Can sıkıntısı bu, insanı zaman zaman durgunlaştırır zaman zaman da
uyuklatır. Hiç bir şey yapamamanın verdiği ruh daralması, yürek morarması da
denilebilir... Eğer ki bir çok meziyetiniz varsa çabuk atlatırsınız bu can
sıkıntılarını, yoksa canınız çıkar sıkım sıkık sıkılmaktan. Olsun yine de sıkı
can kolay çıkmaz diyorsanız, onu da bilemem, o zaman sıkım sıkım sıkılmaya
devam edin derim, ben de acılı çiğ köftemi size çaktırmadan tek başıma yerim...
Birini bulup iki lafın belini kırın canım, arayın eşinizi dostunuzu ya telefon
ile ya da kapılarını çalın...
Of ki of, puf ki puf! Radyoyu açayım bari... Ferdi Baba yerini almış radyo da
inceden inceden yürek tellerimizi titretiyor ''Ben de bu dağların nesine
geldim, meleşir kuzular sesine geldim, geldim emmoğlu.'' Çalar mıyım ki ben bu
parçayı benim emektar mızıka ile? Bir denemek lazım en azından. Sokaktan
kimselerde geçmiyor hava kapalı ve yağmurlu olunca...
Mart, nisan girdi girmesine de bir de havalar ısınsa da sandalyeleri kapıya
atıp da otursak kapıda sohbet etsek, tavla, satranç oynasak. Kızlı erkekli
öğrenciler, öğretmenler gelip geçiyor sokağımızdan. Ah bir de şu sigaraları
atsalar ellerinden. Bazen yoldan çeviriyorum, anlatmaya çalışıyorum zararlarını
kimisi burun kıvırıyor, kimisi he he deyip de geçiyor. Görmüyorlar, sigaraların
üstünde ki o hastalıklı ciğerleri, bir dikkatli baksalar o resimlere,
iğrenecekler, aslında hiç birisi içmeyecek bu meret sigarayı...
Arka sokaklar adeta tarih hazinesi. Dört tane tarihi misyona sahip cami, bir
tane sinagog, ayrıca eski iş hanları... Eeee tabi burası yüz yıl önce küçük bir
Anadolu Kasabası olan Ankara'nın merkeziydi o zamanlar. Barakadan bozma evler.
Çoğu terk edilmiş. Kim bilir, eski sahipleri buralarda neler gördü, neler
yaşadı, sevinçler, üzüntüler, sırlar hep o duvarların arasında kaldı.
Şimdilerde sokak köpeklerine ve kedilere barınak oldular çoğusu. Geçenlerde
eski evlerden birisi fazla yağmurdan çökmüş olduğu yere...
Makineleri sil, yağla, yerleri süpür hiç bir şey yapamıyorsan. Gelen müşteriler
dükkanımızı temiz görsünler, görüyorlar da zaten. Dışarıda inceden bir yağmur
ki ne de güzel, tatlı tatlı yağıyor. Biraz dolaşacaktım İtfaiye Meydanını da bu
yağmurda nasıl gideyim? Belki öğleden sonra durur da azıcık kayarım, ikinci el
kitap bakarım. Yine geldi öğlen vakti yaklaştı. Şimdi de yemek derdi, ne yapsak
ne yapsak diye arpacı kumrusu gibi düşüneceğiz. Dışarının yemekleri çok da
hoşumuza gitmiyor, kendimiz yapıyoruz, kapkacağımız var Allah'a şükür. Pazar günü
için iyi planlarım vardı lakin yağmur kardeş girince devreye, planlar suya
düştü gibi. Hadi gel de canını sıkma bu duruma? Buda geçer diyelim, bakalım
sıkıntı hakkında büyüklerimiz neler söylemiş.
Bir Düşünür ''Sıkıntılar misafirdir. Gelir ve gider. Önemli olan gönderenin
hatırına misafire sabretmektir.'' demiş. Tabi ki meşguliyeti olan insanlar can
sıkıntısından en az etkilenen insanlardır. Yine bir başka Düşünür de ''Çalışmak
bizi üç şeyden kurtarır; Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar, yoksulluk.'' demiştir.
Bir hadisi şerif de de Peygamberimiz Hazreti Muhammed sav.''Allah bir kulu
severse yalvarmasını dinlemek için, onu sıkıntıya sokar.'' buyurmuştur.
Hava yağmurlu olunca gelen giden de az oluyor haliyle dükkana... Hazır kimse
yokken Ahmet Telli'den bir şiir kaptırayım kendi kendime... ''Sımsıcak
konuşurdun konuşunca, ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun.'' devamı gelmiyor tabi
ki ''Hâlâ Koynumda Resmin'' adlı şiirin, anladınız hemen içeri müşteriler girdi
bir iki. Radyo da eskilerden Adriano Çelentano çıkmış, o güzelim parçaları ile
ki ayrıca çok karizmatik bir sesi vardır. Şimdilerde yaşlandı biraz bu İtalyan
Devi... Dur, dur az biraz da Cem Karaca ile Barış Manço sıkıştırayım araya
İnternet Radyosundan... Sıkılırken limon gibi, sıkılırken üzüm gibi, portakal
gibi, bir de yazı çıktı ortaya işte bu tatil günü. Ne diyeyim hepinize en derin
sevgi ve saygılar yine yüreğinizi ferah tutun dua edin tüm acı çeken insanlara.
Birbirimize olan dualarımız biraz da bizi ayakta tutan aslına bakarsanız...