Şu anda yetmiş yaşındayım. Nüfus
kaydıma göre altmış yedi yaşındayım. Babamın erken nüfus kaydı sebebi ile on
yedi yaşında askere alınış sebebi ile babaannem beni doğduğum zaman nüfusa
kayıt ettirmemiş. Onun için nüfusta üç yaş küçüğüm.
Bu yazıya başlarken amacım yaşımı size
iletmek değil. Sadece geride bıraktığım
gerçek zamanı bilmenizi istediğim için yazdım. Gerçi bilinse de bilinmese de
bir şey fark etmez. Okurlarımı aydınlatmak açısından.
Bu yaşa kadar sayısız darbe gördüm ve yaşadım. İlk bildiğim darbe 27.
Mayıs. 1960 yılında Demokrat Parti iktidarda iken yapıldı. Bildiğim kadarı ile
sivil halka en ufak bir hareket olmadı. Dahası siyasetin dışında olan kimse
zarar görmedi. Ben o ihtilalin haklılık yönünü veya haksızlık yönünü burada
gündeme getirmeyeceğim. Fakat ihtilal sonrası bir çok insanın çeşitli şekilde
mağdur olduğunu daha sonraki yıllarda yayın organlarından okudum.
O zamanlar ilk okula gidiyordum. Orta okula başladığımda memlekette
sadece partilerin iktidar mücadelesini seyrettim. 1960 lı yılların sonlarına
doğru ülkede bir devrimcilik hareketi başladı. Devrimcilerin o zamanki
söylevleri bizim gibi genç beyinlerin ilgisini çekmeye ve sempati toplamaya
başladı. Ne var ki 1968-1970 yılları arasında
okullarda boykot başlattılar. Eğitim ve öğretim felce uğradı. Okullarda devlet
malına da büyük zararlar verildi. Boykot olan şehirlerde kamu malları kırıldı,
yıkıldı. Bunları yapanlarda hep kendi çocuklarımız oldu. Babalarının
Annelerinin verdiği vergilerle yapılan ne varsa tahrip ettiler. O da yetmedi
ülkede sayıları zaten az olan fabrikaları, binbir zorlukla yapılan köprü ve
tesisleri yakıp yıkmaya başladılar. Yıl 1970 geldiğinde ülkede dirlik ve düzen
kalmamıştı. Tam o dönemde liseyi bitirdim ve aldığım Üniversite puanı ile Adana
İktisadi Ve Ticari İlimler Akademisine başladım.
Artık benimde bir taraf olmam
gerekiyor gibi gözükmekte idi. fakat bana ülkede yapılanlar yanlış gözüküyordu.
Bir gün devrimcilerin içinde bulunan ve söz sahibi olan bir abimle görüşürken
ona sordum. “bu işlere bende taraf olayım mı. Lakin ben bu yapılanları doğru
bulmuyorum” dedim. Oda bana “sakın bu işlerin içine girme sen tarafsız ol. Bu
olaylarda tarafsız olanlar her zaman karlı çıkar. Sen ülkeni ve ülke insanını
sev. Yolunu da buna göre çiz. İktidara kim gelirse gelsin hep senin yerin olur”
dedi. Bende o konuşmadan sonra hep tarafsız olmaya ve ülkemi, halkımı sevmeye
elimden geldiği kadarda insanlara yardım etmeye çalıştım.
Çok geçmeden 1971 de 12 Mart muhtırası ile yönetime müdahale
edildi. Buda bir nevi darbe idi. Muhtıradan sonra ülke üzerinde devrimciler
toparlanmaya başlandı. Bir çok bu işe gönül vermiş genç insan hayatını kayıp
etti. Fakat suçu bulunmayan masum insanlara yine
saldırılmadı. Halkın kanı dökülmedi.
Bu sayede biz de okulda hiçbir sorun yaşamadan dört sene rahat bir okul
okuduk. Akademinin son senesinde ülkede bu sefer de Sağ Sol gruplaşması başladı.
Öyle ki 1979 yılında artık tarafsız halkta sokağa çıkamaz oldu. İki grubun bir
biri ile çatışmasında arada kalan bir sürü masum insanımız hayatını kayıp etti. Bu sayının
5000e ulaştığı açıklandı. Halk artık
ordunun yönetime el koymasını, bu can kıyımına son verilmesini istemeye
başladı. Ve nihayet ordu yönetime el koydu. Bir gecede anarşi birden bire
bitti. İhtilal sabahı sokaklar çok sakin ve emin hale gelmişti. Kenan Evren
paşa halkın gözünde büyük bir kahramandı. Halka gidin ölün dese halk gözünü
kırpmadan kendini ölüme atacak kadar sevgi kazandı. Hiç kimsenin aklına, anarşi
bu kadar kolay kesiliyordu da neden beş yıl ordu bekledi diye sormak gelmedi.
Daha sonra yapılan yeni ana yasa halkın
kurtuluşu gibi anlatılarak referandumdan
çoğunlukla EVET oyu alarak kanunlaştı.
Birkaç yıl sonra Genel Kurmay Başkanı
Yardımcısına bir gazeteci “efendim anarşiyi bu kadar kolay durdura biliyordunuz
da neden beş yıl bekleyip bu kadar insanımız ölümüne seyirci kaldınız”
sorusuna. Sayın general “İhtilalin olgunlaşıp halkın gözünde haklılık kazanması
için bekledik” cevabını verdi.
1980 sonrası sivil yönetime geçildi fakat
yapılan anayasa tüm yetkileri ordunun elinde topladığı için hükümetler ordudan
izin almadan hiçbir kanunu meclisten çıkaramadılar.
İktidara gelen bazı siyasetçiler her ne kadar bu duruma karşı durmak
istedi ise de başaramadılar. Onun için 1997 de hükümet istifaya zorlandı ve
istifa ettirildi. Ordu kendilerinin sözünden çıkmayacak insanları hükümetin
başına getirdi.
Bu arada halkta yavaş yavaş uyanmaya başladı. Koalisyonlar hep o zamanki
ordunun başında bulunan generallerin işine gelmekte idi. Çünkü tek başına güçlü
bir hükümet çoğunluğu sağlarsa anayasayı değiştire bilirdi. Oda orduda
generallerin işine hiç gelmezdi. Çok iyi bir düzen kurulmuştu. Önlerinde
milletin seçtiği bir meclis vardı. Dışardan bakıldığında ülkede sivil idare
gözüküyordu. Aslında ordu generallerinin gizli diktatörlüğünün üstü örtülmüştü.
O dönem hükümette görev yapan milletvekilleri bu konuyu defalarca dile
getirmiş. “elimizden bir şey gelmiyor. En ufak kanunu bile Genel kurmaya
danışmadan çıkaramıyoruz. Biz bu mecliste sadece bir kuklayız. Onlar ne derse onu yapıyoruz”
diye. Bu millete dertlenmeye başlamıştı.
İşte bu ortamda Adalet ve Kalkınma partisi 14 Ağustos 2001 de iktidara
geldi. Ülkeyi yönetirken Eldeki anayasa ile ellerinden gelen her şeyi yaparak
kanunlar çıkarmaya ve uygulamaya çalıştılar. Bir taraftan dan da halka “bu
anayasa elimizi kolumuzu bağlıyor bize iş yapma imkanı vermiyor, size gereken
hizmeti yapamıyoruz” demeye devam ettiler. 2001 de, 2002 de, 2004 te, 2005 te,
2006 da, 2007 de kısım kısım Anayasanın
maddelerini değiştirdiler. Yine 2007
yılında hükümeti düşürerek ülkede bir kaos yaratmak için bir uğraş verdiler.
Lakin başaramadılar, hükümetin arkasında halk vardı. eski anayasa maddeleri hükümetin
önünde engel oldu. İktidar 2010 da
esaslı bir anayasa taslağı hazırlayarak halk oylamasına sundu. Çoğunlukla evet oyu
alarak anayasa kanunlaştı. Bazı guruplar “ülkede bir daha darbe olmasın
anayasaya evet çalışması dahi yaptılar”
çok geçmeden 28 şubatta Anayasa
değişikliğine destek veren guruplar hükümeti düşürmek için kabine üyelerinin
üzerine gittiler ve sonuç almadılar. Bu olaydan sonra da Cumhurbaşkanlığı seçimi geldi o guruplar bu seçim de de aktif görev alarak şimdiki Cumhurbaşkanının seçilmesini
engellemek istediler, yine başaramadılar. Halk çoğunlukla Cumhurbaşkanını seçti
%51 gibi bir oyla.
Bu şer odakları ülkenin
kalkınmasını ve dünyada söz sahibi olmasını engellemek için 15-16
Temmuz gecesi hükümete karşı bir darbe
yapmak istedi. Ne yazık ki halkın
sokaklara çıkacaklarını hesap edemediler. yüzlerce silahsız insanın üzerine ateş açtılar ve
ölümlerine sebep oldular. Oysa darbeler halkın yararına olduğu zamanlar
başarılı olur. Halkı karşısına alan darbe hareketleri hüsrana uğrar ki
bunlarda, %51 oy alan ve bir %25 lik te ona
oy vermeyen fakat sempatizanı bulunan
Cumhur başkanına karşı darbe yapmak hiç akıl işi değildi. Bu işin mazereti de
olamazdı, çünkü sivil silahsız halka ateş edildi insanlar hayatını kaybetti.
Bundan önceki darbelerde sivil halktan masum vatandaştan bir kişinin
bile burnu kanamadı. Sadece eylem yapanlar cezalandırıldı.
Bu ülkede artık darbe yapmak hiçte kolay olmaz, bu millet saati ne zaman
olursa olsun darbecilere karşı direnmesini öğrendi.
Bu yazı gibi binlerce fikir yazısını İnternetlerde bulmak mümkün. Ben sadece kendi yaşadıklarımı
sizlere aktardım. Ülkemi ve ülke insanımı
çok seviyorum, bu sebepten dolayı bir
insanın canından olması benim yüreğimi parçalar. Dilerim bundan sonra,
bu tür olayları
yaşamayız. Millet olarak yabancılara uşaklık etmeden Şerefimizle başımız dik geleceğe
emin adımlarla yürümemiz gerekmektedir. Onu da yapacak gücü Allah bu millete
bahşetmiştir.
Faruk Soydemir