İnsan Olmak Meselesi
İnsan olarak doğmak insan olmak
için yeterli midir? Her insan, insan olarak kalabilir mi? İnsan nedir? İnsanlık
nedir? İnsanın ve insanlığın evrendeki yeri nedir ya da evrendeki yeri neresi
olmalıdır? Yalnızca düşünebilmek insan olabilmek ya da insan kalabilmek için
yeterli midir? Çağımızda insan olmak ne anlama gelmektedir? Tüm bu ve buna
benzer soruların gündelik bir yazıda cevap bulabilmesi elbette imkânsız. Ama
küçük bir dokunuşla bu sorulara yüzeysel cevaplar verilebileceğini
düşünmekteyim. Peki, en başa dönecek olursak nedir insan olmak?
Kuşkusuz
‘insan’ın birçok tanımını bulabiliriz. Bu tanımlar bakılan çerçevelere göre de
değişiklik gösterebilir. Biyolojik bir
insan tanımı da yapılabilir, sosyolojik bir insan tanımı da. Psikolojik,
hukuksal, ideolojik insan tanımları da yapmak elbette mümkündür. Peki, bu
tanımlamalardan birisi midir insan yoksa hepsinin ortak paydası mıdır? Doğru
her ne kadar bir olsa da birden fazla tanımı olabilir. Konu bu açıdan ele alınırsa tüm bu
tanımlamaların doğru olduğu ortaya çıkacaktır. Ama yazımıza konu olan ‘insan’
tanımı hiç kuşkusuz toplumda genel geçerlik kazanmış insan tanımıdır. Yani
yalnızca insan olarak doğmuş olmak değil, bir takım erdemlere sahip olarak
insan olmak olgusundan bahsediyorum. Peki, nedir bu erdemler? Elbette bu
erdemlerle ilgili bir liste yapılmak istense bu listenin başında vicdan yer
alır. İnsan kalabilmek için en önemli erdemlerden birisidir vicdanlı olmak.
Vicdan, dürüstlük, iyi niyet, hoşgörü, duygudaşlık, adil olmak ve daha birçok
erdem bu listede yer alır. Bu tanımlama
herkesçe kabul edilebilecek bir tanımlama olarak karşımıza çıkar ve kime
sorsanız aşağı yukarı bu tanımlamayı yapar. Bu durumda zihinlerde yer teşkil eden
başka bir soru ortaya çıkar ki cevabını vermek oldukça güçtür; insan doğan bir
varlık insan kalamıyorsa ne olarak sürdürmektedir evrendeki varlığını? Bir
hayvan olarak mı? Yoksa bir madde olarak mı? Yalnızca iyi işler yapan ve iyi
olana insan diyeceksek, kötü işler yapan ve kötü olana ne diyeceğiz? Elbette
kötü işler yapan ve kötü olan da insandır. Ama nasıl bir insan? Hayvanların ve
hayvanlığın hakaret ya da iltifat olarak kullanılmasına elbette bende karşıyım.
Biz insanlar her nedense kendimizi evrenin sahibi olarak görüyoruz. Hâlbuki
bizde o beğenmediğimiz ve hükmetmek istediğimiz hayvanlar gibi doğuyor, yaşıyor
ve ölüyoruz. Bu hadiseye birçok açıdan bakmak elbette mümkün. Ama sınırları
çizmek ve o sınırlarda yaşamak bir insanlık gereğidir. Yoksa çağımızda olduğu
gibi insanlığın temel olmayan keyfi ihtiyaçları için hayvanlar acımasızca
katledilir ve nesilleri yok edilir. Hayvan çiftliklerinde yüksek verim ve
kazanç elde etmek için hayvanlara yapılan insanlık dışı uygulamaları (tabiri
caizse işkenceleri) bilmeyenimiz varsa konu ile ilgili internette küçük bir
araştırma yapmalarını öneririm.
Çağımızda
insan olarak kalmak; ekonomik ve ideolojik açıdan mümkün görünmüyor. Çünkü söz
konusu sistemlerimizi planlarken temele insan dışında her şeyi almışız; kazanç,
verimlilik, para ve güç gibi. Hukuksal olarak insanız ve bazı haklara sahibiz;
yaşama hakkı, çoğalma hakkı gibi. Ama bunlar ve bunlara benzer haklar ne zaman
veriliyor insanlara? Adil olarak dağılabiliyor mu bu haklar? Bu sorulara olumlu
cevaplar verebilmek oldukça zor. Kapitalizm, liberalizm ya da şu anda dünyaya
hükmeden ekonomik sistemin adı her neyse hakların dağıtılması konusunda oldukça
adaletsiz. Şöyle ki doğuştan sahip olduğunuz hakları size belli şartları
taşıyorsanız veriyor. Peki, nedir bu belli şartlar? Öncelikle asil (parası olan
ve zengin) bir ailenin üyesi misiniz? Hangi ırka mensupsunuz? Hangi ülkede
doğdunuz ve aslında hepsinin temel taşı paranız, malınız, mülkünüz var mı? Eğer
bu soruların cevapları evet ise size iyi bir haberim var; doğuştan sahip
olduğunuz hakların hepsini kullanabilirsiniz.
Hatta bunun yanı sıra birçok hak ve özgürlük de sizi bekliyor. Siz bu
dünyanın özel insanlarısınız. Dünya sizin için var ve içindekiler de öyle. Ama
bu sorulara cevabınız hayır ise yani asil (parası olan zengin) bir ailenin
üyesi değilsiniz, mensup olduğunuz ırk fakir ve istenmiyor, doğduğunuz ülke
gelişmemiş ve üçüncü dünya ülkesi, paranız, malınız, mülkünüz yoksa o zaman
bırakın sonra elde edilen hakları doğuştan elde edilen haklara bile sahip
olamıyorsunuz. Siz istenmeyen varlıklarsınız, bu dünyanın fazlalıklarısınız. Neden
varsınız ki zaten? Aslında çağımız ekonomik ve ideolojik parametrelerine göre insan
bile sayılmazsınız siz. İşte bu ahmakça anlayış ve düşünce çağımızda var olan
ve uygulanan düşünce. İnsan doğduğu yeri, ailesini, ülkesini ve ırkını
seçemeden dünyaya geldiğine göre nasıl olursa seçemediği bu olgularla yargılanabilir?
Bu ne kadar da adaletsiz bir terazidir böyle. Birkaç zekâ yoksunu zorbanın
kurduğu bu adaletsiz düzene neden her doğan baş eğmek zorundadır? İşte insan
kalabilmek ve kalamamak arasındaki ince sınır burada başlıyor. Bu dünya üzerindeki
kaynaklarda ve zenginliklerde her doğan insanın hakkı vardır ve bu hak
insanlara eşit olarak pay edilmelidir. Bu adaletsiz dünya düzenini insanlar
nasıl kabulleniyor aklım almıyor. Tüm insanların sahip olduğu bu dünya birkaç sülaleye
pay edilmiş durumda ve geri kalan insanlık buna hiçbir ses çıkarmıyor. Bu nasıl
bir gaflet ve delalettir? İnsan bu adil olmayan dünya düzenini nasıl kabul
etmektedir? Daha doğar doğmaz insana
dikte ediliyor bu sistem ve insanlar sorgulamamaya itiliyor sanırım nedeni bu.
Dünya üzerinde açlıktan ve yoksulluktan ölmüş kim varsa hepsinin doymuşluktan
ve zenginlikten obez olmuş kişilerin paralarında hakkı vardır. Bu hak nasıl
ödenecektir? Şimdi insan olmak ve insan kalabilmek soruları cevap bulabiliyor
mu zihinlerde.
İnsanın çağımızdaki durumu buydu. Peki,
evrendeki durumumuz ne? Acaba dünyanın ve evrenin sahipleri bizler miyiz? Elbette
ki hayır. Evreni göz önüne aldığımızda dünyamız bir toz zerresi bile değil. İşte
bu toz zerresi bile olmayan dünyamızın kabuğunda yaşamaya mahkûm edilmiş ama
kendisini evrenin sahibi zanneden zavallılarız bizler. Ama aynı zamanda da kendi hayatımızın
patronlarıyız; kendi ailemizin, işimizin, evimizin. Bu çelişkiyle yaşamak
zorundayız. Verdiğimiz bir kararla insanlar zulüm görebilir ve aldığımız bir
kararla insanlar mutlu olabilir. Hangisini tercih edeceğiz? Şimdi o hayatımızı
adadığımız, ömrümüze yön veren değerleri tekrar gözden geçirme vakti. Acaba hangisi
gerçekten önemli? Bu denklemde en büyük eşitleyici elbette ölüm. Ölüm aslında
herkesi eşitler. Peki, hangimiz gönül rahatlığıyla ben insanım, insan
kalabildim diyebilir?
İnsan
kalabilmek dileklerimle…
Mesut ÇİFTCİ
(
İnsan Olmak Meselesi başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
30.08.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.