KIZ HASAN
Yıl 1985, mevsim ilkbahar sonu, Mayıs ve
Haziran’ın arası. Havalar her senenin aksine olabildiğince kurak gidiyor. Hasat
bir damlaya muhtaç. Tam ekin kellelerinin buğdaya dönüşme zamanı. Köylüler
telaş içinde. Bırak buğdayı sebze ve meyveler bile kuruma noktasında. Tek çare
olarak yağmur duasına çıkmayı kararlaştırılıyor. Ama dört kez çıkılmasına
rağmen ortalıkta değişen bir şey yok.
O
zamanlarda komşu köyde Kız Hasan adında birisi vardı. O köyde fazla yetişen bir
şey olmadığından yazları bizim köye gelir. Zengin insanlara hizmetkârlık
yapardı. Çok fakirdi Kız Hasan, buna rağmen herkesle iyi geçinen hoş
muhabbetini esirgemeyen bilhassa çocuklarla hoş sohbetleri olan birisiydi. Yaz
döneminde işleri yoğun olan kadınlar işlerini bu adama yaptırırlardı.
Bulaşıkları yıkamak, çamaşırları yıkamak, işçilere azık hazırlamak, ev temizliği gibi. Bu kadıların işlerini
yaptığı içinde adı oradan kalmıştı. Kız Hasan, köyün erkeklerinin dalga geçme
bahanesiydi. Birazda hakir görülüyordu toplumda. O hiç gocunmazdı bunlardan.
Dördüncü kez yağmur duasına çıkıp da hiçbir
şey değişmediğini gören köylü tedirgin bir şekilde birbirlerine
mırıldanıyorlardı. “Bir yerde bir şeyleri eksik yapıyoruz, bunun böyle olmaması
lazım” Çünkü; bundan önceki senelerde bu öyle olmamıştı.
Köylü karar aldı. Beşinci kez yağmur
duasına çıkılacaktı. Bizde kuran kursunda okuyorduk o zaman, hocamız bize
yağmur duasında taşlara okunup suyun içine atılan duayı ezberletti. O görevi de
biz yapacaktık. Hazırlıkları tamamlayıp yola çıktık. Gidilecek yer Erenler
Çeşmesi. Kenarlarında köylülerin yayla, ahır ve samanlıkların bulunduğu önünde
isimleri bilinmeyen bir mezarlığın bulunduğu bir yerdi.
Kazanlar ocağa kondu, kurbanlar kesildi.
Tam o sırada organizasyonu yapan adam haykırdı.
-Arkadaşlar biz Kız Hasan’ı davet etmeyi
unuttuk.
-Yahu abi onun köyü uzak boş ver ne zaman
gelecek.
Yok dedi. O adamın yüzde yüz gelmesi lazım
diyordu. Oğluna seslendi.
-Koş oğlum traktöre atla, yemekler pişmeden
buraya getir Hasan abini.
Oğul telaşeyle yola çıktı. Hazırlıklar devam
ediyordu. Bir grup toplanıp ilahiler eşliğiyle bağırıyorlardı. Türbeleri bir
bir geziyorlardı.
Altımızdan taşlar batar
Üstümüzden otlar biter
Yılan çıyan mekân tutar
Ya biz kime yalvaralım.
Topluluk birlikte haykırıyordu.
-Aaaaaaammmmmiiiiiinnnnnnn!
Bu
görkemli merasimlerden sonra, herkes toplandı. Yemekler pişmiş namazlar
kılınmış, dualar edilmişti. Bizde bir taraftan taşlara dua okumaya devam ediyorduk.Taşlar
o kadar çoktu ki bitmek tükenmek bilmiyordu. Tam o sırada Kız Hasan geldi. Ama
köylü tedirgin, havada bulut bile yok.
Kız Hasan aradan indi. Kısa bir hoşbeşten
sonra çeşmeden abdestini alıp kıbleye yönelerek ellerini açtı. Arkada duran yaklaşık
yüz elli kişi çoktan dünyalık muhabbete dalmıştı. Herkesin derdi ayrıydı. Ortak
nokta kar zarar muhabbetiydi.
Tam o sırada gök boşanmıştı sanki. Havada
güneş olmasına rağmen öyle yağmur yağıyordu ki damlalar halinde değil de
kovadan boşalıyordu. Ortalıkta kimse kalmamıştı. Samanlık ve ahırlara
doluşmuştu o kadar insan.
Kız Hasan olduğu yerde duruyordu. Bende
taşlara okuma işini bitirmiş onu seyrediyordum. Duasını bitirdikten sonra
ellerini göbeğine bağladı öylece beklemeye başladı. Bir ara gözleri bana
ilişti.
-Yaaa yavrum, insanoğlu işte böyle Allah’tan
rahmet isterler, sonrada kaçacak yer ararlar. Bizler rahmeti hak etmiyoruz ama
Allah sonsuz rahmeti neticesinden dolayı bizleri yine mağdur etmiyor.
Kız Hasan’ın bu sözleri bana yeni ufuklar
açmıştı. Yavaşça elimdeki okunmamış taşları bırakıp, yemek dahi yemeden köyün
yolunu tuttum. Yağmur hala yağıyor ben ise yarı sarhoştum.
Takva meselesinin çok pahalı olduğunu o gün
öğrenmiştim. O kadar gösterişli yapılan merasimin Allah katında hiçbir
değerinin olmadığını anlamıştım. Toplulukların insanı hiçbir zaman takvaya
ulaştıramayacağını o gün anlamıştım. Deli gibi kendi kendime mırıldanıyordum.
-
Bu yağmur Kız
Hasanın yüzü suyu hürmetine yağdı.
AHMET
ÇİFTÇİ (ÇİFTÇİ BABA)