları,
Estetik anlayışları, nezaket kuralları, insan haklarına saygısı,
Sosyal hayata katkısı, mahremiyete saygısı ancak bu kadarmış!
O günden sonra, polis görevini ifa edenlere,
Hayıflanarak bakmaktan, kendimi alamadım!
Bu insanlar, eğitim sürelerince her halde, psikoloji,
Sosyoloji, felsefe, dersleri görmüyordur!
Oysaki bu dersler, o kadar önemlidir ki,
“İnsana, insanlaşma sürecinde insan gibi yaklaşmayı öğretir”.
Mustafa CİLASUN
a