Diyor ki; okuduğum bir kitapta. " Yavaş yaşayın hayatı. Sindirerek içinize, duyumsayarak, hissederek, en derin duygularla yaşayın. Yavaş, sakin, dupduru..."
Biz hayatımızın çerçevesinden, dışarıdan içeriye doğru şöyle bir bakmayı denedik mi hiç arada bir kendimize. Mesela güneşin, doğuş anında yapabilsek bunu... Nasıl pozlar verdiğimize, kendimize ince ince b/akabilsek... Bu işi başarabiliyor muyuz? Hayatı dolu dolu yaşayıp, hayata tebessüm edebiliyor muyuz en cafcaflı kıyafetlerimizle, en coşkulu duygularımızla? En başından kendimize bir kendimiz gözüyle bakabiliyor muyuz?
"İşte hayat" diyorum; haraşo gibi geçiyor gözlerimizin önünde ilmek ilmek... Bir ters gidiyorsa, düzünü bekleyene kadar canı çıksın saatlerin... Ah bu kaybettiğimiz o sıska sabır. Üzerimize gelip ömürlük kalabilmeyi hiç beceremeyeceksin belki de... Ve belki de sırf bu yüzden; hayatın içinde, kaçırdığımız nice pozlar var veremediğimiz; nice fotoğraflar var bakamadığımız...
Ellerimizin arasında kayıp giden zamanın içinde, barındırdığımız bütün sancıları şöyle bir silkelesek, tozu dumana katan bütün mikroplardan arınabilsek... Yaşasak her dakikayı hissede hissede. Sabahı, sabah kahvaltısını, kızarmış ekmek kokusu ve çay deminde fokurdayan o suyun hazin eşsiz sessini iliklerimize kadar hissetsek. Yudum yudum içsek çayımızı ve yudum yudum devam etse dakikalar. Dışarıdan gelen seslere kulak versek tebessüm ede ede. Evin içinde gıcırdayan kapıdan tutun da, komşudan bize doğru akıp gelen suyun mutfak tezgahlarının altındaki borulardan geçip gittiğine kadar hissetsek her şeyi...
Bir kitap sesi, bir bardak suyun boğazımızdan inişi, kıldığımız bir öğle vakti namazının secdedeki halini, tespih tanelerinin birbiriyle olan ilişkisini, halı üzerinde görünmeyen tozları, mutfak masası üzerinde, akşamdan kalma bir bardağın, kulpunda ki el izini...
İş yeri sakinlerini. Elemanların giydikleri kıyafetleri, masa üzerindeki iş malzemelerini, kitapları, ayak tozlarını, müşterilerin yanımızdaki ruh hallerini, patronun asık suratını ya da yanağına yansıyan sevinç gülücüklerini, ...
Vesaireler vesaireler gibi...Yazabilecek o kadar çok şey var ki aslında.yazarken dahi insan anlayabiliyor aslında hayatında basite alıp da kaçırdığı incelikleri ve hassasiyetleri...
Bir fırsat vermeli kendimize kendimiz için...
Geri gelmeyecek bir dünyayı, apar topar yaşamaya ne hacet...Bırakın canlılığını sakinliğinde dingin etsin zaman. Bırakın ellerinizle müdahale etmeyin kaderinize.
Kader nasılsa bir bildiği ile çizilmiş alnımızın ortasına.
Bir sevgi ve merhamet ikilisinin canlılığını koruyabildiği bir atmosferde, bir kaç pozluk ömürde; bırakalım da bütün çerçeveler rengarenk olsun...
Hep diyorum ya... Hesabı verilecek bir hayatı, adam gibi yaşayalım ki; detaylarda gizlenen sorularda başımız öne eğmesin Yaradana...
O en mükemmeliyle özenerek ölçmüş, biçmiş, yaratmış ve koymuş bizi dünyanın ortasına. Ve biz kendi ellerimizle bize verilen bu ömrü har vurup harman savurur isek; düşünsenize öldükten sonra O'nun karşısındaki hesapsızlığımızı ve mahcupluğumuzu... O boynu büküklüğümüzü ve Yaradanın da en az bizim kadar üzüldüğünü bize...
Bir celsede boşayın gitsin bütün panikliği.
Bir dost derdi, "hayata bu kadar müdahale etme... Akışına bırak her şeyi. O zaman yoluna girecek bütün hayatın..."
Doğrudur. Ve hayatımca ispatıdır. Geç olmadan gitmeden, yitirmeden...
Sakin, duru ve canlı kalabilmek adına...
:) Tebessümünüz bol olsun... Sevgiyle... :)
(A)y(Ş)enur(K)ayaaydoğan
(
Diyorum Ki; Sekine Bir Hayat Olsun başlıklı yazı
Ayşenur... tarafından
15.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.