Gelişen olaylar karşısında
bazen nefesimin daraldığını
hissediyordum.
Kimseye söyleyemezdim.
Bunu sızısıyla sıkıca yaşamaya çalışıyordum.
Her ne sebepse anlaşılmaz olmak zorunda bırakılırken, acım hadsizdi.
Bu durum karşısında ne yapabilirdim, düşünmeliydim
fakat bunu dahi, sağlıklı becermem
çok zor görünüyordu.
Yutkunmam kolay olsa da bir çare olmadığını bilerek
çaresizlikten tekraren denemek
zorunda kalıyordum.
Her ne kadar daraldığım vakitler yarabbi sen bilirsin diyordum
fakat ne kadar samimi olduğuma
kendim dahi inanamıyordum.
İtminanlık sadece zorluklar karşısında tezahür ediyorsa,
garip bir durumun olduğu zaten
belliydi.
Varlığın ve dirliğin içindeyken,
hiç akla gelmezken ve bugün
anmak!
Ne kadar sefil bir duruş olduğunu
bilmemle birlikte yinede
çaresizdim.
Böyle acizliğimin nüksettiği zamanlarda,
konuşma dilinden yoksun olduğum yıldızlar,
masumca nazar eden ay, bu zindeliğin hakikatini haykıran gece,
sessizliğiyle benliğimdeki
katranların katlarını hatırlatıyordu.
İklim olarak bir hazanın ak sedası ne ki,
bir yaprağın dalını terk etmek zorunda bırakılması bile
hicranın çeperlerinden arta kalan
zamanlardı.
Evet, biliyordum, illa ki aklım vardı, izanım zararsızdı,
zekâ düzeyim alaka gören
hasletti, çevrem ilgilerini esirgemezlerdi.
Nerede akşam orda sabah en genel değerler olmuştu.
Ufak çaplı bir gezinti için en önemli zaman,
zevkin harmanında konuşlanmaktı.
İşte akıl, izan, idrak bu kadar
işe yarayandı!
Bu halin yansıyan kesitlerinde, mana sadece mevzuu için var olandı.
Tartışmalarda mahcup olmamak için ikmal edilen hazırlıklardı.
En kıymetli arkadaşım durumunda buluna refikam, sadece talep eden
Çaresizliğin sızısıyla celalleşen mizacı
zatımı daha derinden etkileyen sebepti.
Halimi kim bilebilirdi ki?
Aklıma gelenler şayet bir tercih sebebi olsalardı,
hayat anlamını kaybederek safilinin
yolculuğuna uğurlardı.
Kalan mevcut dişlerimi sıkmam, ama daha çok sıkmam
baş ağrımı artırsa da, gücümün
yettiği tek aşamaydı.
Gönül bu kadar mı kararırmış, insan bu denli mi?
bizar olurmuş anlatmam çok kabil
değil.
İnsan olarak mahcubiyetin her katresinde ezilirken,
bazı zamanlar umursamazlık teslim alıyordu.
Kayıtsız kalmak kolaylaşıyordu.
Hâlbuki bir insan için ne kadar korkunç bir depresyonun belirtisiydi.
Yıllarca yokluğun girdabında nefeslenirken,
kararan ufkumdan bir ışığın
yansıması çok mümkün olan hal değildi.
Bu halin kıdemlisiyken, alışılmış usulden olmak üzere
şükür etmeyi ihmal etmek
istemezdik.
Ne de olsa inan biriydik.
Ama hangi ölçülerde, bilinmeyenlerin derinliğinde,
bir işte diyerek tekerlemelerden
vazgeçemezdik.
La derken neleri reddederdik bilmezdik.
İlla derken ne demek isterdik bilmezdik.
Muhammed derken, sadece garipliğinde serinlerdik.
Bak o büyük insanda ne kadar sıkıntılar çekmiş diyerek ferahlardık.
Tevhidin hakikati neymiş, kimlerin en değerli hazinesiymiş bilmezdik.
Var ise heyecanı yatıştıracak bir takım imkânların,
ona kavuşman ve herkes gibi olman
yeterliydi.
Âlimi, zalimi, arifi, zahidi, veliyi, deliyi, meczubu, mecnunu, aşkı,
hazzı.
Ne olduğunu bilsek ne olacaktı.
İşte böyle bir zavallılıktı.
Elbette bir bühtandı. En kolay olandı.
Bir insan için ne kadar haktı?
Bir nefeslik hayat kimin kudretindeydi?
Bunu bile umursamayan bir insan ne kadar akıllı olandı.
Bir erdemin, bir faziletin, bir kutsi davanın müdavimi olunmadığı
sürece, her varlığın bir gün nihayet bulacağını akledememek.
Ne kadar acı, muhayyilesi bili ince hastalıkların en katlısıdır.
Sevmek, sevmeyi bilmek, bunu idrakiyle şekillenmek…
Sevda, ne kadar ulvi bir haz, manasının deruniliğinde…
Aşk, kelamların en muhkemi, saltanatın banisi olan ummandır…
Okyanuslar, ancak hülyalarla ibreti nazarın şevkiyle hasır olmaktır…
Bu güzellikleri idraken teneffüs edememenin haylazlığında kalanım…
Sırf bir bilgi olarak bilinmesinin ne kadar çok kıymeti vardır ki?
En çok bilenler, tevhidi bilmeyenler ise ne hükmü olacak ki?
Geldik hiçbir dahlimiz olmadan, ancak giderken öyle mi?
Akıl niçin verildi?
Niçin mükellef dendi?
Neden mevcudattan örnekler verildi?
Niçin geçmiş ümmetlerin hikâyeleri zikredildi?
Neden hep peygamberler çileyi çekenlerdi?
Neden bunu tercih ederlerdi?
Neden haşyet içinde gözyaşı dökenlerdi?
Yarım asırlık ömrün hazanında bu hakikatlere vakıf olmam yeterli mi?
Düşünmek ne demekti? Neyi düşüneceğimizi bilmek değil miydi?
O vakit hakikat nerdeydi?
Senin yıllarca ihmal ettiğin ruhunun derinliklerindeydi?
Vakit çok mu geçti? Asla bir teşebbüs etmek yeterliydi.
Rahmet kapılarının açılması için sadece yeterli bir sebepti…
Mustafa Cilasun