İlkel Güdülerden Arınma Üzerine


Kızgınlıklar, kırgınlıklar, hayal kırıklıkları, terk edilişler, kaybedişler ve tüm bunların toplamı olan ömür. Çok mu karamsar bir ömür tarifi yaptım? Hiç mi mutlu olmadık, hiç mi sevinmedik, hiç mi sevilmedik, hiç mi kazanmadık ya da hiç mi gülümsemedik? İnsan hafızası her nedense olumsuz anılara daha çok itibar ediyor. Olumlu anıları ise ya görmezden geliyor ya da hatırlatmıyor. Belki de bu bir tür bencillik çeşididir. Şöyle ki insan yaşadığı olumlu tüm hadiselerin hakkı olduğuna inandığından anımsamaya değer vermiyordur. Aynı şekilde yaşadığı tüm olumsuz hadiseleri ise kendine yapılmış bir haksızlık olarak görüp “bu bana nasıl yapılır ya?” diyerek her daim diri tutuyordur hafızasında. Gerçek şu ki biz insanlar bencil ve cahil varlıklarız. Bu bencil ve cahil durumumuz ile mücadelemize ise medenileşme mücadelesi adını vermekteyiz. Bu denklemden yola çıkarak şöyle bir sonuca varabiliriz; insan kendi bencilliğini ve kendi cahilliğini ne kadar alt edebilmişse o kadar medenidir. Basit ve belki de eksikleri olan bir denklem olsa da kurduğum bu denklem, temelde doğru bir denklem olduğuna inanıyorum. Yani yaşadığımız dönemde insanların inandığı gibi maddi varlıklar ve olanaklar sizi medeni yapmaz. Medeni olabilmek için kendinin ilkel halini yenmeniz gerekmektedir. Bunun ise çeşitli yolları vardır ve en genel geçer yolu; eğitim ve öğretimdir. Gelgelelim günümüz ekonomik dünyasında para kazanma hususunda mahir kişiler maalesef kendilerini medeni sanmaktalar. Bu yanılsamanın tezahürleri ise oldukça can sıkıcı neticeler doğuruyor. 

Ağustos ayının bu sıcak günlerinde memleketimizin turizm sezonu içerisinde yer almakta ve yalnızca yabancı turistler değil yerli turistler de ülkemizi ziyaret etmekteler. Bunların yanı sıra yurt dışında çalışan, yurt dışında yaşayan “Gurbetçi” olarak isimlendirilen vatandaşlarımız da memleketlerine yıllık izinlerinde gelip ziyaret ediyorlar. Elbette bu durumda hiçbir sıkıntı yok. Ancak şöyle bir tespitte bulundum geçenlerde; bir şekilde yurt dışına çıkmış, orada çalışış ve yaşamış kimi gurbetçi vatandaşlarımız sırf yurtdışına çıkmış ve orada yaşamış diye kendilerinin medeni olduklarını düşünüyorlar. Yalnızca medeni olduklarını değil aynı zamanda daha bilgili, daha gelişmiş ve daha aydın olduklarını da düşünüyorlar. Elbette bireysel olarak kim daha medeni, kim daha gelişmiş ya da kim daha aydın diye bir ölçü metremiz yok. Ancak şöyle bir gerçek var ki; bir insan bu konuda kendi çalışma ve çabası bulunmuyorsa coğrafya değiştirdi diye medeni ya da gelişmiş olmaz, olamaz. Memlekette yalnızca ilkokulu bitirmiş ve yurtdışında beden işçiliği yani amelelik yapmış kişiler bile ülkenin okumuş, üniversite bitirmiş, yüksek lisans yapmış insanını beğenmiyor ve küçümsüyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi Allah aşkına? Önceleri bu durumu yaşamadığım için belki de görememiş ya da önemsememiştim. Benim “gurbetçi” olarak tanımlayabileceğim iki tanıdığım var ve birisi birinci dereceden akrabam. Birinci dereceden akrabam olan kişi ilkokul mezunu ve bir şekilde Avrupa’ya gitmiş. Avrupa’da zamanında hiçbir zihinsel beceri gerektirmeyen işlerle beden işçisi olarak çalışmış. Birçok sektörde hamallık yapmış, taşıyıcı olarak çalışmış. Yaptığı işlerle ya da konumuyla ilgili kesinlikle hiçbir problemim yok ve harcadığı emeğe, çektiği çileye sonuna kadar saygı duyuyorum. Emek kutsaldır ve ben buna her zaman yürekten inanırım. Bu yakın akrabamın yanı sıra ben ya da benim gibi herhangi bir yurt dışına çıkmamış kişi ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi okumuş. O da yetmemiş yüksek lisansını tamamlamış ya da ikinci bir üniversite okumuş. Mühendis olmuş, avukat olmuş, mimar olmuş ve bununla da yetinmemiş kitaplar okuyarak kendini geliştirmiş, hatta kendisi de yazmaya üretmeye başlamış. Ancak tüm bunlara rağmen bu bahsettiğim gurbetçi yakın akrabam kendisini her yönden bu okumuş kimselere karşı üstün görüyor, gelişmiş sanıyor. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır anlamak mümkün değil gerçekten. Yurt dışında beden işçisi olarak yirmi yıl çalışıp bu ülkede ekonomik olarak orta sınıf olabiliyorsun ve hatta ev, arsa ve tarla alabiliyorsun ama bu yalnızca kur farkından kaynaklanıyor. Yani kişinin kendisiyle hiçbir alakası olmayan bir durum. Tamamen ülkeler arası ekonomik denklemlerle ilgili. Belki abes bir örnek olacak ama bu yakın akrabamın durumu ile ülkemizdeki Suriyeli ve Afganlı göçmenler arasında pek de bir fark yok esasında. Yani Türkiye’de beş sene kalan bir Suriyeli ülkesine geri döndüğünde diğer Suriyelilerden daha gelişmiş ya da daha medeni mi oluyor? Elbette bu konuda “beyin göçü”, “yurt dışı eğitimi” gibi olayları ayrı tutuyorum.  

İlki kadar yakın olmayan bir diğer akrabam da yaklaşık yirmi senedir yurt dışında.  O da diğer akrabam gibi beden işçisi olarak yurt dışına gitti ve kendisi de hala orada beden işçisi olarak çalışmakta ve yaşamakta. Kendisi kitap okumayı sevmez, müzik dinlemeyi sevmez, liseyi bitiremeyip terk etmiştir. Ancak ülkede döndüğünde yaptığımız sohbetlerde öyle konuşur ki sanırsınız yurt dışında profesörlük yapmaktadır. Ülkedeki hiçbir okumuşu beğenmez, fikirlerine değer vermez. En iyi politikayı o bilir, en iyi felsefeyi o yapar, teknoloji ondan sorulur vs. vs.  Ömür törpüsü bir durum yani.  Zaten bireysel ve zihinsel gelişimini tamamlamış hiçbir medeni insanın eğitim seviyesini bir övünç kaynağı yapacağını sanmıyorum. Bizzat sahip olduğu medenilik ve gelişmişlik bu şekil bir kibre kapılmasını engelleyecek değerlerdir. Meşhur özdeyişlerde de bahsedildiği gibi; “Boş buğday başaklarının başı dik olur.” Ya da “Boş teneke çok tıngırdar.” Şahsi olarak benimde eğitim seviyemi bir övünç kaynağı yapmak gibi bir alışkanlığım yoktur. Çünkü aldığım eğitimin bir parçası da “tevazu sahibi olmak” olmuştur. İki üniversite bitirsem de, kendi mesleğimde senelerce mesai harcamış olsam da, kitaplar okumuş, şiirler ve yazılar yazmış olsam da kendimi yeterli görmem asla, göremem. Zaten görmem de doğru olmaz bunun bilincindeyim. Ancak bu tür bir durumla karşılaştığımda da öfkelenmeden edemiyorum. Yani yıllar önce bir şekilde yurtdışına tabir-i caizse kapağı atmış; hamallık, pompacılık, tezgahtarlık, çöpçülük yapmış birinin sonra ülkesine dönüp ülkesindeki mühendisi, mimarı, avukatı, doktoru aşağılamasına katlanamıyorum. Ekonomik parametrelerin farklı olması, belli bir maddiyata sahip olması insanı gelişmiş yapmaz, yapamaz. Yani sen bu ülkede yirmi sene pompacılık, hamallık, tezgahtarlık yapsaydın yine fakirdin. Ama kur farkından dolayı, ekonomik gelişmişliklerin farklılıklarından dolayı sen yurt dışında yirmi sene pompacılık, hamallık, tezgahtarlık yaptığın için bu ülkede ekonomik olarak orta sınıf ve hatta orta sınıfın bir üstü olabiliyorsun. Oluşan bu durumun senin kendi benliğin, zihinsel varlığın ile hiçbir alakası yok üstelik. Böyle bir durumda bu tip insanlarla sohbeti kesince ve irtibatı koparınca da hazımsız etiketiyle etiketleniyorsunuz hemen. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Ortada cehalet varsa her türlü saçmalık gerçekleşebilir elbette.

İnsan cahil ise insanı yönlendiren temel içgüdüleridir. Peki, nedir bu temel içgüdüler? En temellerini yazacak olursam; yeme-içme ve cinselliktir. Hatta tüm canlıların temel içgüdüleri bunlardır. Tek hücreli canlılardan tutunda milyarlarca hücrelerden oluşan organizmalara kadar tüm canlılar canlılığın devam edebilmesi için beslenme ve üreme ile kodlanmışlardır. Cahil insanların hayatını bu iki temel içgüdü yönetir. Dikkat edin sizde çok net göreceksiniz ki cahil kimseler; boğazlarına çok düşkün olurlar ve hovardalığı bir marifet sayarlar. Bu bahsettiğim denklem yalnızca bilimsel bir denklem de değildir üstelik. Dinde de mesela bu içgüdüler “nefis” olarak isimlendirilir ve insandan nefsini terbiye etmesi istenir. Anadolu tasavvuf anlayışında da tasavvuf basamaklarını çıkmak için nefis terbiyesi çok önemli bir yere sahiptir. Anadolu alevi-bektaşi inanışında da “Eline-beline-diline” sahip olması öğütlenir insana. İşte tüm bunlar insanın temel içgüdülerine dur diyebilmesi ile ilgilidir. Elbette birçok inanç siteminde de benzer öğretiler ve öğütler bulunmaktadır. Ayrıca medenileşmeye giden yollar da bu içgüdüleri dizginleyebilmekten geçmektedir.

Velhasıl-ı kelam bencil ve cahilliğimizle mücadelemizin sonucu bizi gelişmiş ya da ilkel olup olmadığımızı belirleyecektir. Çağımızda ve coğrafyamızda düşünülenin aksine sahip olduğumuz para, mal, mülk bizi medeni ya da gelişmiş yapmaz, yapamaz. Kızgınlıklar, kırgınlıklar, hayal kırıklıkları, terk edilişler ve kaybedişler ise düşünen insan için daha acı verici olmaktadır çoğu zaman.

( İlkel Güdülerden Arınma Üzerine başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 12.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu