Sene 1996…Amerika’ya yahut
Avrupa’ya gittin mi diye sorsam her on kişiden biri elini kaldırır. Japonya’ya
gittin mi diye sorsam belki on bin kişiden biri elini kaldırır. Bu yüzden
Japonya’ya seyahat gerçekleşme aşamasına geldiğinde, sevinmiştim. Giderken ön
yargılarım vardı. Teknolojide ileri bir ülke olmaları, her insanının zeki
olduğunu çağrıştırıyordu, nedense. Çok uzaktı. Ama oraya gittiğimde, mesleki
çalışmalar yapacağım için kariyerim açısından önemliydi. Her ne kadar eşim
yalnız kalacak olsa da, gidip gitmemek şeklinde ki ikilem halime, eşimin
anne-babasının eşimin yanında kalacağı fikri son noktayı koymuştu. Gidiyordum!
Gidiş oldukça zordu. Ankara’dan
İstanbul’a, İstanbul’dan Tayland’ın başkenti Bangkok’a ve Bangkok’tan
Japonya’nın başkenti Tokyo’ya gidecektim. Nerdeyse 2 gün süren yorucu
yolculuktan sonra Tokyo’ya ulaşmıştım. Türkiye’den başka proje kursu için giden
bir kişi vardı. Bu yüzden yolculuk korkutucu olmadı. Yolculuk sırasında
İstanbul’dan Bangkok’a giderken, gece 2-3 gibi uçağın penceresini açtığımda,
sabah güneşini görmem şaşırtmıştı. Biz doğuya doğru gidiyorduk ve sabah daha
erken oluyordu doğal olarak. Birde bu uçuş esnasında başka yöne giden başka
uçakları, uçak trafiğini izlemek çok etkilemişti.
Tokyo hava alanından
çıktığımızda, kursu verecek organizasyon şirket yetkilileri bizi karşıladılar.
Yaklaşık iki saat sonra kalacağımız yurt binasına ulaşmıştım. Bu yurt binasında,
belki de yüzden fazla ülkeden gelen kursiyerler vardı. Herkesin kendisine ait
kalacak odası da vardı Kişilerin rahat etmesi ve özgürce vakit geçirmesi için
her şey düşünülmüştü. Restaurant, spor merkezleri, müzik alanları-çalgı
aletleri dâhil her şey… Yemek yerken, “Helal yiyecek” diye uyarılar vardı.
Buraya gelen Müslüman kursiyerle içindi. Telefon etmek için kart alabileceğimiz
markette vardı. Türkiye ile ilgili zaman farkı olduğundan, tam 7 saat,
genellikle, uzun kuyruklardan sonra, gecenin 2-3 ünde eşimi arayabiliyordum. O
zamanlar cep telefonu ve internet yoktu ülkemde. Anacak burada her ikisi de
vardı. Mail yazanları gördüğümde bunlar ne yapıyor diye şaşırmıştım.
Nerdeyse 15 gün kaldın Tokyo’da.
Japonya nasıl bir ülke, nasıl yaşayabiliriz gibi birçok şeyi anlattılar,
çeşitli etkinlikler ile. İlk derste AİDS hakkında üstüne basa basa bir eğitim
vermeleri ilginçti… Burada nerdeyse
15-20 kişiden oluşan ve Türkiye’den benim gibi gelen kursiyerler vardı. Akşam
olduğunda oturup çay içiyor ve dertleşiyorduk. Daha önce gelip, Tokyoyu
bilenler, bizi gezdiriyordu. 131 katlı yüksek binaların olduğu, bakınca
boynumun ağrıdığı binalardı bunlar ve asla çatısını görmek mümkün olmadı, eski
aletlerin satıldığı, bizim itfaiye meydanı dediğimiz yerler, Tokyo Tower’ı-aynı
Eiffel kulesine benzeterek inşa edilmiş… Birçok yeri gezmek mümkün oldu. Gece
12’den sonra hayat bitiyordu. Bir keresinde gece de gezdik Tokyo’yu. Geceleri,
ne ararsan var günah adına! Karanlık bile saklamıyor niyetleri…
Bir gün, elektronik aletlerin
satıldığı merkeze gitmek istedim. Bunu Pakistanlı arkadaşlar teklif etmişti.
Yanımda sadece İngilizce-Japonca sözlük vardı. Herhangi bir harita da almadım.
Eğer bir arkadaş olmazsa, kaldığım yurda dönmek nerdeyse zordu. Adresler Japon
alfabesine göre yazılıydı ve okumam da mümkün değildi. İki metro hattı
değiştirerek buraya vardım. Gezerken korktuğum başıma gelmiş ve yalnız
kalmıştım. Kaldığım yere dönmeliydim ama nasıl? Kime sorsam İngilizce bilmiyordu. Artık
sözlükten İngilizce karşılığı neyse öyle soruyordum. Bu bir çözüm olmuştu. 3
saatlik cendereden sonra kaldığım yere varmıştım. O gün Allah’a çok şükrettim.
Kaybolmak, ne zor imiş…
15 gün sonra, kurs alacağım yer
olan Suzuka şehrine gittim. Hızlı trenle 3 saat sürdü neredeyse. Ha birde, o
kadar uzun mesafeleri hızlı trenle gitmek ve zamanı güzel kullanmaya alışmıştım
( Türkiye’de bu mesafedeki gittiğim yerlere, 8- 10 saatte gitmeye asla alışmadım.
Niçin diye sordum hep!). Kalacağım yer bir eğitim merkeziydi. Büyük bir köyü
andırıyordu. Kapıdan kaldığım yere yürümek nerdeyse 15 dakikadan fazla zaman
alıyordu. Burada sağlanan imkânlarda Tokyo'da ki gibiydi. Her sabah yemek yedikten sonra,
sekizde kurs yerine geliyordum. Japon çalışanlar, çalışılan yere geldiğinde
ofislerine çıkmıyorlardı. Avluda çalan klasik müziği dinleyerek bekliyorlardı.
Herkes gelince, en üst düzey yönetici bir konuşma yapıyordu. Konuşma bitince
herkes ofisine girmeye başlıyordu. İlkokulda okur gibi hissetmiştim. Öğlen
yemek yedikten sonra biraz yürüyüş yapıyordum. Yaşları 60 ve üzerinde olan herkes spor yapıyordu, ben yürürken. Onları izliyordum.
Kursiyerler olarak toplam on iki ülkeden gelen yabancılardık. Asya ve Latin Amerika mühendisleriydi bunlar. Latin Amerika’da gelenle Asya’da gelenler sayı olarak eşitti ama Latin Amerika’dan gelenler aynı dili konuştuğu için iyi anlaşıyorlardı. Ben Asya grubuna katılıyordum. Bu grupta, İran, Ürdün, Pakistan ve Türkiye’den oluşan Müslüman ülke mühendisleriyle, Taylanttan bir Budist ve Filipinlilerden de bir Hristiyan dinine mensuptu. Gittiğimde Ramazan başlamıştı. Ürdünlü arkadaşla ben, oruç tutuyorduk. Diğer arkadaşlar seferiyiz dediler ve oruç tutmadılar. İşin garibi İran ve Pakistan şeriatla yönetiliyordu. Şaşırmıştım.
...
Saffet KURAMAZ