DOSTLUĞUN SIRRI
İhtiyar dede gönül merhalesini çoktan aşmıştı. Sekiz kişilik
ailesinde yaşayıp gidiyordu. Fazla muhabbeti yoktu insanlara karşı. Hangi
sohbete katılsa gündelik konulardı. Bu konular ihtiyarı çok sıkardı. Kendi kendine
bazen, “Yahu bu insanlar ne kadar dünyayı seviyor.” diye mırıldanırdı.
Sadece bir dostu vardı. İki-üç günde bir
ziyaret etmese duramazdı. Giderken de dostuna en iyi yiyeceklerden alır
götürürdü. Dostunun evi, köyün dışında çok uzaktaydı. Bir saatlik yol yürümesi
gerekirdi. Bu yüzden ailesiyle hep münakaşa ederdi.
-Be herif buralarda insan mı yok? Gece yarıları yollarda başına bir iş
gelecek.
İhtiyar hiç oralı bile
olmazdı. Kendinden emin edayla başlardı.
-Bakın yavrularım, karıcığım
ben o yolun daha da uzun olmasını istiyorum. Dost için attığım her adım bana
keyif veriyor. Zahmetsiz dostluk olur mu?
Ev halkı ihtiyarın söylediklerinden bir şey
anlamazdı.
-İnsan yaşlandıkça akıl
seviyesi düşüyor galiba.
-Yok yok kardeşim, hiçbir yer
görmeyen insanların algıları kapalı oluyor.
-Yav eskidende bu böyleydi.
Buğday tarlasına hayvanlar girerdi. Çıkarmayın yesinler onlarda Allah’ın
yarattığı her canlı derdi. Tarlasını korumazdı.
-Dedemle bostana gitmiştik.
Çocuklar bostandan salatalıkları çalıyorlar. Oda görmezlikten geliyordu. Dede
döv şunları deyince “Evladım yesinler bırak, salatalığı topraktan bitirende Allah,
o çocukları yaratanda, neyi kimden kıskanıyorsunuz”.
İhtiyarın bu vurdumduymazlığı
çıldırttı hem aileyi hem köylüyü. Hiç kimsede meyve olmazken onun meyvelerini
dallar taşımazdı. Hayvanlar içinden çıkmadığı halde onun buğdayları
diğerlerinkinden daha gür olurdu. Kimse bir akıl erdiremezdi bu olup bitenlere.
Bir gün sabah namazına kalkıp abdest
alırken ihtiyara inme inmişti. Ev halkı feryat figan ederken ihtiyar pestil
gibi yatıyordu. Ellerinden ayaklarından tutup yatağa götürdüler. Gece
saat03:30’du. Tam yatağa yatırdıklarında kapı çalındı. Evin büyük oğlu kapıya
çıktığında ne görsün, ihtiyarın dostu kapıdaydı. İnme ineli on dakika
olmamıştı. Bu adam nerden duymuştu. O zaman köyde bile telefon yoktu.
-
Evladım
müsaitseniz içeri girebilir miyim?
Çocuk kekeleyerek “evet” dedi. Herkes
şaşkındı. İhtiyara öyle inme inmişti ki ağzı kulağının olduğu yere gelmişti.
İhtiyarın dostu yavaşça içeri girip duvarda asılı olan Kuran-ı Kerim’i aldı.
Dostunun başına oturup okumaya başladı. O okudukça ihtiyarın ağzı yerine
geliyordu yavaş yavaş. Yarım saat sonra ihtiyar eski haline gelmişti. İhtiyarın
dostu ev halkıyla vedaşıp gitti. Fakat arkasında bir sürü soru işareti
bırakarak gitmişti.
İhtiyarın dostuna kim haber vermişti.
İhtiyarla dostunun mesafesi bir saat olduğuna göre 02.30 da evden çıkması
lazımdı. O saatte ihtiyar yatakta uyuyor. İnme inmemişti. Dostuna inme ineceğini
nasıl biliyordu. Kafalar allak bullaktı. Bu sorunun cevabını hiçbir zaman
bulamadılar.
Evin büyük çocuğu bir gün ihtiyarın
dostunu görünce bu olanları teker teker anlatıp sordu.
-Amca dedeme inme ineceğini
nasıl bildiniz.
-Bak evladım, insanın dostu
Yemen’de yaralansa acısı Şam’da duyulur.
-Peki, amca 03.30’da inme
indi dedeme senin evden 02.30’da çıkman lazım. O zaman dedem sağlamdı.
İhtiyarın dostu hafifçe gülümseyerek
çocuğun başını okşadı.
-Bak evladım siz rakamlarla
çok uğraşıyorsunuz ve mantığı çok kullanıyorsunuz. Bu güne kadar insanlığın
başına ne geldiyse matematik ve mantık yüzündendir. Eğer ikisini de kenara
atabilirsen her soruya cevap bulursun. İşte o zaman insan olursun.
AHMET ÇİFTÇİ