Yeryüzünün en sıcak gülen
insanların yaşadığı küçük bir kasaba anımsıyorum.
Dağ menekşesi, kır çiçekleri,
çam kokusuyla uyanan dağ eteklerinden, Menderes Nehrine uzanan, uçsuz bucaksız gökyüzünün
bulutlarının üzerine indiği düşünü büyüttüğüm, büyüdüğüm pamuk ovası…
Trafiği, birkaç traktör,
belediye otobüsü, pamuk tüccarlarına ait birkaç arabadan oluşan, sokakların
çocuk sesiyle sevindiği yer. Sabahtan uykusu gelip yatıncaya kadar oyun oynanan,
saatin çocuklar için durduğu zamandı. İnsanlar uyumlu, hakka saygılı,
yardımsever, sevgiyi, hoşgörüyü ocaklarında pişirirlerdi. Her ailenin kapısı
açık olduğundan oyun neredeyse, çocuklar orada karnını doyururdu. Bu yüzden
hiçbir ebeveyn merak etmez, arkalarından koşmazdı. Çocuğun birden fazla
ailesinin olduğu yer… Aynen, hepimiz kocaman bir aileydik kasabada.
O dönemler haberleşme
görevini üstlenen çocuklar, ışık hızı koşarlar çikolata derecesine erişirlerdi.
Hızla başlayan hazırlanmaya, sevinç çığlıkları katılırdı. Sepetler evdeki tüm
yiyeceklerle doldurulup, dağların artlarına pikniğe gidilirdi. Masmavi
gökyüzüne elini uzatsan, değeceğini sanır, büyüdüğünü hissederdin. Aşağıda
Menderes Ovasının beyaz toprağında pamuk toplayan işçilerin renkli giysileri,
birer çiçekti. O zamandan emekçinin renkli bir çiçek olduğunu düşünmüşümdür hep.
Çok istediğimden babamdan izin alıp tarlaya pamuk toplamaya gitmiştim. O zaman
benim için büyük para, gün sonu bir çuval için iki buçuk lira kazanmıştım.
Bakma öyle tatlım! Beş kuruşa beş tane çubuk şeker alınıyordu… Güzel değil mi,
şekere doyuracak kazancı, güneşin alnında kavurucu sıcakta çalışarak elde
etmiştim. Zordu.
Sorumluluk alıyor, ellerin
çizilip kanıyor, terliyor, yorgun eve dönüyorsun, ama hiç olmadığı kadar
huzurlusun. Emeğin, ekmeğin ne kadar kutsal olduğunu anlamış, bir tohum
düşmüştü, çocuk aklıma. Bu yüzden çocuklar oyun oynamalı. Bizde bu anlamda çok
şanslıydık. Evlerimiz büyük meydana bakardı. Karşımızda pamuk deposuna,
römorkla gelen pamuk yığılırdı. Kapısı kilitlenmediğinden, gizlice girip dağ
gibi pamuğun içine tünel kazardık. Arka arkaya, elden ele pamukları dışarı atar,
tüneli uzatırdık. Bizi eğlendiren oyunun tehlikesi aklımıza gelmezdi.
Dayanışmanın verdiği cesaret ve güvenle epeyce yol almışken ara verdiğimizde
kartopuna dönmüştük. Bembeyaz dışarı çıktık. O gün, kulaklarımızın uzadığı ilk
ve son gündü… Şimdi gülerek anımsıyorum. Pamuk rengi güzelliğinizi sevgiyle
öpüyorum.